top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

“Kafasında hikâyeyi önceden kurgulayıp sonra da onu yazmak için masa başına geçenlerden değilim”

Yazarın fotoğrafı: Serkan ParlakSerkan Parlak

Serkan Parlak, Deniz Goran ile ikinci romanı, Sen Benle, İstanbul Benimle odağında söyleşti. "Yazar, insana musallat olan geçmişin, bugünü nasıl etkisi altına alabileceğini gözler önüne seriyor."



Sen Benle, İstanbul Benimle, Deniz Goran’ın haftalarca çoksatanlar listesinden düşmeyen ve çok ses getiren ilk romanı Türk Diplomatın Kızı’nın ardından okurlarla buluşan ikinci romanı. Sen Benle, İstanbul Benimle, insana musallat olan geçmişin, bugünü nasıl etkisi altına alabileceğini gözler önüne seriyor. Ada ile Lucian’ın yanında İstanbul ve Londra’yı da canlı karakterler olarak okuduğumuz bu romanda sevgi, kayıp, umut arayışı ve gurbette yaşamanın sancısı, gerçekçi diyaloglarla, güçlü betimlemelerle, sanatçıya ve sanat dünyasına dair çarpıcı gözlemlerle anlatılıyor.


Yazar, kullandığı diliyle, karakterlerin dünyalarını ve duygularını apaçık ortaya koyma

başarısı gösteriyor. Sen Benle, İstanbul Benimle, travmaların ve mücadelelerin doğasını keşfe çıkarken dayanıklılığın ve sevginin dönüştürücü gücünü de irdeliyor ve şu sorunun peşine düşüyor: “Yeniden başlamak için neler mümkün?”



Deniz Hanım; yeni romanınız Sen Benle, İstanbul Benimle geçtiğimiz günlerde Düşbaz Kitap etiketiyle okurla buluştu. Sizi bu romanınızla ilk kez tanıyacak okurları da düşünecek olursak kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yazma serüveniniz ve yeni romanınızın ortaya çıkış sürecini sizden dinleyelim.

Hiçbir zaman yazar olmayı hayal etmemiştim. İlk romanım Türk Diplomatın Kızı’nı yıllar evvel, Londra’da çağdaş sanat üzerine mastırımı tamamladıktan sonra yazmaya başladım. Yazarlığa iş hayatına atılmadan önce, tam da iş arayışındayken, biraz da boşluktan yöneldim. Ancak bir kere gönlümü kaptırdıktan sonra kendimi bütünüyle romancılığa adamaya karar verdim.

İlk kitabıma bilinçli bir şekilde roman yazıyorum diyerek başlamadım. Kısa hikâyeler yazdım, bunları tanıdıklarımla paylaştım, onlardan aldığım destekle bu hikâyeleri birleştirerek yavaş yavaş romana dönüştürdüm.  

İkinci kitapta ise durum çok farklıydı, bir romana başlıyor olmanın farkındalığıyla yola çıktım ve bu kitapta en büyük arzum kendimi bir yazar olarak geliştirmek ve daha farklı noktalara gelebilmekti.  

Kafasında hikâyeyi önceden kurgulayıp sonra da onu yazmak için masa başına geçenlerden değilim. Yazmak benim için tam bir macera. Her sabah bilgisayarımın önüne, gitgide gelişen hikâye beni bu sefer ne tarafa götürecek diye büyük bir merak ve heyecanla oturuyorum. Sanki benden bağımsız olarak gelişen bir hikâyenin izini sürüyorum. 

 



Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da romanınıza başlarken esin kaynaklarınız neler oldu? 

Londra’da yıllar önce sanat camiasında çalışırken edindiğim deneyimler ve gözlemlerim; uzun senelerdir Türkiye’den uzak kalmış ancak bir türlü oradan kopamayan biri olarak nereye ait olduğumla ilgili hissettiğim çelişkiler; İstanbul’a karşı duyduğum büyük özlem (kitabı kalemi alırken, zaman zaman İstanbul’a bir aşk mektubu yazıyorum duygusuna da kapıldığım oldu); Türkiye’de yaşanan büyük toplumsal ve politik değişimler ve tabii ki Gezi direnişi. 


Peki romanınızın ilk taslaklarını nasıl oluşturdunuz?

İlk olarak Ada ve Lucian’nın farklı anlatım tarzlarını oluşturmak için çalıştım. Lucian’nın ironi dolu ve vurdumduymaz üslubunu geliştirmek benim için oldukça kolay oldu. Ada’ya gelince, onunkini oluşturmak meşakkatliydi. Hissiyat olarak neyin peşinde olduğumu gayet iyi farkındaydım ancak onu yazı diline dökmek aylar sürdü.


Deniz Hanım sizce romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu? Son dönemde ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, geçmişteki travmalarla hesaplaşma, aile ve bireysel yabancılaşma mesela. Sizin de bu anlamda zamanın ruhundan etkilendiğinizi söyleyebilir miyiz?

Benim ana meselelerim, insan olma halleri, içsel yolculuk gibi temalar olduğundan bu saydıklarınıza yönelmemin bunun doğal bir sonucu olduğunu düşünüyorum. 


Romanınızı merkez izleklerinin – aşk, sevgi, kayıp, umut, bellek, aidiyet, geçmişe özlem– içerdiği etik meseleler hakkında neler söylemek istersiniz? Günümüzün temel yakıcı dertlerini roman türü aracılığıyla görünür kılmaya çalışırken ne gibi hassasiyetler gözettiniz, nelerle yüzleştiniz? 

Roman karakterlerimin üzerinden varoluşsal meselelere de değiniyor, hayatta gerçekten nelerin önemli olduğunu sorguluyorum. En güvence altında gibi görünenler bile her şeyi her an kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu yüzden bizi insan yapan –iyilik, merhamet, sadakat, dürüstlük– gibi meselelerde etik olarak nerede durduğumuzun son derece önemli ve bu hayatta sahip olabileceğimiz en değerli şey olduğunu düşünüyorum.  

Gezi Direnişi’ni işlerken, o süreçte yaşanmış olaylar zincirine tek tek odaklanarak onların muhasebesini yapmak yerine, Gezi ruhunun coşkusunu, her kesimden insanı bir araya getiren o beraberlik duygusunu ve vadettiği umudu yansıtmak istedim. Yani böyle önemli bir halk hareketinin daha evrensel unsurlarını. 


Romanınızın merkez karakterleri Ada ve Lucian’ın psikolojik çözümlemeleri derinlikli, yaşadıkları çatışmalar ve bu çatışmaların ardından gelen değişimleri her anlamda gerçekçi ve inandırıcı. Alçalıp yükselen ritim hemen hissediliyor gerçekten. Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işledi; mekânlar, atmosfer, diyaloglar ve özellikle Ada ve Lucian söz konusu olduğunda.

Kitabı yazarken o dönemki duygu durumum, kafama taktığım veya ilgi duyduğum bazı meseleler, günlük hayatımdan bir şekilde aklımda kalan sahneler, bilinçaltımdan kitabın içine sızarak anlatımıma katkıda bulundu.


Yeni romanınız Sen Benle, İstanbul Benimle’de dil ve anlatım anlamında; anlatmadan ziyade karakterlerin duygu ve davranışlarını göstermenin –özellikle diyaloglar, betimleme tekniği aracılığıyla- yanı sıra yer yer yer şiirsel ve metaforik dil unsurlarının da ön plana çıktığını düşünüyorum. Bu seçiminizin nedenleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Ada’nın kısımlarında, içimde bazen beliren o ruh halini en güzel bu tarz anlatım tasvir ettiğinden daha şiirsel bir anlatımı seçtim. 


Romanların başlangıç ve sonunu yazmak zordur. Sen Benle, İstanbul Benimle’nin başlangıç ve sonunu nasıl yazdınız?

Başlangıcı zordu çünkü dediğim gibi, Ada’nın üslubunu dile dökmek oldukça zaman aldı fakat sonunu kurgulamak konusunda hiç sıkıntı çekmedim. Hatta ilk bölümlerini oluştururken, varacağım noktayı az çok sezebiliyordum. 


Uzun zaman çalıştıktan sonra nasıl bir hisle son noktayı koydunuz romanınıza? Yazarken yeni şeyler keşfettiniz mi; duygu, düşünce dünyanıza romanınızın ne gibi katkıları oldu?

Nihayet son noktayı koymak beni rahatlatmıştı ancak karakterlerimle vedalaşmanın hüznü daha ağır basmıştı. 

Karakterlerimin yaşadıkları içsel yolculukta onlarla beraber ben de bazı farkındalıklara vardım. Bunlardan en önemlilerini şöyle sıralayabilirim: 

Trajedi gibi mutlu tesadüflerde (mesela âşık olacağımız kişiyle tanışmak) en beklemediğimiz zamanda karşımıza çıkabilir.

İnsan ülkesinden göç ettikten sonra, yıllar da geçse, oradan hiçbir zaman tümüyle kopamıyor. Orayı hâlâ bir şekilde zihninde yaşatmaya devam ediyor. 

Bizi umutsuzluğa iten zamanlarda yaşıyoruz (sırf Türkiye’de değil, dünyada da bu böyle) ancak bütün olumsuzluklara rağmen umudu hiçbir zaman elden bırakmamalıyız çünkü “umut” değişim için en kuvvetli aracımız. 


Deniz Hanım, nitelikli kurmaca okurları metni okurken aslında sadece anlatıcı ilgilendirir. Yazar ilgilendirmez, yazarın yaşam öyküsü özellikle. Değerlendirmeler anlatıcı üzerinden yapılır. Kurmaca metinlerde çözülmesi en zor konulardan olan anlatıcı meselesi hakkında romanınızda ne gibi problemlerle uğraştınız? 

Birbirinden üslup olarak oldukça farklı iki anlatıcıyla bir romanı kurgulamanın zaman zaman zorlukları oldu tabii. Mesela yazdığım farklı anlatıcıların üsluplarını birbirine kaydırmamak gibi. Ya da mesela Ada’nın bir bölümünü bitirdikten sonra Lucian’nın ifade tarzını ve kafa yapısını yeniden benimseyerek yeni bir bölüme başlamak her zaman kolay olmadı. Ancak bu deneyimlerin, beni yazar olarak geliştirdiğini düşünüyorum. 


Hikâyeler iç evrenimizin, kozmik yapımızın yansımaları olarak dünyayı daha katlanılabilir hale getiriyor. Hikâyeler ötekilere yazılıyor, öznel alana hitap ediyor, okurları etkilemeleri gerekiyor. Günlük hayatta katlanamayacağımız gerçekler, hikâyede, romanda katlanılır hale geliyor. Güncel sanat üretimleri hakkında nitelikli yazılar yazdığınızı da biliyorum. Farklı türler arasında gidip gelmek ve karar vermek nasıl bir deneyim sizin için? Ek olarak şunu da sormak istiyorum, odaklandığınız temalardan hareketle özellikle roman türünü seçmenizin nedeni nedir?

2018 yılında sanat yazarlığına yöneldim. Roman yazarlığı insanı fazlasıyla kendine, içine dönük olmaya teşvik eden bir uğraş. Bundan dolayı, farklı sanatçılarla söyleşi yaparak onların yaratıcı dünyasına ve üretim sürecine odaklanmak bana çok iyi geliyor. Bu sayede biraz kendimden uzaklaşmış oluyorum. 

Çocukluğumdan beri hep çok aktif bir hayal dünyam olmuştur. Romancılığa yönelerek hem hayal gücümü verimli bir şekilde kullanabiliyorum hem de en sevdiğim meşgalemi yaparak (hayal kurarak) zamanımın büyük bölümünü geçirebiliyorum.  


Dünya ve Türkiye özelinde salgın, iklim krizi, savaşlar, ırkçılık, şiddet, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde bu zorlu günleri yazı aracılığıyla daha az hasarla atlatabilmemiz mümkün mü sizce?

Okuyarak, yazarak, gerek başka sanat dallarına yönelerek günümüzün endişe verici, insanı karamsarlığa iten gerçeklerinden bir nebze uzaklaşmanın insan ruhuna iyi geldiği kanısındayım.  


Deniz Hanım, sizi çok etkileyen roman ve öykü karakterlerini sormak istiyorum.

Çok gençken okuduğum Vladimir Nabakov’un Lolita’sındaki Humbert Humbert ve J.D. Salinger’ın Çavdar Tarlasındaki Çocuklar romanındaki Holden Caulfield karakterleri hâlâ dün gibi aklımda. 


Roman türünde başucu yazarlarınız kimler, başucu kitaplarınız hangileri?

Ayhan Geçkin, Burhan Sönmez, Sarah Hall, Han Kang ve Julian Barnes.


Dergiler, dijital mecralar, sosyal medya, filmler… Yazarların, yayıncılığın ve okur kitlesinin geldiği son noktayı da göz önünde bulundurarak hem Dünya geneli hem Türkiye özelinde roman türünün geleceği hakkında ne gibi öngörüleriniz var?

Özellikle sosyal medya ve dijital mecralar insanların dikkat aralığını çok kısalttı. Artık kitaplar, özellikle romanlar eskisi kadar okunmuyor, o yüzden roman türünün geleceğine dair olumlu bir tahminde bulunmak zor. Ancak binlerce yıldır süregelen hikâye anlatıcılığının hangi formatta olursa olsun, bir şekilde hep devam edeceğinden eminim.  


Son günlerde neler okudunuz? Önümüzdeki dönemde yeni üretimleriniz olacak mı?

En son okuduğum roman Elena Ferrante’nin Yetiskinlerin Yalan Hayatı oldu. Şu an yeni bir roman üzerinde çalışıyorum. 


Deniz Hanım, ilk romanı ya da öyküleri için çalışan genç yazarlara neler önerirsiniz?

Onlara kendi üsluplarını geliştirirken en çok kendi yaratıcı seslerini dinlemelerini öneririm. 

Comments


bottom of page