top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıYavuz Arkın

Roma-nın Aşkı

Yavuz Arkın, Kehribar Geçidi üzerine Litera Edebiyat için yazdı: "Nazan Bekiroğlu, Kehribar Geçidi romanında Roma İmparatorluğu’nun ihtişamında ezilenlerin destanını, bir efsane etrafında dile getiriyor. Sanat, felsefe ve inanç kavramları da kitapta ön planda yer alıyor."


Tarih her zaman özgür insanları yazmıştır edebiyat ise bizlere, kölelerin de bir tarihi olduğunu hatırlatır. Tarihi romanların tamamı bu şekilde değil elbette; orada çoğunlukla büyük kahramanların, efsanelerin, güçlünün tarafını tutan bir tavır göze çarpar. Aynı zamanda abartılı bir anlatım da söz konusudur, sıradan insanlar; süper kahramanlara dönüşür. Kurgunun hem avantajı hem de dezavantajı burasıdır; istediğimiz gibi eğip bükebiliriz, her türlü su kaldırır bir alandır burası.


Bundan dolayı tarihi bilgiler sorgulanır, anlatılanın kurgu olması es geçilir. Tarih kitabı ile tarih romanı arasındaki çizgi de aşılmış olur, farklı bir izleğe girilir. Bu itiraza karşı panzehir olarak abartma tavrı sergilenmeye başlanır, toplumun hassas olduğu kendi tarihi konusunda farklı dinamiklerin etkisi hissedilir. Bir açıdan yazar da bu konuda savunmaya geçer.


Toplum-dışı tarihe el atmak iyi bir çözüm olabilir, orada hassasiyet bir derece kadar devam eder. Edebiyat diplomasisi devreye girer, kırılganlık sadece topluma özgü değildir çünkü. Güçlülerin tarihi konu edilir, zafer sahibi komutanlar ön plana çıkar, köleler arka plandadır. Özgürlükten yana olduğumuzdan dem vursak da paradoksal bir gerçekle başbaşayızdır.



Nar Ağacı, Yusuf ile Züleyha ve daha birçok kitaba imza atarak Türkiyedeki okurlarının beğenisini kazanan yazar Nazan Bekiroğlu, Kehribar Geçidi adlı romanında, güçlülerin değil zayıfların, kazananların değil kaybedenlerin öyküsünü anlatıyor. Roma İmparatorluğu’nun ihtişamında ezilenlerin destanını bir efsane etrafında dile getiriyor.


Roma: zevkin, ihtişamın ve gücün merkezi, insanlığın ise eksik olduğu bir devir. Sanatın zanaat sanıldığı, aşka ihtiyaç duyulmayan; zenginlerin akıllarının sadece yeme içmede olduğu bir dönem, bir de gösterişte elbette.


Diğer tarafta ise hümanist, akılcı, bilgi sahibi, aşka aşık köleler, ezilenler; tam bir zıtlıklar şehri. Bunca zıtlık içinde yazar, bir köpeğe de değer biçer; sadece köpek diyip geçmez ona, önemli bir isim de verir ki o isim, bir nevi anahtar rolü görür kitabın ilerleyen bölümlerinde.


Yazar Roma’yı Roma yapan değerleri bu ihtişam düşkünü ve ezilen insanlarla birlikte yüceltiyor; kimi zaman bir köleyi okurken Sokrates’i görüyoruz. Yeri geliyor, bir diğer köle, akılcılığı ön plana çıkaran Aristo kılığına bürünüyor, adı her ne kadar Simonides olsa da. Onlara, yaptıkları işin neden sanat olmadığını sorgulayan lahit kopyacısı Efesli Linus eşlik ediyor ve inancın kötü ellerde nasıl bir çıkar nesnesine dönüştüğünü gösteriyor tapınak kandilcisi Feliks.


Her devirde olduğu gibi inançları sömüren bir kitle bulunuyor, halkın çaresizliği onlar için bir fırsata dönüşüyor. Öyle komik durumlar ortaya çıkıyor ki, baş kâhin bile kendi söylediğine gülmek zorunda kalıyor.


Ellerindeki en büyük güç ise korku; kimsenin itiraz edemediği sadece parası ve gücü olanları koruyan bir devletle karşı karşıyayız. Fikirlerin değil bedenlerin savaşı var, halk ve yönetenler arasında. Dionysos ve Apollun’un savaşı bu bir yerde.


Bu durum bizi Nietzsche’nın Tragedya’nın Doğuşu eserine götürür. Nietzsche bu eserinde, Apollon ve Dionysos tanrılarının anlamsal açılımlarını yeniden ele alır. Apollon: Biçimin, uyumun ve kontrolün, Dionysos ise taşkın ve coşkun duyguların, tutkunun simgelendiği iki kavram olarak göze çarpar. Nietzsche'ye göre bu iki öğe, tabiatın yaratış/yıkış süreçlerini devindirir; yeniden ele alıp yorumladığı bu iki kavramla estetik ve sanat anlayışını ortaya koyar:

“Mantıksal bir çıkarsamayla, ama sezginin anında oluşan keskinliğiyle, sanatın sürekli gelişiminin Apolloncu ve Dionysoscu bir ikililiğe bağlı olduğunu anladığımızda estetik bilimi için çok şey yapmış oluruz: Yaradılışın, bazen araya giren uzlaşmalara rağmen sürekli çatışan cinsiyetliliğine bağlı olması gibi.” (Friedrich Nietzsche - Tragedyanın Doğuşu, Gün Yay., S 7)


Kimi yorumcular tarafından Apollon-Dionysos ikililiği bir tür diyalektik olarak yorumlanmış olsa da Nietzsche, Sokrates tarzı bir diyalektik anlayışına karşı çıktığını her fırsatta dile getirir.


Kendine has bir dili olan bir yazar Nazan Bekiroğlu, kendine sıklıkla tekrar ettiği; “Sizin gördüğünüz dumanı, ateşi bendedir” sözü bu romanda da karşımıza çıkıyor. Bir perde var yazdıklarında, aralamak için ideal okur olmak icap ediyor.


“İdeal okur bir hikâyeyi izlemez ona katılır. İdeal okur metni alt üst eder. Yazarın söylediğini olduğu gibi kabul etmez. Biriktiren bir okurdur. Bir kitabın her okunuşu anlatının anısına yeni bir katman ekler. Belirgin bir milliyeti yoktur. Asla keşke demez. Kitabın karakterlerinden birine âşık olma yetisine sahiptir. Her kitabın kendisi için yarattığı kural ve düzenlemelerin acımasız bir uygulayıcısıdır.


Üç tür okur vardır: yargılamaksızın keyfini çıkaran, keyfini çıkarmadan yargılayan, sonuncusu ise bir sanat eserini yeniden üreten okurdur. İdeal okur asla sabırsızlanmaz.” diyerek kendi tanımını yapan Alberto Manguel’e göz kırpar. (Okumaların Okuması, YKY Yayınları)


Hilmi Yavuz’un “Sanat evren karşısında öznel bir duruşun ifadesidir. Ve bu, yaşama dair bir tekliftir.” ifadesi gözümüzün önüne gelir. Nazan Bekiroğlu için edebiyat kendi dünyasının kelimelere karşı duruşudur bu açıdan bakarsak.


“Bugünlerde çoğumuz pek az umutla yetinebiliyoruz. Fakat ben sizlerin okur olarak bizim eserlerimizden umut isteme hakkınız olduğunu düşünüyorum” (Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Metis Yayınları) diyen Ursula K.La Guin gibi umut gizliyor yazar, onu bulmak için de mücadeleci bir ruhla okumak gerekiyor.


Bunun yanında, romanda Nazan Bekiroğlu kıvrak bir şekilde kullandığı sözcüklerle dili yoğunlaştırıyor, öyle hemen okuyup geçemiyorsunuz. Okurken es vermeniz, cümlelerin zihninizde demlenip, beyninizin kıvrımlarında seyahatine devam etmesine müsaade etmeniz gerekiyor. Yazarın görünürde anlattığı belki Roma İmparatorluğu ama aslında buradan günceli yakalamaya çalışıyor. Günümüz dünyasının çürümüşlüğü, iktidarın zayıflığı, bilgi ve sanat sahibi olanların hor görüldüğü, geri plana atıldığı bir hayatı resmediyor.


KEHRİBAR GEÇİDİ

Nazan Bekiroğlu

Timaş Yayınları, 2021

Editör: Seval Akbıyık

605 s.

Comments


bottom of page