Öykü: Boş Başağın Masalı
"Tanrıyı da hiç görmemiş, kız kısmı başını kaldırmaz ya göremez demiş tanrıyı. Tanrı erkek midir yoksa?"
Mehriban Demir
Ölü kaderler doğuran coğrafyamıza
Menevş, menekşeden bozma bir isimdir ki anası öyle demiş, menekşe, Menevş olup kalmış. Henüz on yedisine varmamış ince yüzlü, esmer bir kızmış. Mavi gözlerini katran karası sürmeyle buğularmış. Buğday tarlalarının bitiminde bir küçük köyde doğmuş, genç kız olmuş da köyün dışındaki taş köprüyü yalnız şehir merkezine indiği zamanlarda geçermiş. O zaman da bir büyüğün peşi sıra yürür, nerde olduğunu anlamadan kumaş dükkânına girermiş. Dükkâna girdiler mi artık kafasını kaldırıp bakabilirmiş etrafa. O zaman tezgâha serilmiş, bazısı askıyla tavandan sarkıtılmış kadife, krep, kanvas, viskon ve daha nice kumaşa hevesle bakarmış. Bakarmış ya kimse sormazmış hangisinden istediğini. Ona sorulsa neler seçermiş ah!
Öbür kızlar gibi o da işten başını kaldırmazmış hem kaldıracak olsa tekdir yiyeceğini bildiğinden başı hep önde yürümüş. Başının hemen üzerinde uzanan göğe hiç anlam verememiş. Nasıl bir kubbeymiş ki bu? Sonsuz… Anlamamış, sormamış da. Tanrıyı da hiç görmemiş, kız kısmı başını kaldırmaz ya göremez demiş tanrıyı. Tanrı erkek midir yoksa?
“Bu nece söz arsızı?“
“Bir kendini bilmez işte.”
“Ne hayâ ne edep!”
Yaz gelip de başaklar sarıya kesince hardal renkli bir denizi andıran tarlada biçme işi başlarmış. Bu zamanlar halı dokuma tezgâhından tarlaya sürülürmüş Menevş. Gözlerinde bir gıdım heves… Bir ses gerek ya bir nefes… Zaman geçmiş, zaman söğüt dalından aşağı esip geçmiş. Bulmuş aradığını Menevş. Boyu sidre, gözleri iki kızıl alev topu olan Aziz’i bir gün toprak yolda görmüş.
“Aziz namlı ailenin evladı!”
“Dedesi yedi köy almış da fakire fukaraya pay etmiş zamanında.”
“Boy bos, toprak para varsın olsun anam, adamın gönlü hovarda olunca neye yarar?”
Sıcak bir rüzgâr çok ötelerden, Yonca köyünden bu yana esmiş; tarlaları aşarak avuç içlerine, gözbebeklerine bu adamın fikrini serpmiş. Kaldırmış başını ilk defa.
“Genç kızlığını bil soyka! O başını öyle dikme, ne o erkek mi arıyorsun kız?”
“Kadınlık ahan da şu buğday gibidir. Yemyeşildir, tazecik. Layıkıyla durdu mu bu başak gibi yetişir, bulur kısmetini ahan böyle doldurur önünü bereketli tanelerle. Bereketlidir kadın. “
Böyle demiş anası. Böyle demiş köylü kadınlar.
“Baba kapısından alnı açık çıkmalı kız kısmı. Elinden her iş gelmeli a canım. Tarlaya koşmalı, bağa koşmalı. Çocuğu yedirmeli, kocayı bir güzel tutmalı. Gerisine de kadın mı denir bacım?”
Başı önünde tutmuş bu sözleri Menevş. Tutmuş tutmasına da görmüş bir kere Aziz’i. Görünce uçuvermiş kızca aklına kazıdığı öğütleri. Tarlaların bitimindeki taş köprüye çıkmış, beklemiş. Suya yansımış yüzü, harelenmiş yanakları. Aziz gelmiş, durmuş yanında. Yansımış onun da yüzü suya. Köprü taştan bir köprü, saklamış köylülerden onları. Köylüler ki katırmış inatları. İnançları muhkem bir çiviyle çakılmış kafalarına.
Aziz adını seslenmiş Menevş’in, tarla kuşlarını uçurtmuş bir bir.
“Göğsümün ortasından bir at koşuyor senden tarafa, alnı kınalı beyaz yeleli bir at.” demiş Aziz. Menevş’in karnında onlarca serçe kanat çırpmış. Utanmış, sivri çenesinde arzu tomurcuğuyla durmuş öyle. Köylüler görmemiş, saklamış onları taş köprü.
Yaz bitmiş, harman yerinde çocuklar kalmış oyunlarıyla bir de köyün delisi. Menevş’in başı dik.
“Kime kız bu cilve, makul ol. Böyle hoppayı kim alır.”
“Taş köprüde mi ne görmüşler o delikanlıyla vay düşmanımın başına. Allah sakınsın kız kısmını, namus derdiyle sınamasın amanın.”
“Kısmet evde beklenir ya bu kız taş köprüde ne yapar o kadar?”
“Yok, bunun yolu çoktan belli; dediydi dersiniz akıbet.”
Sesleri almış rüzgâr, yetiştirmiş her bir kulağa. İki âşığı gören her göz, duyan her kulak ayan etmiş bu sevdayı. Sevda değil ya katran karası günahmış. Rüzgâr sesleri almış, tarlalardan kavaklardan sürüp götürmüş. Bir odaya almışlar, ıslak sopayla her yerini çürütmüşler. Arzu tomurcuklarının filizlendiği çenesi düşmüş dizine. Gidememiş taş köprüye, duyurmamış rüzgâr sesini Aziz’e. Bir gün on günü bulmuş on gün bilmem kaçı... Gelmiş Aziz bir akşam. Gel demiş, uzatmış pencereden elini. Tutmuş bu eli Menevş, akşam ezanına doğru geçtiklerini görmüşler taş köprüden.
Günler geçmiş, hareli hevesleri taptazeymiş henüz Menevş’in. Bir göz olan odasına tavandaki boşluktan bir sütun gibi ışık yansımış. Aziz’i bazı dizinde bazı tenhada bir başına otururken görmüş. Köprüyü ansımış, Aziz’in dudağından kana kana içtiği pınarı. Soramamış, ya neden artık bakmaz mavi hareli gözlerime dememiş, durmuş yalnızca. Boyuna halı dokumuş. Gözlerinin ferini almış motifler. Bereket, bukağı, göz, akrep… Sıra sıra işlemiş motifleri. Günler geçmiş, başak gibi serpilmiş Menevş, boş bir başakmış. Ne yazık!
“Anasının atasının yüzünü karaya çıkardı da hayır mı buldu? İyi gördü gününü.”
“Olmuyormuş çocuğu.”
“Rabbim böylesine evlat mı verir a bacım?”
“Ne yapsın koca böyle karıyı, erkek dediğinin soyu sürmeli.”
Rüzgâr almış bu sözleri götürmüş Aziz’in kulağına. Aziz mert, Aziz sevdalı ya serde erkeklik var. Soyu sopu yürümeli. Bir kızdan önce gelir erkeğin namı. Böyle düşünmüş, karara varmış. Bir akşam Menevş’le yaşıt bir kızla gelmiş eve. Küçük yamalı bohçasında birkaç öteberi… Almış Menevş’i salonun öte ucuna, büyük odayı kurmuş bu ince boyunlu kıza. Menevş bilmiş nedir kuma.
Zaman hiç durur mu, durmadan akmış, kar suyu katılmış bir dere misali kâh çağıldamış kâh durulmuş. Çocuğu olmayanın sevdası kaç akçe edermiş. Gönül işiyle yürüseydi anam bu işler demişti ya köylüler, dinlememişti. Öğrenmiş de ömür çiçeğini soldurmuştu bir kere. Aziz’in hareli hatırası sönmüş. Gözünün mavisi bulanık mı bulanık bir su oluvermiş. Halı dokuyan eli kuru bir dal olup yana düşmüş. Odanın bir köşesinde halı dokuma tezgâhı, camda menekşesi, bir de durmaksızın tellendirdiği sigarasıyla soldurmuş ömrünü. Toplamış etrafına kız çocuklarını. Öğüt vermemiş hiç. Yalnız boyuna meseller anlatmış. Simurg’u küçük kız çocuğu belleklerine bir halı motifi gibi işleyip durmuş.
Comentarios