top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

2024'de Can Öktemer’in en sevdiği kitaplar

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

Can Öktemer, 2024'de okuyup sevdiği ve okuyamadığı kitapları Literaedebiyat için paylaştı.


Bu yıl yolum şahane kitaplarla kesişti. Bu anlamda keyfim yerinde. Özellikle Barış Bıçakçı ve İlhami Algör gibi hayranlık duyduğum iki yazarın yeni romanları yayımlandı örneğin.


Şöyle kısa bir liste yapabilirim:

İlhami Algör – Jül Vern Seyahat Acentesi

Barış Bıçakçı – Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

Luigi Malerba – Daima İthaka

Elif Batuman – Ecinniler

Ahmet Altan – Zarlar

Sonat Yurtçu – Vuslatlar Fasarya

Rober Koptaş – Unufak 

Cihan Kılıç – Ama Arkadaşlar İyidir

Mevsim Yenice – Fil Gözü

Selahattin Demirtaş – Yiğit Bener – Arafta Düet

Şimdi de bu satırlarda bu yıl okuduğum üzerinde çalıştığım dosya için ilham veren üç kitaptan bahsetmek istiyorum izninizle.


İlhami Algör’ün Jül Vern Seyahat Acentası kitabı, Jules Verne’in kült eseri Seksen Günde Devrialem’in yeniden yorumlanışı aslında. İlhami Algör’ün tarih yazımına yönelik ironik ve en az bir tarihçi titizliğinde bir yaklaşımı olduğunu biliyoruz. Kendisinin Büyük İskender’in hikayesini anlattığı Kalfa ile Kıraliçe adlı romanını okuyanlar bilir. Orada tarih yazımın büyük anlatılarının ne kadar palavra olduğunu sorgular ve roman boyunca şunu sorar “Nedir mesele?” Tarih yazımının da bir tür hikâyecilik olduğunu düşünürsek bu sorunun önemli bir çıkış noktası olduğunu söyleyebiliriz. Netice itibariyle anlatının içerisine hangi olayların gireceği hangilerinin dışarıda bırakılacağı metodolojik bir tercih olmakla beraber ideolojik ve politik bir tutumun da yansımasıdır. Jül Vern Seyahat Acentası, Verne’in kitabının bir tür yapısökümü. İlhami Algör, Verne’in romanındaki ırkçılık, kolonyalizm ve oryanalizm gibi problemi unsuların deşifresini bugünün dünyasından bakarak ele alıyor. Bir anlamda Benjamin’in “Tarih Meleği” yeniden çağırıyor. Verne’in üçüncü dünyaya olan kibirli bakışı, ideolojik “körlüğü” İlhami Algör’ün metinde görünür oluyor ve karşımızda tüm kiri pasıyla 19. Yüzyıl manzarası belirliyor. 


Bununla beraber Jül Vern Seyahat Acentası bir tür yolculuk kitabı. Dünyanın etrafında politik bir yolculuğa çıkıyoruz. Seyahat, gezinti, seyyahlık çok sevdiğim ede bir tür. Yolculuk pek sevmeyen biri olarak bu türe ayrı bir tutkum var. Oturduğum yerden, atlası açıp hayali yolculuk yapma fikri hep kışkırtıcı gelmiştir. Hayatımın bir döneminde böyle bir şey yazmak istiyorum. Bu anlamda İlhami Algör’ün tıpkı diğer kitapları gibi bunu da çok sevdim. Algör, gerek dil zanaatı, gerekse de hikaye anlatımıyla çok özel bir yazar bence. Umarım daha fazla yazar ve okuma şansına erişiz.


Luigi Malerba’nın Daima İthaka romanı, tıpkı Algör’ün yaptığı gibi Homer’in meşhur destanını yapısökümüne uğratıyor. Odyssea’yı şüpheli anlatıcı konumuna sokarak, okuyucuyu onu güvenilmez bir konuma yerleştiriyor. Nedir bu olağan şüphelilik durumu peki? Ya Odyssea, tüm destan boyunca anlatılan olayları uydurmuşsa -ki bu çok mümkün- ya tüm bu yaratıkları, olayları, kavgayı, dövüşü eve dönmemek için bir bahane olarak kullanmışsa. Adorno’nun tarifiyle edebiyat tarihin ilk küçük burjuvası, mülkiyetçisi ve çıkarcı Odyssea, Truva Savaşı yorgunluğunu mavi yolculukla atlamak istemişse? Ya tek düze hayatından sıkılmışsa ya Ege kıyılarında Teoman gibi boş boş dolaştıysa? Malerba, kitabının esas çıkış noktası da bu: Odyssea’nın anlattığı hikâyeye neden inanmak zorundayız? 


Malerba, bu çatışmayı hoş bir edebi oyun olarak şöyle kurgulamış: Destanda, kendisine söz hakkı verilmeyen Penelope’nin rolünü büyütmüş. Olayları onun gözünden anlatmış. Penelope’nin Odyssea’ya karşı tutumu, şüpheciliğiyle hikâyenin boşlukları farklı bir bakış açısıyla kapanmış olmuş. 


Peki, Homer, bu destanın ne kadarını olduğu gibi ne kadarını çarpıtarak anlatmış? Şüphe duymamız normal. Nihayetinde hikâye anlatıcılarının birçoğunun palavracı olduğunu biliyoruz. İnanmak istediğimize inanıyoruz çünkü esasen hikâyenin gücüne inanıyoruz hâlâ. Burası tamam. Lakin Malerba’nın yaptığı türden bir yapı sökümü, geçmişin arketiplerini yeniden yorumlamamıza, mekân, kültür, topluma dair yeniden düşünmemize imkân tanıyabilir kanımca. Penelope’u mağdur, zayıf bir karakter olarak çizmek yerine zeki ve güçlü biri olarak yeniden ele almak sadece destanın formunu değil tarih üzerine de düşünmek anlamına geliyor bence. Ez cümle Daima İthaka, post modern anlatının en hoş örneklerinden biri. İronisi, destanla kurduğu ilişki ve Homer’in bıraktığı boşlukları kapatan usta işi bir roman.


Son olarak Elif Batuman’ın Ecinniler kitabından bahsetmek isterim. Elif Batuman, roman, anlatı, deneme türleri arasında serbest gezinti yapan bir yazar. Özellikle Budala romanın bir taraftan bir büyüme hikayesi diğer taraftan yabancı dil öğrenme, edebiyat üzerine düşünme üzerineydi. Can Yayınları’ndan yayımlanan Ecinniler ise doğrudan bir deneme kitabı. Lakin kurguya yaklaştığı, flört ettiği anlar çok fazla. Bu sefer Elif Batuman’ın Rus edebiyatı üzerine yapmaya çalıştığı yüksek lisans tezine ve Rus edebiyatına dair düşüncelere odaklanıyoruz. Batuman, bunu elbette ansiklopedik bir bilgi akışı gibi kurgulamamış. Yazarların az bilinen özelliklerinin, metinlerinin unutulan köşelerine eğilmiş. Kitap boyunca bunlar olurken, akademi dünyasının tuhaflıklarını, dil bariyerinin insana bazen nasıl engeller çıkardığına şahit oluyoruz. Rus edebiyatının memleketteki karşılığı asık suratlı bir tarih hocasından ders dinlemek gibi bir şey. Bu yüzden fazlasıyla klişe ve tekrara dayanır sanki. Batuman, bu konudaki neşe eksikliğini de kapatmış. Son derece ironik ve ritmik bir anlatımla Rus edebiyatından dersler geçidi sunmuş. Zekice yazılmış, ironik ve hoş anekdotlarla bir kitap. 

Comentarios


bottom of page