Toprağın altında buluşan iki cümle: Mujica ve Sırrı Süreyya Önder üzerine
- Litera
- 21 May
- 2 dakikada okunur
Osman Kaygısız yazdı: "Bazı insanlar yaşarken bir çınardır; gölgeleriyle halkını serinletir, dallarına kuşlar konar, yapraklarına umutlar yazılır. Ölünce de toprak olurlar—ve o toprak halkın vicdanına karışır."

Uruguay’ın alçakgönüllü başkanı José Mujica ile Türkiye’nin barış ve kardeşlik özlemini şiirle, sözle, direnişle haykıran Sırrı Süreyya Önder... Biri Latin Amerika’nın mütevazı çiftliklerinden; diğeri Mezopotamya’nın şiirle yoğrulmuş yaralı topraklarından geldi. İki ayrı coğrafya, iki ayrı dil, ama aynı insan sevgisi.
Mujica, bir çiçeğin ucundaki çiği seyrederken halkı için daha az tüketmeyi öğütleyen bir bilgeydi. Başkanlık sarayını reddettiğinde, aslında kendini halkının kalbine taşıyordu. Araba olarak 1987 model bir Vosvos'u seçtiğinde, yoksul bir çocuğun gözündeki ışığı taşıyordu bagajında.
Onun ölümü –gerçek ya da simgesel– bize bir çağın kapanmak üzere olduğunu fısıldar: Daha sade, daha dürüst, daha vicdanlı bir dünyanın hayaliyle yaşayanların çağını...
Sırrı Süreyya Önder ise kelimeleriyle yürüdü halkının yanında. Onun silahı sözdü; ama o sözler dağları titretecek güçteydi. Barış dediğinde, yalnızca çatışmasızlık değil; bir annenin oğluna doya doya sarılabileceği bir ülke hayal ediyordu. Türkiye’de halkların kardeşliği fikri, onun dudaklarından dökülen bir dua gibi dolaşırdı sokaklarda. Öldüğünde, yüreklere düşen sadece bir yas değil; yarım kalmış bir barışın gölgesiydi.
Kötüler ölmüyor mu? Ölüyor. Ama dünyada bir renk, iz, ruh, mana bırakmadıkları için sessizce, duygusuzca ölüyor! İyiler ise “bir türküye sığacak kadar kısa hayatlarında” kurda, kuşa, ağaca, ezilene, ötekiye, dereye, çoluğa, çocuğa sahip çıktıkları için, onların dertleriyle hemhal olup yol yürüdükleri için şaşalı, tantanalı, hüzünlü, coşkulu, saygılı, minnetli bir şekil de yolculanıyorlar.
İyi oldukları için, onlar gittikten sonra derin bir hüzünle baş başa kalıp yalnızlığımıza ağlıyoruz.
Ve onlar gitmiyorlar aslında, her yerdeler! bir bakmışsınız Montevideo'dan ses veriyor, bir bakmışsınız Adıyaman’dan el sallıyor!
Özleri, tavırları, duruşları, anlayışları farklı kültürlerde, farklı iklimlerde şekillense de benzer özellikler taşıyorlar.
Birisi bütün konfor alanlarını terk edip çamurlu bir kulübe de kendi yemeğini üç ayaklı köpeğiyle paylaşırken; öbürü insanların dört duvar için hayatlarını zehir edip taksit ödemesine kızarak, on üç yıl bir meşin ceketi sırtından çıkarmıyor!
Biri eski su yalağının altındaki hücresinde delirmemek için karıncalarla konuşurken öbürü insanlık onurunu kurtarmak için bedenini ölüme yatırıyor. Ama hiç pişmanlık duymadan son nefeslerine kadar eşitlik, özgürlük, kardeşlik, barış mücadelesinden bir adım geri atmadan.
Mujica’nın suskunluğu, doğanın döngüsüne saygıdan; Önder’in suskunluğu, çatışmanın gürültüsünde kaybolan barış çığlığındandı. İkisi de yorgundu belki; ama o yorgunluk direnenlerin yorgunluğuydu. Ve şimdi, biri Latin topraklarında, diğeri Mezopotamya’da, sessizce toprağa karışıyorlar. Belki de altında buluştukları toprak, aynı evrensel adaleti özleyen bir toprağın farklı kıtadaki uzantısıdır.
Daha sade yaşamak için Mujica’nın izinden,
Daha birlikte yaşamak için Sırrı Süreyya’nın izinden gitmek…
Çünkü bazı ölümler, bir halkın hafızasına şiir olarak kazınır.
Ve bazı insanlar, öldükten sonra bile aramızda yaşamaya devam eder:
Bir çocuğun düşünde, bir annenin duasında, bir barış türküsünde...
İşte bu iyi insanlar binlerce yıl geçse de bütün dillerde saygıyla anılır ve dünya döndükçe isimleri bazen PEPE bazen SIRRI ABE olarak gökyüzünde asılı kalır…
Bu yazı, iki halk adamının ardından yakılan bir ağıttır. Ama aynı zamanda bir çağrıdır:
Adios Jose Mujica. Qxir be Sırrı Süreyya Önder…
Duygulu ve gerçekçi anlatımıyla harika bir yazı olmuş 🥀🌼
Müthiş bir yazı. Ne kadar duygu yüklü
Yüreğinize sağlık…