top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

“Her zaman, olaydan çok duyguya, o duygunun bizdeki karşılığına odaklanmanın faydalı olacağına inanıyorum.”

Yazarın fotoğrafı: Aynur KulakAynur Kulak

Aynur Kulak, Ezgi Ayvalı ile ikinci romanı Kutlama odağında konuştu: “Evet, korkularımızı kucağımıza alıp gittiğimiz her yere taşıdığımızda, kutlamalar felakete, bayramlar kaosa, cennet cehenneme dönüşüveriyor. Olmasından korktuğumuz her şey bir bir başımıza geliveriyor. Bunu defalarca kez deneyimlemişsinizdir.”



Sohbetimizi tiyatrodan el alarak başlatmak istiyorum Ezgi Hanım. Tiyatronun ve edebiyatın kol kola bir birliktelik yaşamaları bu noktadan başlamama sebep aslında ve sizin uzun yıllar sahne önü ve arkasında çalışmanız tabii. Oyun metinleri, sahne üstü, sahne arkası, kitaplar ve edebiyat metinlerinin sizin hayat rotanızdaki etkisi nasıl oldu? 

Hep içe dönük, hayatın içinde ama aklı bir karış havada bir çocuktum. İlk kez Ankara’da küçük bir sanat okulunda sahneye çıktım. Bu heyecan ya korkutup kaçıracaktı ya da peşine düşürecekti beni; peşine düştüm. İstanbul’a Ayla Algan’ın yanına geldiğimde yirmi yaşındaydım, tiyatroyla ve edebiyatla gerçek anlamda onun evinde tanıştım. Boş kaldığımız zamanlarda (çok az olurdu) yazdığım şiirleri, metinleri okurdum. Bana durmadan bir şeyler oynatırdı. Bir gün beni tanıştırırken, “Onun kalemi var!” dedi. Şimdi şimdi anlıyorum, beni yola düşüren bu an, bu cümleymiş. Tabii ki, fikirlerin, düşlerin, yaşanmış olayların sözcüklere dönüşü ve okuyanda bir karşılık buluşu; sonra o kağıt üzerindeki sözcüklerin gerçek insanlarca yeniden canlandırılışı her seferinde aklımı aldı. Müthiş değil mi! Neresinde olursam olayım, hepsinin iç içe olduğuna inanıyor ve çok heyecanlanıyorum!


Edebiyat ve Tiyatro, bir seçim yapmanızı istesem mesela seçim yapmanız mümkün olabilir mi, yoksa zaten iç içe geçmiş iki sanat disiplininden söz ettiğimiz için mümkün değil mi?

Birbirlerinden bağımsız değiller ki… Her metin sahnelenebilir, hayatın her anı edebi bir metne dönüşebilir. Ne olduğuyla ilgileniriz ama nasıl anlatıldığına çekiliriz, okur ya da seyirci olarak. Tiyatro metni yazabilmeyi, bu niyetle yola çıkacağım bir fikir bulabilmeyi çok isterdim. Tabii beraberinde gelecek o tutkuyu ve cesareti de. Ama bu tarafı epeydir beslemediğimi fark ediyorum. Sorunuz, “Ömrün geri kalanını bir kütüphanede mi yoksa tiyatroda mı geçirirdin?” olsaydı; kolektif, sosyal ve canlı bir üretim alanı oluşundan: Tiyatro derdim.


İlk romanınız Kırk Kabuklu Çekirdek 2021’de yayımlanıyor. Yeni romanınız Kutlama ise ikinci romanınız olarak yayın dünyasındaki yolculuğuna başladı. Öncelikle iki romanınız arasındaki farklar ne oldu bunu konuşabilir miyiz? 

Kırk Kabuklu Çekirdek, ismi gibi içine kapanık bir hikayeydi; yolculuğun başındaki ben gibi. Kutlama ise hem ondan çok farklı -kurgusu, sesi, sormaya cesaret ettikleriyle- hem de meraklı okurların yakalayacağı bir devam romanı niteliğinde. Zaman, mekan, rüya ve oyunsu dünyaları benzeşiyor, belli ki yıllardır buraları kurcalıyorum ben de. İlk kitapta, yaşananların, hatta duygularının farkında olmayan bir adam vardı. Kutlama’da, soran sorgulayan 12 birbirine benzemeyen karakter var. Kabuklar Kutlama romanı ile nasılsa soyuluverdi diyebilirim.


Hem çağdaş insana hem de hayata dair çok perspektifli bir roman Kutlama. Bu yüzden tam da bu noktada romanın ana-odak meselesi neydi diye sormak istiyorum. Sizi masanın başına tekrar yazmak adına oturtan odak konu, mesele ya da olay neydi?

Pandemi sonrası ailemle kaldığım otelden ayrılacağımız sıra, ufacık da olsa bir karantina korkusu yaşadım. Bana şaka yapmışlar, öyle bir şey olmadı ama bir çıkış noktası olarak aklımda kaldı benim bu korku. Farklı insanlarla olsaydı, farklı bir senaryoda olsaydı… Öte yandan, ölüm hakkında yazmak, konuşmak istiyordum. Yaşam, haftasonunu geçirmek için gelip kaldığımız bir otele benziyordu pekâla; bir şeyler kutlanıp, bir şeyler yiyip içilip, gülüp eğlenilip gidilecekti. Birileri erken ayrılacaktı, birileri tatili uzatacaktı belki. Beklenmedik anda beklenmedik şeyler olacaktı. Her şey birbirine benzedi. 


Hikayenin odağında bir kutlama var. Uzun yıllardır arkadaş olan fakat bir olay sebebiyle uzun yıllardır da görüşmeyen bir arkadaş gurubu. Neyin kutlaması, niye bu insanlar bir aradalar bir müddet sonra biraz geri planda kalıyor sebepler çünkü her bir karakter kendi çıkışını arıyor. Şunu sormak istiyorum: Masanın başına böyle bir hikaye yazmak için oturduğunuzda tastamam böyle bir hikaye mi yazmak istediniz ve yazdınız yoksa yazma süreci size karakterler ve hikaye nezdinde bambaşka rotalar mı çizdirdi?

Hikayenin odağında bir yüzleşme vardı. İsmi “Dünya Oteli” gibi bir şeydi uzun süre ve uzun süre anlatıcıyı bulamadım. Sadece olay akışı yazıyordum, sahne sahne, senaryo gibi. Karakterler oluştu, derinleşti. Zamanın kayboluşu, mekanın anlamsızlaşması tüm gereksiz soruları ortadan da kaldırdı: Neyle yüzleşeceklerdi, neyi kutlayacaklardı, neyi kafaya takmışlardı, neye seviniyorlardı eskiden ya da üzülüyorlardı… Kimliklerini bıraktıklarındaysa birbirlerine benzemeye başladılar, çünkü geriye sadece bir bakış açısı kaldı. Evet, masanın başına oturduğumda böyle bir içsel yolculuk olacağını tahmin etmiyordum. Bunu roman bittiğinde okudum ben de. İsmi böylelikle Kutlama oldu.


Çok karakterli bir roman Kutlama. Hal böyle olunca birçok psikoloji, duygu ve davranış söz konusu oluyor ve her bir karakter de ayrı ayrı dikkatli analizler gerektiriyor. Yorulduğunuz, zorlandığınız anlar oldu mu? 

Hikayelerine, kimliklerine, anılarına sıkı sıkı tutunan insanlar roman karakterleri. Aralarında arayışına tutunup kör olanlar da var. Hayatın içinden bildiğimiz tanıdığımız kişiler. Onları anlamaya uğraşmaktan çok, bendeki karşılıklarıyla yüzleşmekte zorlandım. 

“Hepsi kurguydu ama duygular gerçekti.” Böyle bir itirafla bitiyor roman. Her zaman, olaydan çok duyguya, o duygunun bizdeki karşılığına odaklanmanın faydalı olacağına inanıyorum. Bizi birbirimize yaklaştıran, benzer olaylar yaşamamız sanıyoruz ama durmadan benzer duygular deneyimlediğimizi unutuyoruz. Cezalandırılmaktan korkan bir çocuğun yalanı masum gelirken, aynı dürtüyle yalan söyleyen yetişkini, ne kadar sevsek, yıllardır tanısak da affedemiyoruz örneğin. Hiçbir fark yok aralarında. 


Bir de tabii karakterlerin, düşünceleri, korkuları ve beklentileri adına hikayenin sonunda gerçekleşen çok önemli diyebileceğimiz kilit unsurlar var. Ayrı ayrı tüm psikolojilere, tüm duygu durumlarına karşılık sprütiel bir yol arayışı mevzu bahis ama insan bilinci çok parçalı ve çok bütünsel. Hikayenin çok karakterli yapısı biraz bu durumu anlatmak istemenizden kaynaklı gibi geldi

Temayı farklı perspektiflerden bakarak ele almak için çok karakterli bir kurguya yöneldiğimi fark etmişsiniz. Bu, tartışmayı çok kolaylaştırıyor ama masa ne kadar kalabalıksa, her zaman o kadar ses çıkmıyor. Çoğu zaman kalabalığın sessizliği gerilimi artırıyor. Büyüdüğümüz koşullar bugünkü kimliğimizi oluşturduysa, bugün -bir sebepten- koşullarımız aynı olduğunda, referansı geçmişten almanın işe yarayıp yaramadığını sorguluyoruz aslında.   


Spiritüel dünya ve öğretiler, aile dizilimleri, korkuyla beklediğimiz ve atlatmaya çalıştığımız retrolar karakterlerin pandemi salgını sebebiyle bir otelde sıkışıp kalmalarından, geçmişle ilinti olarak hesaplaşmaya çalışmalarından, yaşadıkları ölüm ve yaşam korkusundan daha korkutucu, gerilimli gibi geldi bana. Hem olaylar, hem mekânsal unsur, hem hesaplaşma adına burada sizinle en önemli itkimiz korku üzerine konuşmak istiyorum. 

Evet, korkularımızı kucağımıza alıp gittiğimiz her yere taşıdığımızda, kutlamalar felakete, bayramlar kaosa, cennet cehenneme dönüşüveriyor. Olmasından korktuğumuz her şey bir bir başımıza geliveriyor. Bunu defalarca kez deneyimlemişsinizdir. Temelde tek bir korku var, o da “ölüm korkusu” dediğimizde, tüm başlıklar burada toplanıveriyor. “Hepiniz benden özür dileyeceksiniz!” diyor biri mesela. Altında yatan şu, “Ben haksızlığa uğradım, demek ki değersizim, o zaman sevilmem, sevilmezsem beslenemem, aç kalırım ve ölürüm.” Zihnimizdeki korku kutusu sandığımızdan da büyük ve farkında olmadan aldığımız kararları, eylemlerimizi oradan şekillendiriyor, bütününde hayatımızın tümünü oradan yönetiyoruz.


Tabii ki sizinle Kutlama nezdinde “büyük oyunu” da konuşmak istiyorum. Aslında dünya büyük bir oyun alanı, büyük bir sahne ve biz bu sahnede bize verilen roller çerçevesinde bazen rol çalarak, bazen çok iyi, bezen çok kötü oynayarak yaşamımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Bu manada Kutlama’nın aslında bir oyun metni olduğu üzerine, oyunsu yapısı üzerine konuşabilir miyiz? 

Kısacık bir yer var kitabın ortalarında; dışarıdan yeni oyuncu giremediği için o an, esas karakterlerimiz oynuyor. Hayatımız gibi. Biz de böyle durmadan rol dağıtıyoruz etrafımıza, sen şunu oyna, sen böyle davran, diye. Ve oynuyoruz da bir yandan. Yıllardır görüşmediğiniz bir arkadaşınızla buluştuğunuzu varsayalım; büyüdüğünüzü, başka birilerine dönüştüğünüzü öngörebilirsiniz ama yirmi dakika sonra ikiniz de eski halinize dönüverirsiniz. Kaldığı yerden devam etmesi, değişimi ispatlamaktan daha kolay gelir. Ailedeki rollerimiz ta ne zamandan belirlenmiştir. Ama bir ilişkinin ortasında, “Bir dakika, ben değişmeye karar verdim” demek; oyuncunun, sahnenin ortasında “Ya, ben bu rolü oynamıyorum artık!” demesine, “Kim yazdı bu senaryoyu?” diye sorgulamasına benziyor. Bu rollerin çoğu yük sırtımızda. Korku olarak taşıyoruz. Kimlik olarak taşıyoruz. Spiritüel, gerçeküstü yerlere çektikçe aklımız bulanıyor. Halbuki dümdüz, sen böylesin demiş biri, bir zaman. İnanmışız. İnandırmışız da herkesi. Gerçeğin böyle olmadığını zihin biliyor, kaçacak yer arıyoruz sonra… Ağaç yaşken eğilir, sözü de doğru değilmiş, biliyor musunuz? İnsan her yaşta bırakabilirmiş taşıdığı yükleri. Şimdi, yeni biri olmaya karar verebilirmiş. 

Bu yüzden Kutlama’yı tüm bu soruların peşine düşen bir roman olarak kurguladım. Yanlış sorular çarpık yanıtlar ve inançlar doğurduğundan, bu hikayede cevaptan çok sorular kalıyor elimizde. Herkesin kendinden bir iz, bir duygu bulabileceği tanıdık bir hikaye… 



Kutlama’yı sahne üzerinde izleme şansımız olabilir mi, böyle bir düşünceniz var mı? Ya da mini bir dizi projesi olarak karşımıza çıkabilir mi dijital bir platformda? 

Bir oyun ya da dizi izliyormuş hissine kapılan okur geribildirimleri alıyorum. Mini dizi olmaya çok uygun. Her ne kadar içinde olsam da bu süreç nasıl başlıyor, bilmiyorum. Benim kadar heyecanlanacak birinin önüne çıkması gerekiyor herhalde… Su akar yolunu bulur, diyelim… 

Comments


bottom of page