Öykü: Nebbaş
"Yolunu çevirip soracak olsalar şeytana, şeytanlığını yapar: 'Görmedim, bilmiyorum, yapmasaydı, zorla mı yaptırdım.' der. Satıverir oracıkta Ademoğlunu. Ademoğlu öyle midir ya nefsini temize çekiverir de 'şeytana uydum yaptım' der gösterir o da şeytanlığını."
Elmas Tunç
Sizlere birazdan nakledeceğimiz vaka, hazin bir günahın, ibret dolu neticesinden ibarettir. Dinleyenler tarafından kimi cihetlerden muğlak karşılanan bir hadisedir. Hatta müspet ilimler nazarında tam bir deli saçmasıdır. Elbette inanıp inanmamak size kalmış. Dededen toruna anlatıla anlatıla belki de sözün özüne su katıla katıla günümüze dek ulaşmıştır.
Vakıa, olayı, zavallı Salih'ten bizzat dinlemeniz de pek mümkün değildir. Zira muhayyilesi zedelenmiştir. Sadece hatırladığı, güneşin bir mızrak boyu yaklaşıp tenini harladığı sonra da tere buladığıdır. Ağzından peltekçe ve şuursuzca "güneş yaktı, güneş yaklaştı, Salih gazaba uğradı" gibi kelimeler dökülür. Öteden beri kimseyle pek konuşmayan bir gençtir esasında. Lakin bu cümleler dışında hepten konuşmaz olur. Aklını alıp onu divaneye çeviren -biraz sonra anlatacağımız- pek müthiş bir vakadır. Halkın sonradan sonraya dillendirdiğine göre meczup olmuştur Salih, yaşadığı şedit korku hasebiyle. Kimin naklidir, rivayet sahipleri, emin kimselerden midir bilinmez, isimleri de zikredilmez. Fakat teferruatıyla nakledildiğine göre bu batıni hadisenin zihinlerde faraziye olarak ete kemiğe büründürüldüğü de muhakkaktır.
Anlatıldığına göre mezarlık civarında perişan bir halde ardına baka baka koşarken görülmüş. Âdeta kaçar gibi... Bu elim vakayı, buyurunuz bir de bizden dinleyiniz olaylara vâkıf olmanız açısından. Hâli hal değilmiş Salih'in, dediklerine bakılırsa. Sıtmaya tutulmuşçasına titrer dururmuş. Sanki başka biri gelmiş onun yerine; bedenine kurulmuş o gün bugündür. Aklı firar edenlere mahsus tuhaf hallere bürünmüş. Gözleri yuvalarından fırlamış bir şekilde ve insanı tedirgin eden bakışlarla mütemadiyen koşuyormuş. Gece karası saçları apakmış. Salih için şehadet edenlerin beyanları, ne noksan ne fazla; tam da bu şekildedir. El alem tarafından ilk başta cin çarpması sanılsa da işin rengi sonradan belli olur.
O lanetli gecenin evveline dönecek olursak, Salih, gassaldır esasen. İstanbul'da Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilecek olan mevtaları gasilhanede yıkayarak öte aleme pirüpak bir vaziyette hazır eder. Bundan mütevellit, kimin ağzında altın dişi vardır bilir. Öte tarafa tek götürülen dünyalığın peşindedir. Bu yola meyletmesinin sebebi hikmeti, babası Çolak Rıza'nın haram lokmasının tesiri midir yahut kendi aç gözlülüğü müdür orası muamma...
Bedenin uykuya teslim olduğu vakitlerde o da nefsine teslim olur tam bir gassal gibi. Nefsi buyurur, o söker altın dişi taze ölünün ağzından. Bunda şeytanın iğvası da vardır elbet. Lakin yolunu çevirip soracak olsalar şeytana, şeytanlığını yapar: "Görmedim, bilmiyorum, yapmasaydı, zorla mı yaptırdım." der. Satıverir oracıkta Ademoğlunu. Ademoğlu öyle midir ya nefsini temize çekiverir de "şeytana uydum yaptım" der gösterir o da şeytanlığını. Neyse efendim sadede gelelim. Çok söyleyip bezdirmeyelim.
Kiramen Katibin değiliz. Millet yine bildiği gibi söylesin, biz de bildiğimizi aşikâr edelim ki okur için hiçbir cihet muallakta kalmasın; biz de böylece vebalden kurtulmuş olalım. Velhasıl gayemiz budur hassaten.
Ah zavallı Nebbaş Salih! Yalnızca ayın şavkının etrafı aydınlattığı o malum gecede, el ayak çekilince, gündüz yıkayıp kefenlediği mevtanın kabrini kazma kürekle açmaya koyulur. İlk vukuatı değildir kendisinin. Hiç kimse onun gibi kendi halinde bir gassaldan şüphelenmez. Ölüye el uzatmak kimin haddine! Beşer bir kez şaşmaya görsün işte! Nerede kalmıştık! Efendim vefat eden zat, eşraftan namlı ve mütedeyyin bir tüccar olan Altunizade Refik'tir. Kimsenin hakkını yediği ne görülmüş ne de duyulmuştur. Tadili erkân sahibi bir muhteremdir kendisi. Hak vâki olmuş, ecel onun da kapısını çalmıştır. Ağzında, ayın on dördü gibi parlayan iki altın diş, Salih'in iştahını kabartıp nefsini galeyana getirir.
Cırcır böceklerinin nağmeler