top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

“Romanda Hesaplaşma” ve 50 yıl sonra bir hesabın sağlamasını yapmak

Hasan Öztürk, Naci Çelik’in 1971 tarihli “Romanda Hesaplaşma” adlı kitabından yola çıkarak edebiyat ve eleştiri üzerine eski defterleri açıyor, eskimeyen tartışmaları yeniden gündeme getiriyor.

Hasan Öztürk

Romanda Hesaplaşma1, çeyrek yüzyılına varmamış bir sinemacının ses getirmiş kitabıdır. Kitabın yazarı, Naci Çelik (d.1947), film çalışmalarının öncesinde adını edebiyat eleştirileri ve dergiciliğiyle duyurmuşken sonrasında film ve belgesel yapımlarına yönelmiştir. Kitabın, yayımlandığı yıllarda ses getirmesinde, iddialı yargıları yanında yazarının ‘Tahirîler’ olarak bilinen Kemal Tahir okuluna kayıtlı olmasıyla “Türkiye Defteri”2 adlı, zamanında sözü edilmiş bir derginin yönetiminde yer alması da önemlidir. Devamı kitap olarak gelmemiş edebiyat yargılarının bugün için nesnelliği aşan afakîliği ve ön yargıyı geride bırakan karakuşî hükümleri bir yana kitabın, yakın bir zamanda yargıyla yüzleşen yazarını da yanıltan değerlendirmeleri vardır. İddialarıyla anılması gereken “hesaplaşma” kitabı, bir tarihtir artık.

Doğrusu, kıskanılacak bir gençlik cesaretiyle karşı karşıya olduğumuzu açıkça söylemeliyim. Çeyrek yüzyılına varmamış bir yaştaki eleştirmenin, edebiyatımızda şöyle böyle yüz yıllık bir geçmişi olan ‘roman’ mülküne söz yerindeyse ‘destursuz’ girişi Romanda Hesaplaşma, tartışmasız bir Kemal Tahir kutsaması ve bu çabanın somutlaşması uğruna başkalarının yerle bir edildiği bir tür ‘hırpalama’ kitabıdır. Kitabın döneminin düşünce ortamına bakan herkesin sinemadan siyasete, edebiyattan yayıncılığa hemen her alanda Kemal Tahir adıyla karşılaşacağı açıktır. Hemen belirteyim, bu yazının derdi Kemal Tahir değil, başka bir şeydir. Naci Çelik de dergi, edebiyat ve sinema çalışmalarında çok şeyler öğrenmiştir ustasından, özellikle de roman konusunda, bunu kendisi de söyler. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim; şairin, “Dünyayı iki şeyden/ İbaret bilirim ben;/ Biri, her şey olan sen!/Biri, sen olmayanlar!” dizelerini andırır biçimde, roman haritamızı “her şey” olan Kemal Tahir portresiyle kuşatabilmek için başka romancıları görmezlikten gelmek gayretkeşliğidir.

Naci Çelik’in Romanda Hesaplaşma kitabını dikkatli okuyanlar, eleştirmenin roman konusundaki buyurgan dilini bir yerlerden anımsayacaklardır. Bu dil, tartışmasız Cemil Meriç dilidir. Cemil Meriç’in roman, romanımız ve romancılarımızla ilgili yazılarını okumuş olanlar, iki keskin dilin benzerliklerini göreceklerdir. Adı geçen “hesaplaşma” kitabını okuduğumda -Cemil Meriç’in sözünü ettiğim yazılarını okmuş birisi olarak- dostu Etienne de La Boetie’nin Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev kitabını Montaigne’in yazdığına benzer bir kuşkuya kapıldığımı söylemeliyim.3 Neyse ki eleştirmenin kitabından bir yıl sonra kitap hakkındaki yazısında Cemil Meriç, “Arada bir horluyor” diyerek paylar Naci Çelik’i.4

Romanda Hesaplaşma kitabının içindekilere geçmeden1917 doğumlu Cemil Meriç ile 1947 doğumlu Naci Çelik’in roman, romanımız ve romancılarımızla ilgili yargılarındaki benzerliklerinden söz etmek istiyorum. Sözünü ettiğim benzerliğin, iki yazar/eleştirmen arasında tesadüfi ya da kişisel yakınlaşma olmayıp yetmişli yılların başında, “muhtıra” ile biyolojik ve ideolojik varlığı hayli örselenmiş bir kesimin rol almak istediği sahnede Kemal Tahir’in ve benzer başkalarının öncülük ettiği yeni bir zihniyeti yansıttığını düşünüyorum.

Naci Çelik ile Cemil Meriç’in edebiyattaki ortak tutkusu tartışmasız Kemal Tahir hayranlığıdır, her ikisi için de Türk romanı demek Kemal Tahir demektir. Her iki isim de Kemal Tahir’in büyük romancı olduğunu gösterme çabasındadır ve başka romancıların adlarını çoklukla hırpalamak ya da eleştirmek gerekçesiyle anarlar. Bu bağlamda iki ismin de hedefinde Yaşar Kemal vardır, romanlarının eleştirilmesinden çok itibarsızlaştırmadır romancıya yapılan. Neyse ki genç eleştirmen hakaret etmez yazarlara. İki ismin de edebiyata, özellikle de roman türüne bakışı estetik/sanatsal yaklaşımla değil didaktik/ideolojik kaygıyladır. Bu nedenle de birey odaklı olan ve toplumcu söylemi olmayan ‘sanat’ romanlarını okuyamaz hiçbirisi de. Onların bu yönelişlerinde Kemal Tahir’in ‘sosyolojik çerçeveli’ bakışının etkili olduğu açıktır ayrıca Cemil Meriç’in ‘didaktik’ edebiyat anlayışında Raif Necdet Kestelli’nin Hayat-ı Edebiye (1922) kitabının (Edebiyat Hayatı, 2012) önemli payı olduğu bilinir.5 İki ismin de eleştirilerinin hedefinde solcu/sosyalist/Marksist çizgideki romancılar vardır çünkü kendisi de Marksist çekirdekten büyüyüp gelişmiş ancak yorumu farklı Kemal Tahir’in ATÜT’çü ve Anadolucu söylemlerine göre anılan çizgideki yazarlar iyi roman yazmış olsalar bile romancı sayılamazlar çünkü “insanımıza” yabancı kalmışlardır. Genç ve yetişkin olan iki isme göre de Peyami Safa, güven vermeyen ‘karanlık’ bir adamdır. (Tanpınar da aynı kanaattedir.) Değerlendirmelerinin titiz bir okumasıyla roman hakkında yazılar yazan iki ismin de roman türüne içten içe karşı oldukları görülebilir çünkü onlara göre roman Batı kültüründen gelen bir türdür, bizim geleneğimizde romanın yeri yoktur.


Kitabın içindekiler

Başlangıçtaki “Açıklama” yazısının ardından kendi içinde alt başlıkları da olan dört bölümlük Romanda Hesaplaşma, yüz otuz üç sayfalık mütevazı bir kitap. Kitabın sonundaki “Yararlanılan Kaynaklar” başlığını, iki bakımdan önemli görüyorum. Birincisi, hayli iddialı kitabın bu mütevazı kaynakçası, kitabın yayımlandığında ses getirmesine açıklık getirebilir. Düşününüz ki Abdülhak Şinasi Hisar ve Kemal Tahir’in yazıları henüz kitaplaşmamış, Fethi Naci’nin 10 Türk Romanı ile Baha Dürder’in Roman Anlayışı adlı kitapları, Romanda Hesaplaşma ile aynı yılda basılmıştır. Sonrakiler bir yana; 50 Yılın Türk Edebiyatı (1973; Rauf Mutluay), Roman Kavramı ve Türk Romanı (1977; Hilmi Yavuz), Türk Romanının Doğuşu (1978; Güzin Dino), 100 Soruda Türk Romanı ve Toplumsal Değişme (1981; Fethi Naci), Roman Sanatı (1982; E. M. Forster, çev. Ünal Aytür), Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I (1983; Berna Moran), Cumhuriyet Dönemi Türk Roman ve Öyküsü (1984; Olcay Önertoy) vb. için bile bir süre daha beklemek gerekecektir. Kitabının öncekilerinden; Roman ve Hikâye Hakkında Bir Kalem Denemesi (1933; N. Sırrı Örik), Genç Romancılarımız ve Eserleri (1937; Mehmet Behçet Yazar), Roman ve Okuyucu [ayrı basım] (1944; Sabri Esat Siyavuşgil), Roman Sanatı (1953; Kleber Haedens, çev. Y. Nabi Nayır), Beş Romancı Köy Romanı Üzerine Tartışıyor (1960; haz. Turhan Tükel), Türk Romanında Köye Doğru (1961; Gündüz Akıncı) kitaplarına bakıp bakmadığı belli olmayan Naci Çelik, mevcut kaynaklardan derlemeler yapmıştır. Mehmet Seyda’nın, Devlet Ana romanı odaklı ve okuruna, “Adeta bu kitabın reklamı, savunulması yapılmış hissini veriyor”6 olan Türk Romanı (1969) kitabının adı nedense geçmiyor kaynaklar arasında ancak kitap, “hesaplaşma” kitabının içindedir. Kitabın sonundaki “Yararlanılan Kaynaklar” başlığının bize gösterdiği ikinci bir ayrıntı da Naci Çelik’in eleştirdiği kitapların bir kısmını okumamış olabileceğine dair kuşkulardır çünkü sözünü ettiği kurmaca ve didaktik pek çok kitabın adları/künyeleri geçmez orada. Bu durumda ‘kitap nasıl yazılmıştır’ sorusunun cevabı güç ancak Behçet Necatigil, Tahir Alangu ve Cevdet Kudret okuyarak bir de Kemal Tahir dinleyerek olabilir cevap. Kayıtlarda göremedim ancak Cemil Meriç sohbetleri de katkı sağlamış olabilir kitaba.

Naci Çelik, yazıya “eleştirmen adayı” olarak başlamışken geldiği kitap aşamasının iki sayfalık “açıklama” yazısında, yazdıklarını yayımlatma sorunlarından yola çıkarak ‘roman’ ve ‘eleştiri’ hakkındaki kaygılarına değiniyor. Edebiyat ortamında “eleştirinin okuyucuyla ilişki kurmasından çok yazarla diyalog kurmasından yana” olduğunu söyleyen Çelik, roman okudukça karşılaştığı “terslikler”in kendisini “romandaki yanlışın kökünü aramaya itti”ğini söylüyor. Kendisine göre “romanın doğmadan çıkmaza girmesi batıcılıkla oluşuyor” olduğundan incelemelerini derinleştiren Çelik, çalışmasının yol haritasını belirler: “Romanın ne anlattığının daha iyi belirmesi için romancının görevini saptamak, ordan tekrar yeni çözümlemelere gitmek gerekirdi.” Tarihi “hesaplaşma” başlar böylece.


Romancının göreviyle hesaplaşma başlıyor

“Büyük romancı dayanışmalı bütünü kurunca cılız yazarları da ikinci plana itiyor.” cümlesiyle biten “Romancının Görevi” (s.13-27) başlıklı bölüm, -‘timsah’ için ‘tohuma kaçmış kertenkele’ diyen “Lehçetü’l Hakayık” yazarından esinle söylersek- halk şiirimizin ‘mani’ türünün düzyazıya kaçmış biçimidir. Şöyle anlatılıyor ders kitaplarında mani: “İlk iki dizesi, uyağı doldurmak için ya da temel düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Asıl söylenmek istenen ise son iki dizede ortaya konur.” Kitabın, “Romancının Görevi” bölümünü, ‘mani’ biçimine göre çözümlersek Kemal Tahir, dayanışmalı bütünü kuran büyük romancı olacağından son iki dizedir, ikinci plana itilen cılız yazarlar da “temel düşünceye bir giriş yapmak için” kullanılan dolgu malzemeleridir. Bir ekleme daha yaparak bu mani biçimin ‘kesik mani’ olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği üzere kesik manilerde ilk dize yarımdır. Kitabın bu bölümündeki ikinci plana itilen cılız yazarların şöyle bir uyarılanları, maninin yarım olan ilk dizesidir, paylanan ikinciler ise dolgu malzemesi ilk iki dizenin uzun olanıdır.


Roman türünün “Dekameron benzeri hikâyeler ölçüsünde tarih yazılarının” etkisiyle geliştiği bilgisiyle açılan bölüm, ansızın “Çarlık Rusya’sındaki çürümeyi karayergici bir dille anlatmış” Gogol ile Dostoyevski’ye, ardından “Amerikalının meselelerini romana sokmuş” Folkner [Faulkner, HÖ] ve sonra romanlarında “ulusunun efsanelerle örülü ağır geçmişi, sürekli bir haksızlığa uğradığı kanısı” romanlarında “karabasan -gerek, yargılama- umut karşıtlıklarıyla çizil”miş Kafka ile yani, “eserlerine ulusal birikimi koymuş” bir paragraf ile dünya romanı tamamlanıp geçilir. Roman adı, alıntı ya da başka yazarlar gerekmez burada.

Geliyoruz, “insanımızın varlığı yeni yeni duyuluyor” olan bizim romanımıza. Liste, “yıkılıştaki Osmanlı konaklısını rastlantısal olarak seçmiş” Abdülhak Şinasi ile açılır. Kendisi de “Atatürkçü, batıcı, ülkücü” Nezihe Meriç, “Cumhuriyet Türkiye’sinin Atatürkçü, batıcı ülkücü büyük şehir aydın azınlığı tipleştirir” Korsan Çıkmazı romanında ne var ki “Bilinçle ele alınsaydı Korsan Çıkmazı, büyük şehir aydınının bizim insanımız olmadığını belirtecekti.” kuşkusuz. İki romancının adından sonra, “1945’ten önceki romancılarımız ulusal birikimiyle insanı verme meselesinden tamamıyla habersizdirler” bilgisini öğreniyoruz kitaptan. O yazarlar kimlerdir ve “ulusal birikimiyle insanı verme meselesi” nedir, bilinmese de olur. Mehmet Rauf’tan işe yarayacak bir alıntı: “[K]işileri bizim tanıdığımız, çevremizde yaşayan adamlara benzeyen, olayları çevremizdekilerden ibaret olan roman ne zaman yazılacak?”

Yeniden, “hiçbir şey yapmamak için roman yazmış” Cumhuriyet dönemi yazarlarına dönüyoruz. Öncesinde, “Milli Edebiyat dönemimizin başlatıcısı sayılan romancılar, hemen hemen, sanat sanat içindir ilkesini benimseyici, çağına uydurucu sözler söylemiş” olanlara geçiyoruz. Halide Edip ve Yakup Kadri’den birer alıntı cümleyle konu kapanıyor. Bir kuşak atlayıp, “ayrı ayrı açılardan toplumsal meselelere, insanımız kavramına değinmiş” olan “1945 romancıları” kuşağına geçiyoruz. Cümlenin açılımına bir bakınız: toplumsal meseleler, insanımız kavramı, ayrı ayrı açılar… Kemal Bilbaşar, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal’den çöplenmiş birer cümle… Hazırlık aşaması tamamlandı. Kasidenin “girizgâh” bölümü olacak, “Bizi burada ilgilendiren 1945 sonrası yazarların hiçbir şey yapmamak için roman yazmaktan vazgeçtikleri.” cümlesiyle asıl mevzuya geçebiliriz.


Yazdıklarıyla “romancının günümüzdeki gecikmiş görevini” romancılara anımsatan Kemal Tahir, kuşkusuz asıl mevzudur, ‘mani’ türünün son iki dizesi yani. Hazırlık boş yere yapılmadı: “Eldeki malzemenin yetersizliği romancıya ağır şartlar altında çalışması gereğini hazırlamıştır. Romancı memleketin meselelerine bir iktisatçı, bir sosyolog, bir felsefeci gibi eğilecek; ama mutlaka bir romancı gibi bakacaktır.” Bu alıntıdaki ‘romancı’ sözünü alıp da yerine Mustafa Kemal yazsak olur mu derseniz, olur olmasına da sonu uymaz, ülkesine romancı gibi bakamaz belki Mustafa Kemal.


“Tanzimat’la birlikte büsbütün batıya yöneldik. O günlerden 1965’lere alternatif batıcılıktı.” ve devamındaki cümlelerle ‘mani’ türünün son iki dizesinin, ‘kaside’ türünün ‘methiye’ bölümüne evrilme aşamasına geçilir. Ölçü alınan 1965 yılının önemi, TİP’in 2,9 oy oranı ve 15 vekil ile Meclis’e girmesiyle olacak değilse Yorgun Savaşçı’nın yayımlanış yılı olması nedeniyledir muhtemelen. 1965 ve Kemal Tahir… Önemli, üzerinde durulmalı. Öğreniriz ki o zaman dek, “romancılarımız insanımızı aramamışlar, insanımızla diyaloga girişmeye yanaşmamışlar; batılı Türk’ün nasıl olması gerektiği yazmışlardır.” Kimdir bu gayri milli romancılar ve bizim insanımız dururken kozmopolit insanları hangi romanlarında anlatmışlar diye merek edebilirsiniz. Merakınız boşunadır çünkü Naci Çelik eleştirilerinde isim vermemiş, bu tür gereksiz ayrıntıları edebiyatın meraklı okuruna bırakmıştır.


Kemal Tahir dışındakilerin, “batıcılığa karşı çıktıklarında romancılık dünyaları yıkılacak” olduğunu bildiklerinden “batıcılığa dört elle sarılıyor” olmak dışında seçenekleri yoktur. Cumhuriyet dönemi romancıları, kişilerini büyük şehirden köye göndermişken “Şehirle ilişkisiz köy romanı 1945’ten sora yazılır.” Yaşar Kemal de “bu alanda ünlendirilmiş” bir yazardır. Dikkat ediniz, ‘ünlenmiş’ değil de “ünlendirilmiş” romancı… Naci Çelik, roman yazmış olsa bile Yaşar Kemal’in romancı olamayacağına getirir sözü çünkü bizim insanımız “özüyle sözüyle bu romanlara işlememiş” köy yaşamı “bitki adlarıyla” simgelenmiş. Ünlendirilmiş yazar, “Birtakım ilkel konuları üslûp çalışmalarıyla uzatmıştır” o kadar. “Neden-sonuç ilintisi, roman için gerekli konusal ağırlık, toplum hayatını belirleyici çalışmalar yoktur onun romanlarında.” Ya ne vardır peki, “turistik levhalar” var, iyi mi!


Enstitülü yazar Fakir Baykurt, “köy gerçeğine gereksiz simgeler katar” olmakla paylanır. “Çağımızda allegorinin [alegori, HÖ] yeri yoktur.” buyrulur ya Kafka duymasın, diyelim. Orhan Kemal ise “Eserlerini beslememesi, düşüncelerini cılız bırakması en büyük kaybı” olmakla yer alır listede. Bu kadar değil, “çarpıtılmış gerçekleri gördüğü gibi vermiş” Orhan Kemal, “işin kolayına kaçmasaydı” keşke. Zahmet edip de “Gerçeği aramamıştır.” o.


“Kemal Tahir, romanımıza gelişi bakımından köy yazarlarımızdan ayrılır.” cümlesiyle geçiyoruz kasidenin ‘methiye’ bölümüne. Fakir Baykurt, Talip Apaydın vb. yazarlar, değişik türlerde “ürün vermişler” iken Kemal Tahir, “türler arasında bölünmemiş” olmakla başarıyı yakalamıştır. Halt etmiş ‘kaside’ şairi şu yargı varken : “Kemal Tahir sezgiyle aradığı doğruları bilimle sistemleştirmiş; izlediği yolda kurduğu olguları köklü bir düşünceyle temellendirmiştir. Savlı roman konusunda onun tek ad olduğunu söyleyebiliriz. Savlı romanı batıdaki örneklerinden ayrı bir tutumla işlemiştir. Sav için roman yazmamış, roman için savı kullanmıştır. Bu bakımdan bizde romancıya düşen görevi tam anlamıyla Kemal Tahir’in düşündüğünü ve uygulayarak gösterdiğini söyleyeceğiz.” Ey okur, başka söze ne hacet!


“Batılılaşma bir kurtuluş kılığıyla memlekete sızıp batılı emperyalistlere hizmet etti.” ancak bu tehlike, Cumhuriyet döneminde bile sezilemedi. “Reşat Nuri’nin vardığı korkunç doğru, Reşat Nuri’ce yazılamadı.” Böyle bir dönemde, evinde tuttuğu kayıtlarla “onu bunu komünistlikle suçlayıp kendini satmış” Peyami Safa da, “sezdiği doğruları batılaşmanın yozlaştırdığı bir burjuva olarak hıyanetle harcamış” ve sonunda “Reşat Nuri’de yerleşir sanılan batılaşmanın eziklerinden” biri olarak kalmıştır. (Mehmet Tekin’in, “Romancı Yönüyle Peyami Safa” (1999) kitabına baktım, Naci Çelik adı geçmiyor “bibliyografya” listesinde, umarım akademisyen yazar yeni baskılara ekler bu gözden kaçmış bilgileri.)


Dönem, 1970’lerin başı… Yazar olacak kişi bilmeli ki “roman, romancı nasıl yazarsa roman öyle olur görüşünü aşmış” ve böylece “Romancının bireysel bakışı toplumsallıkla sınırlanmıştır. Ahlaki kaygılar, tanrısal değerler üzerine roman oynama çoktan doldurmuştur dönemini.” Romancı, yalnızca görevini değil haddini de bilecektir bundan böyle…


Edebiyatımızda ‘roman’ türünü arayanlar

“Romanımızın Tarihçesi” (s. 31-51) bölümünün, “Türkiye’de roman türüne, Cumhuriyet dönemi edebiyat tarihçilerinin incelemelerinden yola çıkarak bakarsak, romanımızın Tanzimat’la birlikte başladığı ve çeviriyle girdiği yerleşmiş yargısını görürüz.” cümlesi, kazın ayağının öyle olmadığına yöneliktir. Örneğin, ‘şuara tezkireleri’ eğer okuyabileceğimiz bir dille yayımlanmış olsaydı onların biyografi bilgilerinin ötesinde roman niteliği taşıdıklarını görebilirdik pekâlâ. Hayret! Roman türünün edebiyatımıza çeviri yöntemiyle girmesi, “romanımızı herhalde pek sağlam bir temele oturtmamış” olduğundan, “Bugünün sancılarını biraz da bunda aramalıyız.” Çelik’e göre. “Romanımızın ‘Avrupalı’ anlatım yerine geleneksel ve yersel söyleyişi seçmesi özlenirdi.” ya olmamış ne yazık ki. Yusuf Kamil Paşa’nın Terceme-i Telemak ile yaptığı “bağışlanamaz yanlış” bazı dil değişiklikleriyle “yabancı bir eserin dilini yerselleştirmeye kalkışmak” sonraki yıllarda “Cumhuriyet romancılarının Fransızca cümle yapısını Türkçeye yerleştirmeye kalkışmaları gibi bir şey” olmuştur. Bunun nedeni, Telemak’ın özgün anlatımını değiştirmeyle “Bir tür uygulama (adapte) [uyarlama, HÖ] roman yazılmak istenmiş” olmasıdır. Çeviri romanlar hakkında kısa bilgiler veren eleştirmene göre bu romanlar yalnızca anlatımda değil, “romancılarımızı hep ve salt batıya çevrik ürünler vermeye zorlamış” olmakla da sakıncalıdır.


Cevdet Kudret eşliğinde, sırasıyla Şemsettin Sami, Sami Paşazade Sezai, Nabizade Nazım, Mizancı Murat, Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi, Saffet Nezihi, Cemil Süleyman hakkında kısa değerlendirmelerle yeni bir yüzyıla geçerken ‘Tahiri’ mektebinden Tahir Alangu ile yola devam eden eleştirmene göre roman, Milli Edebiyat akımı döneminde “birtakım üvey evlatlar” edinmiştir ki onlar da “Osmanlının intiharını hızlandıran batılaşmanın okur-yazarları” olanlardır. Bu hayırsız evlatların pek çoğu “Cumhuriyet sofrasına buyur edilerek beslenmişler, gerçekleri gerçeklikleriyle yansıtmamaları karşılığı ders kitaplarına alınıp onurlandırılmışlardır.” Bu dönemin listesi; Sinekli Bakkal, Yol Palas Cinayeti, Sonsuz Panayır ve Tatarcık romanlarıyla “bizim romanımızda tam bir tutarsızlıklar toplamı” Halide Edip ile açılır. İkinci sırada; Kiralık Konak, Hep O Şarkı, Sodom ve Gomore, Yaban ve Ankara ile “kişisel gerçeğiyle toplumsal gereği her fırsatta birbirine karıştıran” Yakup Kadri vardır. “Az çok bağımlı olduğu için bildiği gerçekleri söylemez.” olsa da Reşat Nuri’nin, onca romanıyla devletin hazırladığı “ders kitaplarına kendi alın teriyle girmeyi hak etmiş olduğunu” söylemekte sakınca yoktur. Bu listede, “geniş bir kültür ve bilgi birikimiyle üç boyutlu bir örgü sağlarken, düşünce yazılarında budalaca savlar ileri sürmekten kaçınmamış” Peyami Safa’nın herhangi bir romanından söz edilmez. Refik Halit’in de adı geçer, romanı yazılmaz. Güzide Sabri Aygün (Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi, Yaban Gülü, Hicran Gecesi), Esat Mahmut Karakurt, Aka Gündüz, Etem [Ethem, HÖ] İzzet Benice, Mebrure Sami Koray, Muazzez Tahsin Berkant, Kerime Nadir, Mahmut Yesari gibi yazarlar, Peride Celal’in kendisini kurtarabildiği piyasa romancılığına bir biçimde eklenmiş isimlerdir. Adı geçenlerin bir biçimde uyarıldığı bu liste, “aydın-köylü çıkmazına Bozkırdaki Çekirdek’le Kemal Tahir çok yönlü çözümü getirmiş” yargısı eklenmezse eksik kalır elbette.


Her ne kadar, “Romana yaklaşan olumlu çabalar görüldü.” ise de “1960-1970 arasında yeni romancı yetişmedi.” bilgisiyle yeni bir döneme geçiyoruz. “Kemal Tahir kuşakdaşı romancılar paslı oklarıyla [ilerici, kendi tarihi ve ulusal değerini kavramış] bu hedefi delik deşik edeceklerini sanmakta” iseler de yanılıyorlar gerçeğinden Devlet Ana romanının tanıtımıyla “Romanımızın Anlattığı” (s.52-74) sorunlara geçilir.


Zehra (Nabizade Nazım), Hep O Şarkı, Kiralık Konak, Sodom ve Gomore (Yakup Kadri), Mai ve Siyah (Halit Ziya), Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan (Sabahattin Ali), Handan (Halide Edip), Sultan Hamit Düşerken, Kıskanmak (Nahid Sırrı Örik), Sözde Kızlar, Fatih Harbiye, Bir Tereddüdün Romanı (Peyami Safa), Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği (Abdülhak Şinasi), Zaniyeler (Selahattin Enis), Denizin Çağrısı (Kemal Bilbaşar), Devlet Kuşu, Küçücük (Orhan Kemal), Kimin İçin (Şahap Sıtkı), Gecenin Ucundaki Işık (Peride Celal), Aylaklar (Melih Cevdet), anlattıklarıyla çok kez yerilir ara sıra beğenilenler de olur. Orhan Kemal, “Romanı hikâye zorlaması halinde yazan” kişidir. Peyami Safa, “Bulduğu, kafasına yerleştirdiği teoriyi gelişigüzel bir pratikle tanıtmaya çalışması, vardığı doğruyu inandırıcı olmaktan uzaklaştırır.” bir yazardır. Yakup Kadri ise “romanlarında en büyük ahlaksızlığı evlilik dışı cinsel ilişkide bulunmada, toplum dışı cinsel eğilimlerde aramış” romancıdır. Mai ve Siyah, bildiğimiz bir ‘dönem romanı’ değildir çünkü “… Ahmet Cemil, arkadaşının kız kardeşi Lamia’yı sever görünse de; kendi kardeşi İkbal’e tutkundur bizce. Ancak çok ince ruhlu, şair, cinsel özlemlerinden tamamıyla uzaklaşmış Ahmet Cemil’in sevecenliğe dayanan bu sevgisi Halit Ziya’nın kaçaklığından iyice belirmez romanda.” der eleştirmen. Roman okurunun, zihnini açıp aydınlanmaktan başka seçeneği kalmamıştır. Sonunda romanımızın; “Abdülhamit II zamanı”, “doğu-batı ilişkisi” ve “törelerden kalıcı özellikleri benliklerinde toplamış romanlar” konularıyla üç grupta toplandığı “romanımızın anlattığı” bölümünde Kemal Tahir’in hemen bütün romanları, önemleri, özellikleri ve övgüleriyle yerlerine yerleştirilmiştir.


Romanda Hesaplaşma kitabında buraya kadarki roman ve romancı adlarını özellikle verdiğimi belirteyim. Başkaları da var ya Müfide Ferit Tek (Aydemir, 1918; Pervaneler 1924), Suat Derviş (Kara Kitap, 1920; … Ankara Mahpusu, 1968; Fosforlu Cevriye (1968), Memduh Şevket Esendal (Miras, tefrika: 1924; Ayaşlı ile Kiracıları, 1934), Ahmet Hamdi Tanpınar (Mahur Beste, tefrika:1944; Huzur, 1949; Sahnenin Dışındakiler, tefrika:1950; Saatleri Ayarlama Enstitüsü 1961), Halikarnas Balıkçısı (Aganta Burina Burinata, 1946; Ötelerin Çocuğu,1955; Uluç Reis, 1962; Turgut Reis 1966; Deniz Gurbetçileri, 1969), İlhan Tarus (Karınca Yuvası, 1952; Yeşilkaya Savcısı, 1955; Var Olmak, 1957; Duru Göl, 1961; Hükümet Meydanı; 1962; Vatan Tutkusu, 1967), Necati Cumalı (Tütün Zamanı, 1959), Münevver Ayaşlı (Pertev Bey’in Üç Kızı, 1968; Pertev Bey’in İki Kızı, 1969) Tarık Buğra (Siyah Kehribar, 1955; Küçük Ağa, 1964; Küçük Ağa Ankara’da, 1966), Erhan Bener (Acemiler, 1952; Gordiyum, 1956; Loş Ayna 1960; Baharla Gelen, 1969) Attila İlhan (Sokaktaki Adam, 1953; Zenciler Birbirine Benzemez, 1957; Kurtlar Sofrası, 1963; 2.cilt, 1964), Yusuf Atılgan (Aylak Adam, 1959) adları nedense hiç anılmamış kitapta.


Naci Çelik’in bazı romancılardan hangi gerekçeyle söz etmediğini en iyi kendisi bilir elbette. Anmadığı romancıları, okuduklarında göremedi ya da dinlediklerinden duymadığı için mi anmadı yoksa anmaya değer mi görmedi, bilinmez. Örneğin Müfide Ferit ve Semiha Ayverdi, “insanımız” konusunda yetersiz mi kaldılar ona göre? Suat Derviş, aykırı bir kadın, anılmaya değer görülmedi belki de. Esendal, hikâyeciliğine kurban gitmiş, onun romancı olduğu unutulmuş olabilir. Onca büyük işler varken denizlerle uğraştı diye Cevat Şakir de kenarda kalmış bir yazardır muhtemelen. Küçük Ağa romanından söz edilseydi kim bilir Kemal Tahir’e rakip bir romancı Tarık Buğra’dan söz edilecekti, olamaz bu. Tahir Alangu da Cevdet Kudret de ne yazık ki Attila İlhan’ı yazmamışlardı. Yusuf Atılgan, birkaç ömür yaşasa yazdıklarıyla gündeme alınamazdı. “Huzur (1949) doğu-batı gözlemcisi” bir roman olarak geçmekle kalır, Tanpınar’dan söz ettirmeye yetmez çünkü Naci Çelik’in dinledikleri, romancı Tanpınar okuyamazlar, onun estetik kaygıları vardır da ondan. Tahir Alangu, kitabına almıştır Tanpınar’ı ya Cevdet Kudret, kitabının yıllar sonraki üçüncü cildine “şişirilmiş yazar” olduğu gerekesiyle Tanpınar’ı almıştı, bilenler bilir.


“1960-70 arasında yeni romancı yetişmedi” diyor Naci Çelik ancak roman yazılmadı demiyor. Okumuş olsaydı, Toprak Uyanırsa (1963) ve Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1967) için ne derdi eleştirmen diye merak ediyorum. Bir de Varolmak Kavgası (1969), acaba “insanımız” konusunda yeterli hassasiyeti gösteremedi de ondan mı anılmadı diye düşünüyorum. 1970’te ödül almışken kitap olarak 1972’de basılabilen Tutunamayanlar, erken davranmış olsaydı “hesaplaşma” kapsamına girebilir miydi, hiç sanmıyorum. Tanpınar’ı okuyamayanlar Oğuz Atay’a asla tahammül edemezdi bence.


Edebiyatın tarih arşivlerinde roman

Naci Çelik, “Eleştiride Roman” (s.75-96) başlıklı bölümünü edebiyat tarihlerine ve dergilere ayırmıştır. Bu kez uyarı sırası, “romancının yaptığına değil, yapmadığına değiniyor” olanlarda, yani roman yazarlarını konu edinenlerdedir. “Başını alıp yürüyen batılaşma, Cumhuriyet döneminde, kendi gerçeklerini edebiyat tarihlerimize de aşılar.” beyanıyla açılan “Edebiyat Tarihlerinde Roman” bölümünde sırasıyla Tanzimattanberi [Tanzimattan Beri] (İsmail Habib Sevük), Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (Kenan Akyüz), Türkçede Roman (Mustafa Nihat), 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (Ahmet Hamdi Tanpınar), Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman (Cevdet Kudret), Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman (Tahir Alangu), XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı (Rauf Mutluay) ve Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (Behçet Necatigil) hesaba çekilir. Ahmet Kabaklı’nın herhangi bir kitabının anılmadığı listedekilerden Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, vize alabilen tek kitaptır. Adı geçen kitaplar hakkındaki karakuşi yargılara, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (1948; Nihat Sami Banarlı) ve Büyük Türk Edebiyatı Tarihi (1964; Vasfi Mahir Kocatürk) adlı kitapların anılmayışıyla bir de sözü edilen kitapların hiçbirinin yayıneviyle baskı tarihinin verilmeyişini eklediğinizde, eleştirmenin eleştirdiği kitapları okuyup okumadığından kuşkulanabilirsiniz.


Edebiyat tarihi çalışmalarında Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi (1925) kitabının 1931’deki zenginleştirilmiş baskısı Edebi Yeniliğimiz kitabıyla bilinen İsmail Habib, bu kitabının da yeniden yazılmışı “batıcılık konusunda hiç çelişkiye düşmemiş” olduğu Tanzimattanberi (1940) için “Överken batılı diye övmüştür sanatçıları, yererken de doğulu kaldı diye.” eleştirilir. Naci Çelik’e göre Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri yazarı “yeni romanımız konusunda en kaçak oynayan kişidir” -her ne demekse- ve kitabın yazarı Kenan Akyüz, “Abdülhak Şinasi Hisar’ı bile göremeyecek kadar miyop” olduğundan ondaki “bu gözlere edebiyat ehliyeti verilmemeliydi.” Edebiyat okurları bilirler ki ilk kez 1965’te dergi içinde, kitap olarak da 1979’da yayımlanan Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri kitabının adının devamında (1860-1923) tarih eklemesi vardır. 1883 doğumlu Abdülhak Şinasi’nin ilk romanı 1941’de yayımlanmıştır. Neyse, geçelim. Türkçede Roman kitabında Mustafa Nihat, “bizim romanımıza etkimiş” bazı romantik yazarlardan söz etmişken “Gogol’ü, Dostoyevski’yi ad olarak anmış” olmak yanlışlığını yapmıştır. Tanpınar, “bildiği gerçekleri sezdirmiş” birisi olarak “eserlerini aynı ürkeklikle işlemiş” bir de “Tanzimat’ı övmüş, Tanzimat’ı batıcı anlayışından dolayı yermiş.” olabilir ama 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, “her şeye rağmen” yine de “ağırbaşlı, zevkli emek verilmiş bir kitaptır.” Berhudar ol Tanpınar, genç eleştirmenin bu iltifatı yeter sana. Hangi kitabında ne yazdığı belirtilmeyen ancak “sağdan soldan edindiği birtakım doğruları da gelişigüzel kullan”mış Ahmet Kabaklı, “orta dereceli okullarda yardımcı ders kitabı” hazırlarken “yazarın sözcüklerine saygı duymayan” bir anlayışla Kemal Tahir’in “kırk yıllık” sözcüğü “orospu”yu, “kötü kadın” olarak değiştirmiştir. Cevdet Kudret, “kendi düşüncelerini yansıtmamasıyla silik bir eser” olarak Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman kitabını yazmış olduğundan genç eleştirmen, “Cevdet Kudret’te, nesnel olma adına yarattığı ideolojisizliği saptamak iste”miş. Edebiyat kamuoyuna ilanen duyurulur. Tahir Alangu, “kendi anlayışını yansıtan bir eser” olan Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman kitabında, “Birbiriyle ilişkisiz, hatta birbirlerine karşıt yazarları aynı nedenlerden över.” ve Alangu kitabını, “bir sanat ve düşünce anlayışının çevresinde örmemiş” olduğundan, yazarlarla ilgili yargıları da yetersizdir. Pek çok yazardan yararlanırken “zikzaklar arasında içinden çıkılmaz karışıklık” yaratan XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı kitabında Rauf Mutluay, “doğru batılaşmanın nasıl olacağını açıklamaz” ne yazık ki. Onca emeğe yazık! Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, “Bir el kitabı olmanın dar kalıpları içerisinde, edebiyat nesnelliğinden ayrılmama zorunluğunu yer yer yıkarak tek cümlelik doğruları verir.” Böylece, listenin onay alan tek kitabı olmayı başarır. Necatigil, rahat uyu!

Edebiyatı atardamarı dergilerde roman

1971’de yayımlanmış bir kitabın, “Dergilerde Kalan” başlığında roman konusuna bakarken, dergilerin roman odaklı yazılarıyla, dosyalarıyla ya da özel sayılarıyla karşılaşacağınızı düşünürseniz boşuna heveslenmiş olursunuz. Naci Çelik, “son yıllarda hareketlenen roman eleştirilerine ve geçmiş yıllardaki bir-iki fahiş yanlışı incelemeye bak”mıştır yazısında o kadar. “Türk Dili” dergisinin Temmuz 1964 tarihli sayısı ‘Roman Özel Sayısı’dır. “Yeni Dergi”nin Mayıs 1965 tarihli sayısı, ‘Romanda Bilinç Akımı’ ve Kasım 1965 tarihli sayısı da ‘Yeni Roman’ özel sayılarıdır. Hüseyin Rahmi için üç ayrı dosya hazırlanmıştır: “Yeni Adam”, Mart 1941; “Yeni Adam”, Mart 1944 ve “Yeditepe”, Ağustos 1964. İstanbul Üniversitesi adına yayımlanan “Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi” Aralık 1962 tarihli sayısını Tanpınar için ayırmıştır. “Ocak” dergisinin Temmuz 1969 tarihli sayısının dosya konusu Peyami Safa’dır. Andıklarımın hiçbirinden söz etmez Naci Çelik. Kendi adıma, Nermi Uygur’un, kendime manifesto saydığım “Romansız Yaşayamam” (Türk Dili, Temmuz 1964) yazısını okumasını isterdim. Peki, ne vardır eleştirmenin dergiler yazısında, görelim.


Listenin başında, Tanpınar’ın, Edebiyat Üzerine Makaleler kitabındaki “Bizde Roman” başlıklı yazısı ile yine onun Reşat Nuri’den söz eden, yalnızca son cümlesini alıntıladığı ancak başlığını yazmaya gerek görmediği yazısı vardır. Okuyanlar bilir: Tanpınar’ın kitabında “Bizde Roman I” ve “Bizde Roman II” başlıklı iki yazı vardır, yazıların her ikisi de “Kültür Haftası” adlı dergide ayrı zamanlarda yayımlanmıştır. Naci Çelik’in son cümlesini alıntılamak dışında değinmediği yazı, “Reşat Nuri ve Eserleri” başlıklıdır ve yazı, Cumhuriyet (4 Ocak 1957) gazetesinde yayımlanmıştır. Sabahattin Eyuboğlu ile Vedat Günyol’un birlikte hazırladıkları “Çağdaş Türk Edebiyatı” başlıklı yazı eleştirilirken “Yeni Ufuklar” dergisinin tarihi bile verilmemiştir aceleyle. Dergilerden söz edilecekken ne olduysa Vedat Günyol’un Dile Gelseler (1966) kitabına geçen eleştirmen, ‘laf olsun torba dolsun’ türünden, yazı başlığı ve sayfa numarası veremeden nara atar. Hatırlatayım, sözünü ettiği yazı 1946’da yayımlanan “Hayata Uysun Diye” başlıklı yazıdır ve ekleyeyim: Naci Çelik, Dile Gelseler kitabını okumamıştı, okuyamazdı da. Eleştirmenin listesinde, S. Eyuboğlu ve V. Günyol’un “geç kalmış izleyicisi” Hilmi Yavuz vardır: “Dergilerde yerli yersiz, bilir bilmez arka arkaya yayımladığı yazılar Hilmi Yavuz’u çok yanlış yerlere sürüklemiştir.” Hadi canım sen de! “Hilmi Yavuz’un öğretmen kılığına bürünmüş bir uzantısı” olan Atilla Özkırımlı, “Papirüs” dergisinde ( tarih yok) “Tanzimat Romanının Oluşumu” başlıklı bir yazı yazmış ancak eleştirmene beğendirememiştir. Listenin sonuna, “roman eleştirilerine son yıllarda düzensiz biçimde çevrilen Marksçı estetik kitaplarından alıntılar serpiştirmeye bayılıyor” olan Fethi Naci ile “Kemal Tahir’in sözlerini birbirine karıştır”an Fahir Onger -‘Kemal Tahir’in Sav Görünümlü Safsataları Üzerine Notlar’ için olmalı- de eklenir. Dergilerdeki roman bahsi de tamamdır, böylece. Ne güzel!


Yeniden ve asıl hesaplaşma

Kitabın sonunda, kitap adı “Romanda Hesaplaşma”(s. 97-132) bölümü var. Bölüm, öncekilere bir eklemeyle açılır: “Romanın bu eski sürdürücülerinin, romanın kaderiyle nasıl oynadıklarını anlatırken yeni yeni romana yanaşan Muzaffer Buyrukçu, Demirtaş Ceyhun ve Sevgi Sabuncu’ya da değineceğiniz. Ayrıca misafir romancı Melih Cevdet.” Romanın kaderiyle oynamak kimsesin haddi olamaz, herkes haddini bilmeli elbette ancak eleştirmen, “misafir” yazarın Aylaklar (1960) romanından beğeniyle de söz etmişti öncesinde. Neyse!


“İlahî Adalet” yazısında, Yeşil Gölge yazarı Kemal Bilbaşar, “Kemal Tahir’in son yıllardaki roman ağırlığı karşısında bunalmış, eski bildiklerini tekrar tekrar umutsuzca ileri sürer.” olmakla eleştirilir. “1945 romancı kuşağının en yeteneksiz kalemi” Samim Kocagöz, Bir Çift Öküz ile “Cumhuriyet sonrasında ‘halkçı, toplumcu, gerçekçi diye adlandırılan’ yazarlarımızın acılı sonunu” temsil eder. Orhan Kemal’in, “yorulmuş” olarak yazdığı Kaçak, “1946 romancı kuşağının allahvergisi yeteneklerini nasıl harcadıklarının, tükendikçe eski yaptıklarına nasıl çalındıklarının tipik ürünüdür.” Yaşar Kemal’in, “gerçeğin en kötü kullanıldığı” Ağrı Dağı Efsanesi’nde anlatılanlar, “incir çekirdeğini doldurmaz gerçekler” toplamıdır. Fakir Baykurt’un Tırpan’ı, “en ilkelinden bir köy romanıdır”; Yanartaş ve Süeda Hanımın Ortanca Kızı romanlarının yazarı Mehmet Seyda, “kazancı bol olmayan bir edebiyat esnafı olabiliyor ancak.” Bölümün, “Hesaplaşan” başlıklı yazısı Kemal Tahir için Büyük Mal romanı odaklı bol övgülü değerlendirmedir. “Hikâyeden Romana” başlıklı son yazı Muzaffer Buyrukçu, Demirtaş Ceyhun ve Sevgi Sabuncu’nun romana hoş gelişleri yazısıdır. Her ikisi de “bazı meselelere yaklaşmış” olsalar bile “Çok şeyleri birarada vermek” çabası Sevgi Sabuncu’nun Yürümek romanını “kopuk kopuk bir hale getirmiştir.” Muzaffer Buyrukçu’nun, Bir Olayın Başlangıcı romanı, “Yürümek’ten de karışıktır.” Demirtaş Ceyhun’un Asya romanı, “meseleleri bulandırmaktan öteye geçememiştir.” ne yazık ki. Anlaşıldı, tamamdır!


Geçen elli yıl ve hesaplaşma yanılgısı

Yazımın başlarındaki ‘yanılgı’ sözüme açıklık getireyim. Naci Çelik, misafir dediği Melih Cevdet’in Gizli Emir romanına sert eleştiriler yöneltip “Türkiyeli bir yazara, sanatçıya yakışmayacak; ilerde onu devamlı suçlu gösterecek nitelikte bir roman” demişti. Belirsizliğin yarattığı korku ülkesinin gerginliklerini anlatan Gizli Emir, eleştirmene göre “uzay ülkesinde” yazılabilirdi belki “gereksiz” bir romandı o. Yargı çok sert: “Melih Cevdet’in romanımızdaki yeri diye ters bir yerleştirme yapmaya kalkışmayacağız. Böyle bir yer yoktur çünkü.”


Naci Çelik, vaktiyle Samanyolu TV için çektiği “Tek Türkiye” dizisini, “Kürtler iyi insanlardır fakat tahrik ediliyor, kışkırtılıyorlar.” (19 Ağustos 2011) cümlesiyle anlatmıştı. (sinematurk.com/ ) Bir süre sonra Naci Çelik, adı geçen o dizinin yönetmeni olarak “14 Aralık Operasyonu” (2014) kapsamında gözaltına alındı ve soruşturma sonrasında serbest bırakıldı. Bu absürt durumla karşılaşınca bir ömrü sanata/edebiyat adamış Naci Çelik, ‘uzaylı’ saydığı Gizli Emir romanında, provalarını tamamlayıp tam da oyununu sergileyeceği gün AYOT merkezine çağrılıp saçma sapan soruşturmalarla meşgul edilirken bir fırsatını bulup kaçtığında tiyatro binasının suçluların tıkıldığı bir hapishaneye dönüştürüldüğünü gören Aktör Bilal’i anımsamış mıdır acaba?7 Kurmacanın dünyası, somut gerçeklikle ölçülemiyor işte.


Elli yıl sonra kitabını eline alan Naci Çelik, “Vay be!” diyerek sorgulamalar yapabilir çünkü her birimizin, gençlik cesaretleri ve ardından durulmaları vardır. Kitabın adı şöyle olsaydı örneğin, ben bu yazıyı yazmazdım: Kemal Tahir Cephesinden Romanda Hesaplaşma. Çelik; dergiciliğin olumsuzlukları, ustasının 1973’teki ölümü ve bilemediğimiz başka nedenlerle edebiyat yazılarından uzaklaştıysa da edebiyata yakın durdu. Çok şey öğrendiği ustası hakkında şimdiki görüşleri nedir bilemem ama dikkat ettim “Hece” dergisi ‘Kemal Tahir Özel Sayısı’(Ocak 2012) için yazı almamış kendisinden. Sağlığında roman coğrafyamıza sığdıramadığı romancının ölümünden beş yıl sonraki konuşmasında Cemil Meriç, önemli bir noktayı koymuş gibidir bence: “Büyük romancı sayılan Kemal Tahir’in de üslubu kırık dökük, deli dolu bir üsluptur. Yani Kemal Tahir büyük üslupkâr değildir. Kemal Tahir, vak’alardaki cazibe yahut ideolojik sebeplerle okunmaktadır.”8


Naci Çelik’in haklı yanları yok mu var elbette, özellikle romanı ‘toplumcu’ görüşlere harcayanlar konusunda. Şimdi bilinmeli ki romancı Tanpınar, ‘estetik’ kaygıyla okunuyor ve Türkiye Tanpınar okuyor, belki Naci Çelik de. Huzur, yaygın söylenişle kült romandır bizde. Kendini “toplumsallıkla” sınırlamayan Oğuz Atay, tam da Çelik’in karşı çıktığı “romancı nasıl yazarsa roman öyle olur” biçimde yazdığından, itibarlı yazar. Gizli Emir (Melih Cevdet), okunuyor, 2018’de yeniden basıldı. Yaşar Kemal de pek çokları gibi okunuyor. Fethi Naci’nin roman eleştirileri her çevrede ilgi görüyor, Hilmi Yavuz’un yazdıkları da öyle. Liste, uzar.


Elli yıl sonra adından söz ediliyor olması, bir kitap için kazanç sayılmalıdır bence.


Notlar/Açıklamalar:

1-Naci Çelik, Romanda Hesaplaşma, Türkiye Defteri Yayınları, Ankara, Haziran 1971

2-Türkiye Defteri dergisi hakkında, bu yazı için yeterli bilgi için bkz. Melih Elal, “Türkiye Defteri: Kemal Tahir İzinde Bir Dergi”, Akatalpa 64, Nisan 2005

3-Hasan Öztürk, “Cemil Meriç: Romancı Olamamış Roman Eleştirmeni”, Doğumunun 100. Yılında Cemil Meri Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gümüşhane Üniv. Yay., Gümüşhane, 2016

4-Cemil Meriç’in, ilk kez Hareket (1972) dergisinde yayımlanan yazısı, Kırk Ambar (İstanbul: Ötüken Yay., 1980) adlı kitabına alınmıştır. Yazıyı, andığım kitapta okudum.

5-Bu konuyla ilgili bir yazım için bkz. “Cemil Meriç Romancı Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Okudu mu?”, Üç Duraklı Yolculuk (Önce Kitap, Şubat 2021) kitabımın içinde.

6-Baha Dürder, Roman Anlayışı, (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1971), s. 301

7-Roman hakkındaki yazım için bkz. “Gizli Emir - 12 Mart 1971 - İsa’nın Güncesi: İki Roman Arasında Bir Muhtıra”, k24, 13 Mart 2021

8-Konuşma metni, “Türk Edebiyatı” dergisinin Ağustos 1979 sayısında yayımlanmıştır.

bottom of page