Distopik şehrin gerilimli hikâyesi
"Tünde Farrand, yakın bir geleceğe, otuz yıl sonraya, ‘Kurtlar Ülkesi’ne’ götürüyor bizi. Mevcut sosyal normları, kutuplaşmaları, sınıf ayrımını ve temelde eşitsizliği, gerilimli bir öykünün içine yerleştiriyor." İlke Kamar, Farrand'ın dikkat çekici distopyası 'Kurtlar Ülkesi' üzerine yazdı.
İlke Kamar
Korku ve endişenin kol gezdiği, ‘kurtlarla çevrili bir labirentin içinde’, Londra’dayız. Yıl 2050. Gündelik yaşamın ritmi eskisi gibi görünse de başka bir işleyişin kaçınılmaz hale geldiği bir zamanın başlangıcıdır artık bu tarih. Giderek eski dünyaya dair yaşamın görüntüsü değişmeye başlar. Yeni tasarlanan yaşam alanlarının olduğu şehir dışa kapalı, korkutucu, acımasız bir grup içinse ayrıcalıklıdır. Evlerinden tahliye edilenler dışında yaşlılar da bakım evi gibi yerlere gönderilir. Çıplak arazilerde, etrafı çevrili düzlüklerde ‘yeni inşa edilen yaşamın içinde’ hayatlarını sürdürmeye çalışır hikâyenin kahramanları. M.Emin Baş çevirisiyle, Timaş Yayınları’ndan çıkan kitap, Tünde Farrand ilk romanı. Yazar, yakın bir geleceğe, otuz yıl sonraya, ‘Kurtlar Ülkesi’ne’ götürüyor bizi. Farrand mevcut sosyal normları, kutuplaşmaları, sınıf ayrımını ve temelde eşitsizliği, gerilimli bir öykünün içine yerleştiriyor.

Seçkinlerin kontrolünde bir yaşam
Bununla birlikte, romanda acımasız ve politik açıdan vahşi bir dünyada yeni bir sosyal düzenin içinde yaşayan insanların zorlukları, mücadeleleri, başlarına gelen tuhaflıklar sıra dışı bir gerçeklik içinde anlatılıyor. Tünde Farrand’ın Londra’sında, ‘seçkinler’ her şeyi kontrol ediyor ve sıradan insan için hayatta kalmak çok da kolay değil. Bu yeni sistemde her insan tükettiği kadar yaşama şansına sahip. Bu yüzden toplum belli gruplara ayrılmış: Sosyal destek görenler, orta, düşük ve yüksek harcama yapan gruplar. Artık tedirginlik içindedir yeni sistemde yaşayanlar. Dahası bu ürpertici atmosferde insan iradesinin de sözü geçmez pek. Bir teslimiyet halidir yaşanan. Hatta öyle ki belirli bir yaşa gelip, sistem için ‘işe yaramaz’ görülenlerin ötanazi edildiği, kulağa takılan iz sürücülerle insanların takip edildiği bir yaşamdır bu. Ve hayat distopik bir forma dönüşür Kurtlar Ülkesi’nde:

“Şehrin semalarında süzülürken Londra’ya tepeden bakmak heyecan vericiydi. Şehrimiz ülkenin, tamamı gibi, hatta bütün dünya gibi komple bir dönüşümden geçiyordu. Hala bizim şehrimizdi, sevdiğimiz o eski şehir. Big Ben gururla parlamento binalarının yanında duruyordu, Thames Nehri Tower Bridge’e doğru ilerliyordu ve St Paul’un kubbesi tüm ihtişamıyla ufukta yükseliyordu. Fakat eski dünyanın küllerinden yeni bir dünya doğmak üzereydi. Havadan bakınca sırt sırta dizilmiş taraçalı evleri ve dar sokakları görebiliyorduk; tam bir kaos. Birkaç kilometre ötede ise bisiklet yollarıyla monoray güzergahı boyunca uzanan ağaçlı geniş yürüyüş alanları formatında