“Beni yazmaya iten sebepler de aile ilişkilerdeki çatışma ve kırılma anlarını keşfetmek”
Aynur Kulak, Başak Arslan ile ilk öykü kitabı Sardunyalar Güneşe Bayılır odağında söyleşti: "İçselleştirmediğim bir şeyi anlatmak bana samimi gelmiyor. Bildiğim, hissettiğim sokakları, evleri, insanları anlatmak daha gerçekçi ve anlamlı geliyor."

“Aile herkesin bir şekilde içinde olduğu ama bir o kadar da karmaşık bir yapı. İçinde sevgi de var, çatışma da aidiyet de var, uzaklaşma da. Benim için önemli olan bu bağların içindeki görünmeyen dinamikleri anlatabilmek. Bazen bir suskunluk, bazen bir jest, bazen de söylenmeyen bir söz çok şey ifade eder. Beni yazmaya iten sebepler de aile ilişkilerdeki çatışma ve kırılma anlarını keşfetmek.”
Biyografinize baktığımda Türkçe öğretmeni olduğunuz bilgisini okudum. Mesleğinizin edebiyat ile bağınızı nasıl şekillendirdiğini sorarak başlamak istiyorum sohbetimize. Edebiyatla olan bağınızın Türkçe öğretmenliğinden önce başladığını da düşünüyorum. Bu bağı nasıl anlatmak istersiniz?
Haklısınız, edebiyatla bağım öğretmenlikten çok daha önce kuruldu. Çocukluk yıllarımda dergilerle, gençlik yıllarımdaysa kitaplarla kurduğum bağ, hikâyelere duyduğum ilgi anlatının büyüsüne kapılmama neden oldu. Okumak benim için dünyayı anlamanın, kendimi keşfetmenin bir yoluydu.
Türkçe öğretmeni olmak bu bağımı daha da güçlendirdi. Dili her yönüyle kavramak, kelimelerin nasıl bir etki yaratabileceğini görmek, anlatının gücünü her gün öğrencilerimle birlikte deneyimlemek yazarlığımı da besledi. Öğretmenlik, edebiyatı sadece bireysel bir uğraş olarak değil yaşayan paylaşılan bir şey olarak görmemi sağladı. Öğrencilerime anlatırken aslında kendime de anlatıyorum, yazarken de anlatıcının başka bir biçimini yaşıyorum. Bu yüzden mesleğim ve yazarlığım ayrı şeyler değil. İç içe geçmiş iki alan gibi benim için.
İlk yazdığınız öyküler dergilerde ne zaman yayınlanmaya başladı? İlk yayınlamalar başladığında ilerde bir kitabınız olmasını hayal etmiş miydiniz?
Yazmaya ilk başladığımda çok hızlı üretiyordum, sanki içimde uzun zamandır anlatılmayı bekleyen hikâyeler birikmişti. Öykülerim çoğaldıkça bunları paylaşma isteği de arttı ve dergilere göndermeye başladım. Peş peşe yayımlanmaya başlayınca inanılmaz mutlu oldum. Demek ki anlattıklarım bir yerlerde karşılık buluyordu. O dönemde sadece yazmanın keyfini çıkarıyordum. Ama her yayımlanan öyküyle birlikte içimde bir dosya oluşturma fikri yavaş yavaş filizlenmeye başladı.
Sardunyalar Güneşe Bayılır daha önce hiç yayımlanmamış, tamamen yeni öykülerden mi oluşuyor yoksa daha önce yayımlanmış öykülerinizden mi oluşuyor kitap?
Sardunyalar Güneşe Bayılır ağırlıklı olarak yayımlanmamış öykülerden oluşuyor. Kitapta on dört öyküden beşi çeşitli dergilerde yayımlanmıştı. Keşke Sen de Gelseydin Notos’ta, Kuguyruguk Altzine’de, Yarın Yine Gelirim Parşömen’de, Evi Gezmek Beş Lira ve Ayrık Otları ise Trendeki Yabancı’da yer aldı. Geri kalan öyküler ise okurla ilk kez bu kitapta buluşuyor.
Öyküleri yazmak adına masanızın başına sizi oturtan sebeplerde temel olarak derdiniz ne oldu, odaktaki meseleniz neydi?
Öykülerimin temelinde insan ilişkileri özellikle de aile bağları var. Aile herkesin bir şekilde içinde olduğu ama bir o kadar da karmaşık bir yapı. İçinde sevgi de var, çatışma da aidiyet de var, uzaklaşma da. Benim için önemli olan bu bağların içindeki görünmeyen dinamikleri anlatabilmek. Bazen bir suskunluk, bazen bir jest, bazen de söylenmeyen bir söz çok şey ifade eder. Öykülerimde de bu ince detayları yakalamaya çalışıyorum. Çocukların dünyası, ebeveynlerin beklentileri, görünmez ama güçlü bağlar. Beni yazmaya iten sebepler de aile ilişkilerdeki çatışma ve kırılma anlarını keşfetmek.
Öykülerin tematik yapılarına genel olarak baktığımızda ev, aile, yuva, eşler, çocuklar, mahalle yaşamı gibi temel unsurlar üzerine bir anlatı var. Kendiliğinden mi oluştu bu tematik unsurlar yoksa siz kaybolmaya, dağılmaya çok elverişli olan bu temalar üzerine mi inşa etmek istediniz öykülerinizi?
Aslında bu temaları bu dosya için bilinçli olarak seçmedim. Yazarken farkında olmadan hep bu dünyalarda döndüğümü çok sonraları fark ettim. Sanırım en çok buraları anlatmaya ihtiyaç duydum. Kaybolmaya ve dağılmaya elverişli olan şeyler en çok tutunmak istediklerimizdir ya, belki de bu yüzden öykülerimde kendiliğinden yer buldular.
Kaybolmaya ve dağılmaya demişken dikkatimi çeken başka bir unsur kompakt, içe dönük öyküler yazmış olmanız. Yani iş yerleri plazalar değil mesela anlattığınız yerler. Mahalleleri, burada yaşayan çocuklar anlatıyorsunuz; yeni kurulmuş, siteleri olan mahallelerde yaşamıyorlar karakterler yani, bir şekilde naif kalabilmiş, kapitalizmin vahşiliğine kendilerini kaptırmamışlar. Öykülerdeki bu yapı bilinçli bir tercih miydi?
Evet bunlar bilinçli tercihlerdi. Kendime yakın hissettiğim, gözlemleyerek tanıdığım yerleri anlatmayı seçtim. Mekânlar sadece bir arka plan değil, öykülerin ruhunu da belirleyen unsurlar. Benim karakterlerim modern dünyanın hızına kendini tamamen kaptırmamış, hâlâ iç dünyalarıyla ve geçmişleriyle bağ kurabilen insanlar. Yeni kurulmuş, ruhsuz siteler yerine yaşanmışlık barındıran mahalleler bana daha sahici geliyor. Bu yüzden öykülerimde de bu atmosferi korumak istedim.
Köyde geçen bir öyküm de yok benim mesela, çünkü orayı bilmiyorum. İçselleştirmediğim bir şeyi anlatmak bana samimi gelmiyor. Bildiğim, hissettiğim sokakları, evleri, insanları anlatmak daha gerçekçi ve anlamlı geliyor.
Karakterleri konuşmak istiyorum elbet. Tek başına bırakılmayla birlikte çöken bir yalnızlık duygusu var her birinde de. Bu durumlar birilerinin suçu olmaktan ziyade sırtımızı dayadığımız rollerimiz bir gün bizi yalnız bırakıyorlar sanırım öyle değil mi? Karakterleri bu rol model halleriyle konuşabilir miyiz?
Kesinlikle karakterlerin yalnızlıkları birilerinin hatasından çok üstlendikleri rollerin bir noktada onları terk etmesiyle ilgili. Her biri bir role tutunarak hayatta kalmaya çalışıyor ama o rol eksildiğinde, geçerliliğini yitirdiğinde ya da bir şekilde sona erdiğinde geriye koca bir boşluk kalıyor.
Kadın eş rolünden düşüyor ama bu yalnızca bir ayrılık meselesi değil, bir zamanlar ona anlam veren, hayatına yön çizen bir kimlik artık yok. Çocuk için de aynı şey geçerli. O da evlat rolünde bir değişim yaşıyor. Anne bir hayat kurduğunda onun bu hayattaki yeri sarsılıyor. Yeni düzen içinde yer bulmaya çalışıyor.
Kitaba ismini veren Sardunyalar Güneşe Bayılır’ı da ayrıca konuşmak istiyorum. Annesi evlenmeye karar vermiş bir kadının yaşadığı hayal kırıklığını okuyoruz. Bu öyküyü yazmak sizin için nasıl bir dönemin tezahürü olarak ortaya çıktı?
Sardunyalar Güneşe Bayılır’ı Semih Hocamın verdiği bir ödevden yola çıkarak yazdım. Konuyu çok sevdim, başlangıçta sadece bir alıştırmaydı benim için ama yazdıkça metnin beni bambaşka yerlere götürdüğünü fark ettim. Annesi evlenmeye karar vermiş bir kadının yaşadığı hayal kırıklığı yalnızca bugünün değil, her dönemin meselesi aslında.
Anne kız ilişkilerinde göz ardı edilen bir şey var. Annenin de bir birey olma hakkı. Ama bu hak, çocuklar için beklenmedik sonuçlar doğurabiliyor. Bir annenin kendi hayatına dair aldığı bir karar yetişkin bir çocuk için bile zorlayıcı bir dönemeç olabiliyor. Öyküdeki kadın Gülşen annesinin yeniden bir hayat kurması karşısında öfke ya da kızgınlık duymuyor aslında. Onun kırgınlığı annesinin artık sadece anne olarak kalmamasına, kendisinden bağımsız bir hayat kurmasına.
Bir çocuğun gözünde anne hep aynı kalacak bir figür gibi yerleşiyor hafızaya. Ama zamanla annelerin de başka rollerle var olduğunu, değiştiğini ve kendi hikâyelerini yaşadığını kabullenmek gerekiyor.
Öte yandan, Gülşen’in annesinin evleneceği kişiye de güveni yok. Bu sadece bağımsızlık meselesi değil aynı zamanda bir iç huzursuzluk meselesi. Annenin yanıldığını, yanlış bir karar verdiğini düşünerek annesini de korumaya çalışıyor.
Dergilerde ve internet mecralarında öykülerinizi okumaya devam edecek miyiz? Bu minvalde yeni öykü kitapları okuyacak mıyız sizden?
Eskisi kadar hızlı üretemesem de öykülerim dergilerde ve çeşitli platformlarda yayımlanmaya devam edecek. Yazarken sanki tepemde sürekli parmak sallayan bir Başak var! Bu yüzden artık daha titiz ve seçici davranıyorum. Yeni öykü kitabı gelir mi? Neden olmasın? Bunun için çalışıyorum ama acele etmiyorum. Hikâyeler kendini tamamladığında, anlatmam gerekenler içime sindiğinde elbette okurla buluşacak.
Commentaires