Orhan Pamuk, saf ve düşünceli romancı
Nihat Kopuz yazdı: "Romanlar, hayatın tekrarıdır Pamuk’a göre ve hayatı roman ölçüsünde kuşatabilecek, ona roman derinliğinde nüfuz edebilecek başka bir tür de yoktur."
Harvard Üniversitesi, her yıl, dünyaca ünlü bir yazarı, kendi sanat anlayışını sunması için davet eder. Norton Dersleri adını taşıyan bu konferansların 2009’daki konuğu Sayın Orhan Pamuk’tu. 2011 yılında ise bu konuşmalar kitaplaştırıldı. (İletişim Yay. 1.Baskı 2011, Editör Bahar Siber)
Harvard’ta verdiği Norton’ları “romanlar ikinci hayatlardır” cümlesiyle açar Orhan Pamuk. Ona göre, başka hiçbir türün başaramayacağı güçte hayata yaklaşır romanlar. Kırmızı ışıkta beklemek de, bir bardak su içmek de, baharda güneşe çıkmak da, başınıza çeşit çeşit işlerin gelmesi sonucu felakete sürüklenmek de hem hayatın hem de romanların konusudur. Romanlar ikinci hayatlardır derken anlatmaya çalıştığı şey de budur. Romanlar, hayatın tekrarıdır Pamuk’a göre ve hayatı roman ölçüsünde kuşatabilecek, ona roman derinliğinde nüfuz edebilecek başka bir tür de yoktur.
"Roman Okurken Kafamızda Neler Olup Biter" başlığını taşıyan ilk bölümde, hem okurları hem de roman yazarlarını “saf” ve “düşünceli” olmak üzere ikiye ayırır yazar. Bir yazarın romanını kaleme alırken kullandığı teknikleri, kafasında yaptığı işlemleri, roman sanatının ona sunduğu vitesleri, el frenlerini fark etmeden kullanması onun “saf” davrandığını gösterir. Bunun tam tersi konumda olan yazarlarsa, yani romanını yazarken türün ona sunduğu imkânlardan haberdar olan yazarlar, “düşünceli” olanlardır. “Buna rağmen” der Orhan Pamuk, “romancılık, aynı anda hem saf hem de düşünceli olma işidir.”
"Edebi Karakter, Olay Örgüsü, Zaman" adındaki ikinci bölümde, hayatı ciddiye almayı, gençliğimde romanları ciddiye alarak öğrendim diyen Orhan Pamuk’a göre romanlar, özgürlüğe açılan kapılardır. Onların içine daldıkça bireyselleşiriz, bireyselleşmekse bizi birtakım tahakkümlerden uzaklaştırır. Roman okuya okuya sadece otoritelerin değil -din, paşalar, padişahlar, emirler- bizim kendi âlemimizin ve kararlarımızın da önemli olduğunu kavrarız.
Orhan Pamuk’a göre romanlar, hayatı anlama bakımından bizi dinin emir ve yasaklarından ve felsefenin zorluklarından kurtarır. Bu nedenle romanlar hayatı anlamanın en liberal ve en modern yoludur.
"Kelimeler, Resimler, Şeyler" adını taşıyan başlıkta Orhan Pamuk’un yaptığı bir diğer ayrım da kelimesel olan yazarlarla görsel olan yazarlardır. Okumaya başladığımızda içinde kendimizi adeta kaybettiğimiz, hayatın ve insanın sınırlarına sarsıla sarsıla ulaştığımız Dostoyevski romanları görsel değil, kelimeseldir. Buna karşın, aynı sarsıcılığa yer yer sahip ve aynı dönemin yazarı olan Tolstoy, bilginin aktarımında Dostoyevski’nin aksine görseldir. Bu bakımdan Tolstoy’un odaları eşyalarla tıkış tıkış doluyken Dostoyevski’ninkiler neredeyse tamamen boştur.
Pamuk’a göre, görsel aktarımlar, metinlerin sarsıcı taraflarını bize hatırlatmayı kolaylaştırır. Kelimesel yazarların metinlerindense bize görüntü adına pek az şey kalır. Yalnız, bir şeyin daha altını çizmek ister Pamuk, görsellik ve kelimesellikte genel bir ayrım yoktur. Her yazar bir taraftan görselken diğer bir taraftan da kelimeseldir. Buradaki ayrım dozun miktarıdır.
Homeros’u görsel yazarlar arasında görürken Benim Adım Kırmızı’yı kaleme alırken bir hayli yararlandığı Şehname’nin yazarı Firdevsi’yi kelimesel yazarlar arasına koyar. Pamuk’a göre, İngiliz şair ve denemeci Coleridge, şiirlerinde görsel düzyazılarında ise kelimeseldir.
Orhan Pamuk’un romanın ne olduğuna dair inancı onun görsel bir anlatım türü olduğu yönündedir. Bir roman en çok görsel zekâmıza seslenerek kelimelerden resimler hayal etmemizi sağlar. Roman yazmak Pamuk’a göre, kelimelerden resim yapmaktır, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimler canlandırmak.
Resimle şiiri, resimle romanı birbirine yaklaştırmaya çalışan Pamuk, romanlar da tıpkı resimler gibi dondurulmuş olanı gösterir, der. Romanın resimden farkı ise onda bu dondurulmuş olandan bir tane değil, binlerce, on binlerce olmasıdır.
Comments