“Bilmemek içinde olası umutlar barındırır.”
Sena Özkan yazdı: "İçsel sorgulamalar yaptıran, empati üzerine kafa yorduran ve okurun kendi hayatı üzerine düşünmesini sağlayan Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır isimli öykü, Mehmet Çimen’in A7 Kitap etiketiyle okurla buluşturduğu ilk kitap."
Sena Özkan
Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır isimli kitabın başlarında bu cümle çok etkiliyor beni, üzerine düşünüyorum. Umut üzerine; bilmek ve bilmemek üzerine. “İnsan en çok hangi durumda umutlu oluyor acaba?” diye soruyorum kendime. Sonra bir yerlerden kulağıma çalınan “Cehalet mutluluktur,” cümlesi aklıma geliyor. Eminim siz de defalarca duymuşsunuzdur. Hak veriyorum kitabın kahramanı Şevket’e; bilmemek, bilmekten daha çok umut barındırıyor içinde. Herhangi bir gerçekle ya da bilgiyle sınır çizilmediğinden umut da sınırsız oluyor.
İçsel sorgulamalar yaptıran, empati üzerine kafa yorduran ve okurun kendi hayatı üzerine düşünmesini sağlayan Her Şeyin Bi’ Şeyi Vardır isimli öykü, Mehmet Çimen’in A7 Kitap etiketiyle okurla buluşturduğu ilk kitap olarak çıkıyor karşımıza. Bu kitapta Şevket’in hikâyesini kendi ağzından dinliyoruz. İnişli çıkışlı hayatı tanıdık geliyor bir yerlerden. Aldığı kararlara şaşırıyoruz ancak yargılayamıyoruz da kendisini. Sadece dinleyebiliyoruz can kulağıyla.
Moldova’da bir hapishanede tanışıyoruz otuz beş yaşındaki Şevket’le. Medyanın odağında olan bir davanın sürecine davalı olarak dahil olduğunu öğreniyoruz kendisinden. Altı ay kadar tek kelime etmeyen Şevket, bir gün konuşmaya karar veriyor. Derdini Moldova yargısına, medyasına ve tabii halkına eksiksiz anlatabilsin diye bir de Türk tercüman görevlendiriliyor. Bu noktada Fahri adında genç bir tercüman dahil oluyor hikâyeye. Onca sessizliğin ardından biriyle aynı dili konuşmak iyi geliyor Şevket’e ve en başından anlatmaya başlıyor. Hikâyesini anlatmak için hem zamanı hem de mekânı aşıp Moldova’dan Balat’a, on beş yaşına dönüyor Fahri’nin önünde.
Ruhunda, hayatında ve zihninde derin iz bırakan bir olayın yaşandığı güne gidiyoruz Şevket’le. Ortaokul-lise zamanları çocukların, daha doğrusu ergenlerin birbirine karşı maalesef en acımasız olduğu dönemlerden biri. Hepimizin benzer yollardan geçtiğini düşünüyorum. Türlü zorbalıklara maruz kalmayan var mı gerçekten? Varsa ne mutlu onlara… Neyse, biz Şevket’i dinlemeye devam edelim.
Okuldan arkadaş olan bir grup öğrenci her zamanki gezilerini yaparken Şevket’in nereye varacağını bilmeden söylediği bir söz art arda yüzünde yumrukların patlamasına sebep oluyor. Sesini çıkaramıyor, karşılık veremiyor o an. Hem kendine güvenemiyor hem de yumrukları hiç acımadan peş peşe savuran çocuğun arkasının kalabalık olduğunu biliyor. “Ahh!” diye geçiriyor içinden, “Ahh, tek başına olsaydın.”
Yumrukların bir sonucu oluyor tabii; rapor alıp yüzündeki morluklar toparlayana kadar gitmiyor okula. Yumrukların yüzünde bıraktığı izler ağır ağır geçiyor da içine, ruhuna, zihnine ve çocukluğuna işleyen izler bir türlü iyileşmiyor. Satırlar boyunca okudukça anlıyoruz ki bu tür yaralar zaten öyle kolay iyileşmiyor ve insanın tüm yaşamına sirayet ediyor. Bütün hücreleriyle intikam istiyor Şevket. Okula döndüğünde tüm yüzlerde gördüğü alaycı gülümseme, son damla oluyor onun için. Bir plan yapıyor can dostu olan Can’la.
Şevket günün sonunda o şişman çocuktan yumrukların ve kırılan gururunun intikamını alıyor. İçi rahatlıyor ama yaşı küçük olduğu için tüm karar ve seçimlerinin bir sonucu olduğunu bilmiyor daha. O intikamın Şevket’in hayatında sebep olacağı değişiklikler de küçümsenmeyecek cinsten. İntikam planı sonrası ilk kaybı can dostu Can oluyor, yolları ayrılıyor. Şimdilik bu kadar anlatıyor Moldova’da bir hapishanede hakkında verilecek olan kararı bekleyen otuz beş yaşındaki Şevket.
“Meğerse bulduğum aradığım değilmiş. İç dünyamı rayına sokmak için eski doğrularımı tekrar ettim. Olmadı. Otuzumla otuz beş arası tam bir kayboluş.” (Sayfa 17)
Hepimizin hayatında dönüm noktası olan olaylar vardır. Bunu, bazen o olay olduktan hemen sonra fark ederiz bazen yıllar sonra durup dururken aklımıza gelir, bir ışık yanar zihnimizde, bazen de o olayın başka bir olayı tetiklemesiyle fark ederiz. Bağımsız görünse de tüm yaşadıklarımızın derinlerde bir yerde birbirleriyle bağlantılı olduklarına inanıyorum. Yaşadığımız ya da yaşayacağımız durumlar, bizi bir anda yıllar öncesine götürebilir. Sizinle aynı fikirde miyim, bilmiyorum ama Şevket’le aynı fikirde olduğumuzu düşünüyorum.
Şevket’in anlattıklarını can kulağıyla dinleyen Fahri’nin, çıkmaza giren davanın Şevket adına en iyi şekilde sonuçlanması için fikirler vererek kendince destek olduğunu görüyoruz. Şevket de böyle düşünmüş olacak ki kanı ısınıyor bu genç adama. Ama Şevket bu, ne on beşinde dinlemiş başkasının aklını ne otuzunda ne de otuz beşinde dinlesin. Sonucu ne olursa olsun yine kendi bildiğini okuyor. Hayatıyla ilgili önemli ve hassas bilgileri paylaşıyor Şevket. Rahmetli dedesinin kendisini hücresinde ziyaret ettiğine kadar anlatıyor da hapishanede olmasına sebep olan olayla ilgili fazla bilgi paylaşmıyor Fahri’yle. “Mahkeme günü,” diyor, “mahkeme günü konuşacağım.”
Akli melekelerinin yerinde olup olmadığını öğrenmek için bir profesörle görüşüyor duruşmadan önce. Zihnindeki seslerden ilk defa burada bahsediyor. Şevket’in tabiriyle “kendine yabancılaşma” sürecini açıklıyor. Yaşadığı türlü olumsuz olay ve yalnızlığın kendisinde bıraktığı etkiden bahsediyor.
Hikâye boyunca küfür etmiyor Şevket, ağzı bozuk ama argo kelimeler kullanıyor. Öldükten sonra rüyasına gelen dedesine söz vermiş, küfür edemiyor. Onun yerine bildiği bütün argo kelimeleri kullanıyor cümle içinde. Bazı yerlerde eğlenceli bile olabiliyor. Bilemiyorum, bu durum küfre bakış açınızla da ilgili tabii. Yıllar önce okuduğum bir kitabı tekrar karıştırma ihtiyacı hissediyorum Şevket sayesinde. Bilgisayarın başından kalkıp Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü’nü açıyorum. Özlediğimi fark edip içimden teşekkür ediyorum Şevket’e. Kitabımı yanıma alıp dönüyorum bilgisayarın başına. Şevket’ten dinlediğim hikâyeyi kendimce kâğıda dökmeye devam ediyorum.
Dostu Can’ı, sırtını yasladığı dedesi pastaneci Şevket’i ve trajik şekilde kaybettiği ailesinden sonra yalnızlığın ruhunda açtığı yaraları düşünüyorum. Bu yaraları âşık olduğu kadınla iyileştirmeye çalışıyor Şevket, işte bu noktadan sonra gelişen olaylar sonunda karanlık hücrede buluyor kendini. Üstelik karanlıktan da korkan biri. Bunu da kimselerle paylaşmıyor tabii.
Duruşma günü geliyor. Salon kalabalık, herkes meraklı gözlerle Şevket’i inceliyor. Başlıyor hayatının dönüm noktalarını anlatmaya…
Sonunda eşi Victoria’ya, âşık olduğu kadına geliyor sıra. Ne olduysa anlatıyor her şeyi. Hâkimin vereceği karar ne olursa olsun umurunda değil, karartıyor gözünü. Sonuçta “Her şeyin bir şeyi var,” değil mi?
Şevket’in zaman yolculuğuna eşlik ettiğimiz bu hikâye, duruşmanın sonunda alınan karar, ortaya çıkan sırlarla beni epey şaşırtıyor. Son cümleleri okurken Şevket’in sözleri geliyor aklıma, “Hepimizin şeytanları var.” Evet Şevket, kesinlikle hepimizin şeytanları var. Toplumsal hayata uyum sağlamak için bu şeytanları zapt etmeyi öğreniyoruz. Haklısın…
HER ŞEYİN Bİ’ ŞEYİ VARDIR
Mehmet Çimen
A7 Kitap, 2023
80 Sayfa
Commenti