top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

"Feminizmden ziyade faşizmi görünür kılıyor"

Gönül Malat, Kanadalı feminist yazar Margaret Atwood’ un kaleme aldığı, Damızlık Kızın Öyküsü romanı üzerine yazdı: "O kopkoyu karanlığıyla faşizmin, ne menem bir şey olduğunu anlamak istiyorsanız bu üstopik başyapıtı mutlaka okumalısınız."





İyice görüyorum artık düzeni. Orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda, Yukardakiler durabiliyorlar orada, sırf ötekiler durduğundan aşağıda. Bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden. Evet, bütün düzen bir tahterevalli.*

Kanadalı feminist yazar Margaret Atwood’ un kaleme aldığı Damızlık Kızın Öyküsü, çok sıra dışı bir roman. O kopkoyu karanlığıyla faşizmin, ne menem bir şey olduğunu anlamak istiyorsanız bu üstopik başyapıtı mutlaka okumalısınız.


Kanımca kitabın uzunca alkışı hak eden en vurucu kısmı faşizmin tüm çirkinliklerinin ustalıklı bir anlatımla ortaya konulması! Yazar, Gilead’a sinsice örtülen kara faşizm pelerininin altına okuyucusunu hızla çekip, canını bir hayli yakıyor doğrusu. Atwood, totalitarizme doğru koşarak yol alan insanlığı uyarmak için bu kitabıyla haykırıyor hatta çığlık çığlığa bağırıyor. Üstelik bu koşunun bütün nedenlerini kitabında açık ve seçik göstererek! Analizlerine çok değer verdiğim filozof S. Zizek, “Roma” filmini değerlendirdiği yazısında özetle “Roma filminin sıkı bir alkışı hak ettiğini ama tamamen yanlış gerekçelerle alkış tutulduğu fikrinden bir türlü kurtulamadığını” belirtiyor. Yazısını, T.S. Eliot’ın ‘Katedral’de Cinayet’ te söylediği üzere, “En büyük günah yanlış bir gerekçeyle doğru şeyi yapmaktır,” diye bitiriyor. Bende Damızlık Kızın Öyküsü için çok benzer düşünüyorum doğrusu. İşte bu yüzden kitap övgüyü feminizmden ziyade tek tip kıyafetleri, militarizmi, bağnazlığı, dini törenleri, özellikle ikna okulları ve iknacı teyzeleriyle faşizmi görünür kıldığı için daha çok hak ediyor kanımca.

Şayet okuyucu bu noktayı gözden kaçırırsa kitabı okurken hiç de istemediği bir alana savrularak, çok çekiç yemiş keskin bıçak gibi bileylenip kutuplaşabiliyor. Kurguda oluşturulan distopya, o kadar ağır ve katlanılmaz ki bu durum bazen okurun kendiyle yüzleşmesine bile engel olabiliyor. Eğer okur kolaya kaçıp kendiyle yüzleşemezse ezilmişliğin nedenlerini hemen başkalarına yüklemeye çalışıveriyor. Kitabı okumak için doğru kapıdan girmezsek,- özellikle kadın okuyucu- karşı cinsle kıyasıya bir hesaplaşma kaçınılmaz. Tabii ki kitap hesaplaşmayı da kapsıyor ama bu bir sonuç neden değil. Buradan yola çıkarak tüm dünyada insan hakları ve özellikle kadın haklarındaki hızla geriye gidişin kitabın esin kaynağı daha doğrusu yazılma nedeni olduğunu söyleyebilirim.


Yazar, Damızlık Kızın Öyküsü’ nü, Üstopya -yazar üstopyanın isim annesi- tarzında yazdığını belirtiyor ve ardından tanımlıyor. “Ütopya ve distopyanın birlikte yer aldığı ama özellikle kurmacalarda oluşturulan distopyaların, gerçek hayatta da yaşanır olması” diyor. Ve ekliyor,

“Bir kesim ütopyalarını yaşarken, başka bir kesim ya da grup onların ütopyalarını sürdürebilmeleri için distopya yaşarlar. Birilerinin ütopyası, diğerlerinin distopyası haline gelir. İşte buna Üstopya diyorum ben.”

Kurgu üstopya olarak incelendiğinde M. Atwood’ un gizemli ama dört dörtlük bir anlatımla Mormonlar’ı, Gilead halkı olarak kurguya yerleştirdiğini görüyoruz. Yazarın bu metaforuna hayran olmamak elde değil. Bu arada Kuzey İsrail’de halen Gilead adında bir bölgenin var olduğunu ve İbranice bir erkek ismi olduğunu da bilgilerimizin arasına eklemek gerek.

Mormonlar, Atwood’un kitapta da vurguladığı üzere, A.B.D. nin Utah eyaletinde yaşayan, poligaminin (bolca üremek ve dünyadaki Mormon sayısını artırmak hedefiyle) serbest olduğu, genellikle tek tip giyinen, misyoner rahiplerinin ve rahibelerin kadınları poligamiye ikna ettikleri alkol, tütün ve kola gibi vücuda zararlı olduğunu düşündükleri maddelerin tüketiminin yasak olduğu büyükçe bir topluluk (dini törenlerinde tıpkı kitaptaki gibi erkek koltukta otururken kadınlar diz çöküp yere oturur).


Yazar Gilead’ta, muhtemel bir nükleer savaş ve çevre felaketi sonrası yiyecek kıtlığının olduğu ve insanların da kısırlaşmaya başladığı bir ülkeyi tasvir ediyor. Bu nükleer savaşın yazarın çevre duyarlılığı ile birlikte “Armagedon Savaşı’na” da ironik bir atıf olarak yorumlanması yanlış olmayacaktır kanımca. Din eliyle Gilead’a hakim olan faşizm aslına bakarsınız, yalnızca kadınları değil erkekleri de yani iki cinsi de mağdur ediyor. Kitabın anlamlı ve güzel kurgusunun tam da bu nedenle çokça takdiri hak ettiği düşüncesindeyim.

Yazar, Gilead’ ta insanların ve kadınların isimsiz, benliksiz birer robota dönüşmesini adeta kamera arkasından seyrettiriyor bizlere. Okurken filme çekileceğine dair bir fikriniz oluşuyor zaten. Çoğumuzun da bildiği gibi kitabın bol ödül almış bir dizi filmi de yapıldı -The Handmaid’s Tale-.


Romanın ilk yayını 1985 yılında yapılmış. Yaklaşık otuz beş yıl sonra, 2019’un Eylül ayında “The Testaments” adıyla devam kitabının da okuyucuyla buluşacağını duyurdu M. Atwood. Ahitler adıyla da yayımlandı ülkemizde.


Damızlık Kızın Öyküsü’ nün epey sert bir kitap olması freni boşalmış bir otomobille yokuş aşağıya inerken, görünmez koca bir duvara hızla çarpmış hissini uyandırıyor okuyucuda. Bu çarpışma içinizdeki sessiz yaraların naralar atmasına ete ve kemiğe bürünerek dillenmesine neden oluyor. Hissettiğiniz acıyla kitabı elinizden fırlatmayı bile aklınızdan geçirebiliyorsunuz.

Kitapta bazı cümleler sizi rahatsız edebiliyor şüpheye düşüyorsunuz bu yazarın fikri mi acaba diye? Sonra Offred’ in “Güvenilmez anlatıcı” olduğunu hatırlıyorsunuz. Aynı zamanda kitabın protogonisti Offred. İsimler üzerinden bir irdeleme yaparsak Offred, Fredinki anlamına geliyor. Damızlık kızların isimleri zaten yok! Komutanlarının isimleriyle anılıyorlar. Fredinki, Gleninki gibi. Offred’in bir diğer anlamı da “Kurban.” Aklımıza Tarkovski’nin bir çevre felaketini konu merkezine alan –tıpkı ele aldığımız kitaptaki gibi- "Kurban" fimi düşse de Atwood, kitabını filmden bir yıl önce yayımlamış.


Yazar karakterlerin isimleriyle vermek istediğini –Offred gibi- ustalıklı ve çarpıcı bir şekilde veriyor diğer eserlerinde de olduğu gibi. Komutan Fred’in eşi Serena Joy isimli bir televizyon yıldızı. Serena, neşeli ve parlayan anlamına gelen bir isim. Joy da sevinç ve neşe kaynağı demek. Doğrusu bir yıldıza yakışacak en güzel isim ve soyadı. Gilead hızla faşizme giderken Serena Joy’un televizyondan kadınlara defalarca çağrı yaparak çalışmamaları, evde oturmaları ve çocuk doğurmaları gerektiğini söylemesi, hatta ikna etmek için çaba göstermesi kitabın kurgusunun doruğa ulaştı noktadır kanımca.


İçimizi sızlatan bir ironiyle! Serena Joy’un bu çağrıyı sonucun ne olacağını öngörmeden yaptığını düşünmeyi şiddetle istiyorsunuz o satırları okurken.


Kitapta, Orwell’ın 1984’ünden, U. K. Le Guin’ in Karanlığın Sol Eli ile Mülksüzleri’ nden ve R. Bratbury’nin Fahrenheit 451’inden kapalı montaj tekniğiyle yerleştirmeler belirgin. Özellikle yazarın Fahrenheit 451’in hayatında “Okuduğu en iyi bilim kurgu” olduğunu söylemesi ve kitabı yazarken esin kaynağı olduğunu belirtmesi de bu tekniği kullandığını doğruluyor.

“Damızlık Kızın Öyküsü,” yazarın bizlere distopyaların da gerçekleşebileceğini berrakça duyurduğu acı bir çığlık. Duyun bu çığlığı.


*Tahterevalli şiiri, B. Bercht


DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ

Margaret Atwood

Doğan Kitap, 2017

Çeviri: Özcan Kabakçıoğlu

384 s.

Comments


bottom of page