top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

"Böylesine saldırgan ve gürültülü sayılabilecek bir dille hiç yazmamıştım"

Ayşegül Şahin, şair ve yazar Mehmet Yaşın ile Eeen Güzel Şey adlı şiir kitabının hemen ardından yeni romanı Selam Metin, Ben Berceste odağında söyleşti.




Böylesine saldırgan ve gürültülü 

bir dille hiç yazmamıştım


Türkçe üzerine hepimizin 

daha fazla düşünmesi gerekiyor


Türk dili hakkında daha derinlemesine 

kafa yorma zamanı geldi



Geçen aralık ayında yeni şiir kitabınız Eeen Güzel Şey'i konuşmuştuk sizinle. O röportajımızda da bahsettiğimiz yeni romanınız Selam Metin, Ben Berceste geçtiğimiz günlerde raflara çıktı. 2013’te yazmaya başlamışsınız bu romanı. Süreci 10 yıla kadar uzatan sebepler nelerdi? 

Uzunmuş gibi görünen bu zaman dilimi benim olağan yazma sürecim. Romanın girişindeki teşekkür sayfasında, “Her zamanki gibi ancak on yılda bir roman yazabilmemde...” diye başlayan bir cümleyle teşekkürler sıralanıyor. İlk romanım Soydaşınız Balık Burcu 1994’te, ikincisi Sınırdışı Saatler 2003’te, üçüncüsü olan Sarı Kehribar ise 2013’te yayımlanmıştı. 



Alışılmışın dışında bir tarzı var Selam Metin, Ben Berceste'nin. Tek bir ana karakter üzerinden ilerlemiyor, parçalı örgüsüyle puzzle’ı anımsatıyor. Mitolojik anlatılar, şiirler ve denemeler de eseri zenginleştiren unsurlardan. Romanın üzerine temellendiği yapısı, kurgusu ve üslubu hakkında neler söylemek istersiniz?

Umarım, spontane bir şekilde yazma süreci içerisinde ortaya çıkan bu parçalı roman örgüsü okumayı daha akıcı yapar ve konunun bir bütün olarak anlaşılıp hissedilmesinde de zorluk çıkarmaz. Kaldı ki ilk romanımdan beri türler-arası denebilecek bir biçimde yazıyor ve edebiyatın birbirinden ayrıştırılmış bütün alanlarını bir arada kullanmaya çalışıyorum. İster istemez şairliğimden taşıdığım bir dil ve üslup da oluyor... 



Berlin, Londra, Cambridge, Üsküp, Atina ve Rodos’ta yazmışsınız romanı ama anlatıya ev sahipliği yapan esas yer, uzun yıllardır gelmediğiniz İstanbul. Önceki söyleşimizde Atina’yı İstanbul yerine ikame ettiğinizi söylemiştiniz. Asli mekân olarak tercihiniz neden İstanbul oldu? Eserin dili Türkçe olduğu için mi? Karakterlerinizden Dr. Ertan, “On beş milyonluk açık hava tımarhanesine döndü İstanbul” diyor ya; arızalı kişilikler hakkında yazarken daha mı ilham verici bu şehir yoksa? 

Romanın ana karakteri Türk kökenli bir Rodoslu Yunan yurttaşı ama Türkçe yazdığı için İstanbul’da yayımlanan ve yaratıcı yazın kursları tertipleyen biri. Dolayısıyla İstanbul kendisini mekân olarak zorunlu kılıyor bu karakter için. Neredeyse aynı ağırlıkta Atina ve Rodos da romanın mekânı. Daha ikincil olan mekân Güney İtalya’nın Greçia diye bilinen bölgesi. Arızalı kişilerse dünyanın her yerinde bulunabilir ve her insanda bazı kusurlar bulunur. Ancak bana öyle geliyor ki “arıza” durumunun kendisi İstanbul’da köklü bir konumda olduğu için “arızalı kişiler” de seri üretim halindedir. 



Saydım, “İstanbul’a dönmek/dönmemek” ifadesi beş kez geçiyor romanda. Henüz çıkmış, dumanı üstünde tüten iki yeni kitap, İstanbul’da bir okur buluşmasına kapı aralar mı?

İnşallah, İstanbul’da bulunmanın insanlara ferahlık, keyif, özgürlük, güvenlik, iyilik hissi ve yaratıcılıkla dolu hevesler vereceği günler de gelir bir okur buluşması için. Ama internet üzerinden bir buluşma her zaman mümkün tabii.



Giriş kısmında belirttiğiniz üzere taşkın, esprili ve deli dolu bir kitap Selam Metin, Ben Berceste. Aynı zamanda “kızgın haykırışlar da sel gibi boşalıyor” sizin deyiminizle. Kadın haklarından toplumsal cinsiyet kimliklerine, evlilik kurumundan aile meselelerine, ilişkilerden maço erkek düzenine, Türkiye’nin ve Türkçenin halinden ötekileştirilmeye... Kitaptaki tüm karakterler, bir eleştiri bombardımanında bırakıyor okuru. Bazılarının bunu rahatsız edici bulabileceğini ifade etmişsiniz, peki yazarı açısından rahatsızlık verici miydi bunları kaleme almak?

Yazarken benim de rahatsızlık duyduğum doğru, hem de fazlasıyla. Okurlar “ben” diye konuşan anlatıcı kişiyi genellikle yazarla özdeşleştirdikleri için duyduğum tedirginlik de ayrı. Böylesine saldırgan ve gürültülü sayılabilecek bir dille hiç yazmamıştım. Zaten hepsi anti-kahraman olan roman karakterlerinden başlıyor rahatsızlık meselesi, ki onlar da romandaki bu dille konuşuyorlar gerçek hayatta. Daha önce sorduğunuz İstanbul’a dönememe sorusu da bununla alakalı sayılabilir. Türkiye’ye egemen olan bu feci dil içinde nefes alamıyorum, Türkçenin bir şairi ve yazarı olduğum halde.



Anne-kız simbiyozu, kitabın dikkat çektiği sorunlu ilişkilerden. Bu konu, hangi yönüyle roman yazdıracak kadar etkiledi sizi?

Neoliberalizm çağına göre ele alınan aşk, kadın-erkek ilişkileri, kişisel gelişim, feminizm, eril dil ile iktidar dili, yaşlanmazlık fenomeni, aile içi otoriteler vb. konular açısından anne-kız simbiyozu ilginç olduğu gibi daldan dala sıçrama imkânı da veriyordu, ilkçağ tragedyalarından psikoterapi seanslarına kadar... 



Yazdığı dille kavgalı yazarlar var kitabınızda. Dil meselesinin üzerine düşen/düşünen bir şair ve yazar olarak; günümüz Türkçesine olan kızgınlığınızın nedeni “gittikçe daha buyurgan ve hakaretamiz bir konuşma dilinin yaygınlaşmış olması” mı?

Alıntıladığınız roman cümlesindeki vurgulanan nokta işin bir yanı. Sanırım Türkçe üzerine hepimizin daha fazla düşünmesi gerekiyor. Nasıl bir dil yapısı, konuşma tarzı, söz dağarcığı bu derece otoriterleşmeye, lümpenleşmeye kapı açmış... Dil meselesinin aslında linguistik olmaktan ziyade kültürel olduğunu da hatırlayarak Türk dili hakkında daha derinlemesine kafa yorma zamanı geldi, ki Selam Metin, Ben Berceste tam da bunu yapan bir roman.


 

Tayfun karakteri, “Aman bu memleketin bilemediğim yasakları, kutsal şeyleri, şurada buradaki gizli trolleriyle uğraşmayayım” diyerek Facebook dahil tüm sosyal medya hesaplarını kapatmış bir yazar. Sizin de sosyal medyayla aranıza mesafe koymanızın gerekçeleri Tayfun’la aynı mı?

Sosyal medya üzerinden kurulan temaslara karşı değilim ama eski zamanlardaki gibi göz temasını tercih ederim. Şimdi X’e dönüşen Twitter, Instagram hesaplarım hiç olmadı. Kendi adımla Facebook hesabım da yok. Bazen kitap yayınları, edebiyat etkinlikleri olduğunda ister istemez sosyal medya paylaşımları oluyor şüphesiz. Ayrıca Türkçeden çok İngilizce ve Yunanca oluyor. Bununla beraber kendimize dair temayüller bir roman karakteriyle özdeşliği göstermez. Doğrusunu isterseniz, çevremizden, farklı insanlar hakkındaki gözlemlerden daha çok yararlanırız bir karakter yaratırken.  



Ve son soru... Kitabın başında, yaşadığınız özel bir ilişkiden bahsediyorsunuz: “Tarif etmekte zorlandığım bu gönül bağı bir trafik kazasında beklenmedik biçimde ölümüne dek sürecekti.” Bu ilişki için kullandığınız “aşkı aşkın” ifadesinden çok etkilendim. Hayattaki ‘eeen güzel şey’lerden biri de kalpten kalbe bu kadar derin bir bağ kurabilmek sanırım. Kavuşamamaya, mesafelere, başka ilişkilere rağmen görünmez ipleri kopmayan, aşkı bambaşka boyutlara taşıyan bir bağ... Yazması acı verici olsa da; bunu konu alacak novella bir gün gelecek mi?

Yazılan ve yazılamayan her şey Selam Metin, Ben Berceste kurgusunun bir parçasıdır ya da kurgusallık sınırlarındadır. Bir noktadan sonra kendimizi yazının kurallarına teslim ederiz. Yazı aklımız ile kalbimizi birbirine bağlayarak başka hayatları canlandırmamızı sağlar. Böylece her yazdığımız kitapla başka başka hayatlar yaşarız. Kurguladığımız öteki hayatlar kendi kişisel hayatımızdan daha gerçek olur.

Comments


bottom of page