“Öykülerimin odak noktası toplumsal cinsiyet deneyimi”
Aynur Kulak, Aslı E. Şeran Söyleşisi ile ilk öykü kitabı Öte Yaka Fırtına özelinde söyleşti:
“Cinsiyetlendirilmiş bu hayatta neler oluyor, bize bu cinsiyetlendirme neler yapıyor? Bu, bilinçli bir soru değildi belki de ilk taslaklarda ama olay örgüleri, öykü kişileri oturmaya başladıkça daha titizlikle ele aldığım bir mesele haline geldi. Bunu da çeşitli perspektiflerden, çeşitli katmanlardan ve farklı boyutlarıyla anlatmaya çalıştım. Bir âşık olarak, bir yurtsuz olarak, bir işçi olarak, bir çocuk olarak, yalnızlıkta, kalabalıklar içinde, incinmiş ya da incitmiş bir kadın olarak neler yaşanıyor?”

Hukuk eğitiminiz, meslek hayatınız ve edebiyat. Aralarındaki farkı ve aynılıkları sormaktan ziyade; iki farklı disiplin sizin nezdinizde nasıl birbirini etkiledi sorusuyla başlatırsak söyleşimizi neler söylemek istersiniz?
Bu sorunuz beni uzaklara daldırıp biraz durgunlaştırdı aslında. Hukukçu olmadan çok daha önce biliyordum yazar olacağımı. Hukuk beni adalet arzumdan yakaladığı için edebiyatçı yönüm açığa çıkmakta biraz gecikti. Sanatçı yönüm açığa çıkmaktaki ısrarını koruyunca da hukuk mesleğinde ilerlemem biraz gecikti. Mesleğimin edebiyatla ilişkimi hem desteklediğini hem de omzumdaki yükü artırdığını söyleyebilirim. Alanımla ilişkim biraz fırtınalı, bu nedenle sanat benim için bir sığınak oluyor. Hele ki ülkemizde hukukun gittikçe anlam krizleri yaratıyor olması karşısında… İki farklı disiplin hayatımda birbirleriyle itiş kakış halindeler anlayacağınız.
Hayatımın gidişatında da farklı duraklar yarattı bu itiş kakış. Bunları anlatmak uzun olur. En bariz kırılmayı Türkiye siyasal hayatının bir tanığı olarak anlatabilirim ama… Barış İçin Akademisyenler adıyla 2016 yılında kamuoyuna sunduğumuz ve Kürt illerinde sürmekte olan askeri operasyonların barışçıl çözümü için kaleme alınmış imzacısı olduğum “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisinin ardından peyderpey imzacıların üniversitedeki görevlerinden atılmaya başlamaları bende de önünde sonunda atılacağım tedirginliğini yaratmıştı. Ben de gecikmiş hayallerimi hayata geçirmeye karar verip öykü ve oyun yazarlığı atölyelerine katılmaya yeniden başladım. Türkiye’nin hukuk devleti olmak konusundaki bunalımı anlamı, adaleti, ütopyayı, umudu başka mecralarda aramama neden olup, sanatı bana bir sığınak kıldı. Sonra sıra bana geldi ve 2017 senesinin sonunda da atıldım. Ne var ki üniversiteden atılmanın perçinlediği iyi bir hukukçu olma inadı da bir yanda durduğu için doktora çalışmalarıma da devam etmeye çabalıyordum. Pek çoğumuz için kaygı dolu ve sert geçen o yıllarda doktora çalışmalarımı bitirmem de mümkün olmadı. Her ikisini de içinde bulunduğum zorlu psikolojik, siyasal ve ekonomik koşullar nedeniyle, sözde kendi kararımla bıraktığım doktoralarımın ardından kendimi yine sanatın kollarına attım ve geriye bakıp elimde yazdığım ne var ne yoksa toplayıp yayınlamaya karar verdim. 2022 senesiydi.
Edebiyat hayatınızı her zaman etkiliyor sanırım fakat eğitim ve meslek hayatınızla birlikte tiyatro disipliniyle de çok yakından ilgilisiniz. Edebiyat, hukuk ve tiyatro; üçü bir araya geldiğinde uyumlu bir mizansen çıkıyor karşımıza sanki, ne dersiniz? Tiyatroya gönül vermenizin, eğitimler, atölyeler ve mekânlar kapsamında somut çalışmalar yürütüyor olmanızın edebiyata ve tabii ki mesleki olarak hukuk çalışmalarına katkısı neler oldu?
Hukukçu olmayanlar için edebiyat, hukuk ve tiyatro uyumlu bir mizansen olsa da hukuka alanın içinden interdisipliner yaklaşımlar ülkemizde oldukça yeni. Genelde benim gibi sanat ve hukukla bir arada ilgilenen insanlar hukukçu ve sanatçı kimliklerini birbirlerinden uzak ve ayrı tutar. Hukuk kapalı bir disiplindir, neyse ki eskilerin rijit tutumları yeni nesil hukukçularla ve dünyanın bilime, sanata, felsefeye daha ilişkisel yaklaşmaya başlamasıyla artık değişti. Biraz önce de bahsettiğim gibi hayatımda dönem dönem sanat, dönem dönem de hukuk ön plana çıkıyor. Bunların birbirine katkısı farklı perspektifler yaratabiliyor olmaları.
Asıl arzum tiyatrocu olmaktı. Tiyatro yazarlığı da kapsıyor biliyorsunuz. Fakat 20’li yaşlarımda akademisyen olmanın da önü açılınca bir meslek tercihi yapmam gerekti. Hukuk alanında yüksek öğrenime Augusto Boal’in Ezilenlerin Tiyatrosu yaklaşımlarından bir olan Yasama Tiyatrosu hakkında yazabilmek için devam ettim ve savunulmuş bir tez ortaya çıkardım. Benim için bu tez tiyatrocu olabilmenin kapısını aralamaktı. Yine de tiyatro insanı olabilmek ayrı bir meslek, bir yaşam biçimi, vakfedilmiş bir ömür. Benim sanat ve tiyatro konusundaki iddialarım ancak sevmek biçiminde, amatörce olabilir… Hâlâ…
Eğitimler, atölyeler, mekânlar yarattığı insan zenginliği ve karşılaşmalarla bilme merakıma yön veriyorlar. Böyle bir meraka sahip olmak, etkileme ve etkilenmeye açıklık hangi sanat, bilim ve meslek hayatında olursanız olun daimi bir öğrencilik, acemilik ve ilerleme isteği yaratıyor. En önemlisi kendimi daha çok tanıyorum.
Öte Yaka Fırtına ilk öykü seçkiniz. Öncesinde öyküleriniz ve yazılarınız çeşitli mecralarda yayınlanıyor. Nasıl karar verdiniz öykülerinizi yayımlamaya? Bu arada öykülerin biçimsel özelliklerine baktığımızda şiirle de ilgileniyor gibisiniz. Hatta ilgilenmekten öte, özellikle son öykü itibariyle bir şiirle karşı karşıyayız aslında.
Aslında öykülerim çok az mecrada yayınlandı. Bunun nedeni de kimi mecralarda kabul edilmemiş olmaları. Bir araya gelince daha güçlü bir etki yaratmış olmalılar ki nihayet kitap olarak yayınlanabildi. Birlikten güç doğuyor, bakın burada bile.
İlkini Galatasaray Üniversitesi’nde, ikincisini Paris Nanterre Üniversitesi’nde bıraktığım iki doktora bende büyük bir yenilgi hissi yarattı. Doğrusu hâlâ da bu hissi bütünüyle üstümden atabilmiş değilim. Özellikle Paris’teki… Tamamlanma arzusuna ihtiyacım olduğu o dönem bütün akademik ve edebi çalışmalarımı önüme alıp kendim için yeni bir yol aradım. Öncesinde tamamlanmış iki tiyatro oyunum olsa da basılmış bir eserde çabalarımın karşılığını görmek istiyordum. Öykülerimi kitap olarak yayımlamaya tam olarak böyle bir anda karar verdim.
Şiir konusuna gelince… Şiir okumayı severim ama şair olduğumu söyleyemem. Duygularım, düşüncelerim, ruhum kendini nasıl ifade etmek istiyorsa kalemim o biçemde akıyor. Ama elbette ben de pek çoğumuz gibi okuma yazmayı öğrendiğimde ilk şiir yazdım, ara ara yine yazdım, gelecekte de yine yazarım muhtemelen.
Öte Yaka Fırtına nasıl kitabınızın ismi oldu? Hem çok fırtınalı, boranlı öyküler okumuyoruz hem de bu ismi niteleyen bir öykü yok kitabın içinde. Sanki bir tiyatro metni ismi bu, doğru tahmin mi?
Doğru tahmin değil fakat buraya kadar anlattıklarımla isminin neden fırtınalı, boranlı olduğunu tahmin etmişsinizdir. Tamamen kişisel bir tercihti. Uzun uzun düşündüm ve kalbim bu isimde karar kıldı. Reklamcı bir arkadaşıma göre iyi bir tercih olmamış ama ben kendi kararlarımı sahiplenmeyi daha çok seviyorum. Doğrusu kitabımın ismini de güzel buluyorum. Siz nasıl buldunuz?
Aile, aidiyet, ev, yuva, ilişkiler, memleket meseleleri, çalışma hayatı, nesnelerle ve hayvanlarla ilişkimiz öykülerinizin tematik konuları olarak karşımıza çıkıyor. Öyküleriniz odak meselesi veya meseleleri nelerdi diye sorsam dikkat çekmek istediğiniz ona/odak meseleler nelerdi?
Öykülerimin odak noktası toplumsal cinsiyet deneyimi. Bu deneyim hayatımızın her ânını, nesnelerle doğayla hayvanlarla ilişkimizi belirliyor. Ben yazarken kendime bir kadın olarak ne yaşıyorum diye sordum önce. Bir anlamıyla otobiyografik yazıyorum.
Cinsiyetlendirilmiş bu hayatta neler oluyor, bize bu cinsiyetlendirme neler yapıyor? Bu, bilinçli bir soru değildi belki de ilk taslaklarda ama olay örgüleri, öykü kişileri oturmaya başladıkça daha titizlikle ele aldığım bir mesele haline geldi. Bunu da çeşitli perspektiflerden, çeşitli katmanlardan ve farklı boyutlarıyla anlatmaya çalıştım. Bir âşık olarak, bir yurtsuz olarak, bir işçi olarak, bir çocuk olarak, yalnızlıkta, kalabalıklar içinde, incinmiş ya da incitmiş bir kadın olarak neler yaşanıyor? Sonra erkekler neler yaşıyor diye de sordum. Peki ya hayvanlar… Keşke çiçekleri de konuştursaydım, çöp kutularını, çukurları… Belki başka sefere.
Öykülerinize genel bir çerçeveden baktığımızda tercihlerin yapıldığını, bazı yollara girildiğini, rotaların yeniden oluşturulduğunu, ölüm ve yaşam aksında hayvanların varlığının önemli rol oynadığını, memleketin gidişatını okuyoruz. Gergin veya kızgın veya naif bir noktadan anlatmıyorsunuz öykülerinizi. Sanki bir denge kurmak istemişsiniz. Yaşamın kendisinde de olduğu gibi aslında, ne dersiniz?
Doğrusu yaşamın kendisinde bir denge olduğunu düşünmüyorum. Öyle olsaydı eşitlik ve özgürlük mücadelelerine gerek kalmazdı. Ama dediğiniz gibi bir denge kurmak arzum oldu. Hafiflik hissi yaratarak ağır basan kederi, ızdırabı, yası, kaybetmeyi, ayrılığı, ölümü umutla, yeniden başlamayla, hayata tutunmayla, direnişle dengelemeye çalıştım. Bunu her öykümde başarabildim mi bilmiyorum ama insanın yüzleşmeler, tanık olmalar ya da sadece ânın farkına varmalar yaşaması da yaşam gücünü artırabilir diye düşünüyorum.
Kısa, hatta bazı öyküler kısacık olduğu için boşlukları fazla olan öyküler okuyoruz. Mesela “Kanepe” öykünüz, “Memleket” öykünüz, “Fark”, “Gecenize” gibi. İlk öykü seçkisi olmasına rağmen bu riskli durum tek tek öyküler bazında ve kitabın bütününün anlatımına yansıyacak derecede çok iyi. Boşluklu ama net anlatımları sevdiğinizi düşündürdü bana bu durum. Doğru bir düşünce mi bu, ne söylemek istersiniz bu yorumlarımla ilgili?
Boşluklu ve net anlatımları seviyor muyum diye düşünmedim daha önce. Yazdıklarımın benim için tamamlanmışlık hissi verip vermediğine bakıyorum. Beğenmenize sevindim.
Kurmaca atölyelerine gittiğimden bahsetmiştim, bu atölyelerde öğrendiğim şeylerden biri de kurmaca yazarken açıklama yapmamak gerektiği. Buna dikkat ediyorum. Fark, bir mikro öykü denemesi. Bu nedenle olabildiğince kısa yazmaya çalıştım. “Kanepe” ve “Memleket” öykülerini de katıldığım farklı farklı atölyelerde süre tutumuyla yazdığım için hızlıca anlatmak istediğimi aktarmalıydım, bu sonuçlar çıktı. Aralarında bir tek “Gecenize” biraz daha farklı bir yerde duruyor. En risklisi oydu bence, onda da metinler ve türler arasılıktan güç almaya çalıştım.
Sizin kendi öykü seçkinizde en sevdiğiniz öykünüzü konuşmak isterim, aynı zamanda sizinle “Müjgan’ın Nesi Var?” ve “Kedi Kara” öykülerinizi özel olarak konuşmak istiyorum. Çünkü Müjgan sanki çok gözlemlenmiş bir karakter ya da birkaç gözlemlenmiş karakterin vücut bulmuş hali gibi. “Kedi Kara” da hikâye bir kedinin ağzından anlatıldığı için çok özel. Öykülerin yazılma süreçlerini ve sizin için anlamını konuşabilir miyiz?
Sondan başlayayım… “Kedi Kara”nın ilk taslağı 2011 yılına ait, aslında bir novella olarak başlamıştım. Öykü olarak son halini alması kitap dosyamı yeniden elden geçirirken oldu. Yeniden diyorum çünkü aslında 2023 senesinde başka bir yayınevinden yayınlanacaktı dosyam. O yayıneviyle son dakika çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle dosyamı geri çektiğimde yeniden hazırladığım dosyaya biri “Kedi Kara” olan, iki öykümü daha koydum. Bunu anlatmamın nedeni “Kedi Kara”yı 12 sene zihnimde taşımış olmam, ha keza diğerini de neredeyse o kadar. Bütün bu geçen zamanda Ulaş Tosun’un Arkadaş Z. Özger hakkındaki “Merhaba Canım” belgeseli yayınlandı. Çok sevdiğim bir şair. Kimi başka gözlemlerim ve tanıklıklarımla da birleşince taslağım bu son halini aldı.
İnce görmüşsünüz, “Kedi Kara” ve “Müjgan’ın Nesi Var?” öykülerimi bir ayrı severim. Bu öykülerin bir atölyede değil de kendiliğinden zihnimden dökülmeleri de benim için onları daha özel kılıyor. Dışardan değil, içerden gelen bir motivasyonla yazıldılar çünkü. Kitabın yarısı böyle, yarısı da atölyelerde yazıldı…
Hangi öykü benim için ne ifade ediyor, nasıl ve nerede yazıldı, ne süreçlerden geçti üzerine konuşmaktan imtina ettiğim bir konu aslında. Okura alan da kalsın istiyorum çünkü. Öykülerin benim için olan anlamlarını ve süreçleri açık etmek de okurların kendi okuma deneyimlerinde çıkaracağı anlamları ve süreçleri boşa düşürür kaygısını hissediyorum.
Öykü yazmaya devam edecek misiniz? Hem edebiyat hem de tiyatro ile ilgili çalışmalarınız, projeleriniz neler olacak?
Hemen yeni bir öykü kitabı çalışmasına başlamayı planlamıyorum. Bu kitabım hakkındaki geri dönüşlerle kendimi biraz ölçüp tartmak istiyorum. Esas isteğim yeni bir oyun yazıp yönetmek. Augusto Boal ile ilgili olan tezimi de güncelleyip kitaplaştırabilmek dileğim. Bir de roman hazırlığım var ancak onun başına henüz oturamadım. Akademik çalışmalarımdan zaman kaldığı takdirde hepsiyle ilgilenmek niyetindeyim. Bakalım kahramanımız bu sefer doktorayı bitirebilecek mi? 😊
Comments