top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

"Beni masa başına oturtan, 'onları yazmadan ölmemem gerekiyor' hissi"

Aynur Kulak, Yasemin Olur ile Golgota Sanayi Sitesi adlı kitabı odağında söyleşti:

“Anlatmam gereken bir hikâye vardı. Anlatmam gereken başka hikâyeler de var. Beni masa başına oturtan, 'onları yazmadan ölmemem gerekiyor' hissi. Bunlar çok önemli şeyler mi? Benim için evet. Çünkü ben yaşarken hep içimden bunlar geçmiş; ben yerken, içerken, arkadaşlarla gülerken zihnimin arkasında bir yerde birileri acı çekmiş, ölmüş, hapsedilmiş, yok sayılmış…”



Edebiyatla olan bağınız özellikle üniversite öğreniminizle daha belirgin hale geliyor. Hatta doktoranızı Yeni Türk Edebiyatı alanında yapıyorsunuz. Edebiyata dair çizdiğiniz bu rotayı konuşarak başlayabilir miyiz söyleşimize? Bu süreçte edebiyatla bağınız nereden nereye geldi?

Edebiyatın varlığını ilk hissettiğim an ortaokulda bir Türkçe sınavında çıkan soruya kilitlendiğim andır. Sınavda çıkan Ahmet Haşim’in “Merdiven” şiiri benim için, “sözün bir de bu hali mi mevcutmuş” hissi yaratmıştı. Sonrasında tabii okudukça gelen “ben de yazabilirim” heveslenmeleri başladı. Bir gün yazar olmak istiyordum ve bir işi yapacaksam bunun tarihine ve gelişimine dair de bilgi almalıyım diye düşündüm. Yaşadığım coğrafyadan ve kültürel ortamdan kopuk hayalperest tavrımla edebiyat fakültesine girdim. Yazar olacaktım ve öncesinde de edebiyatın ne olduğuna dair akademik bir eğitimden geçmeliydim. Orta sınıf işçi aile çocuğu için fazlaca hayalperest tavırlar. Genelde hayat bu gençlere çarpınca gençler rota değiştirir ama ben inatla devam ettim. Sonrasında doktoramı aylaklık ve edebiyat üzerine yaparak edebi rotamı da iyice netleştirdim. Sadece hikâyeler yazmak istiyordum. Öyle de oldu.


Golgota Sanayi Sitesi, Kral Süleyman Kasaya Lütfen öykü kitabınız sonrası ikinci öykü kitabınız. Öykü seçkilerinizi nasıl oluşturuyorsunuz, tematik olarak ilk öykü seçkinizle Golgota Sanayi Sitesi arasındaki benzer unsurlar neler?

İlk öykü kitabımda da Golgota Sanayi Sitesi’nde olduğu gibi bir uzun öykü ve sonrasında gelen kısa öyküler var. Kral Süleyman Kasaya Lütfen’de “Karınca” adlı öyküde Süleyman ve babası Davut’un hikâyesi vardır. Golgota’daki Davut işte o Davut. Aslında Golgota Sanayi Sitesi, ilk kitabımdaki uzun hikâyenin öncesinde olanları anlatıyor. Bir baba-oğul hikâyesi. 

Öykü seçkisi oluştururken tematik anlamda özel bir çabam yok. Bende yazma duygusu uyandıran her şey zaten genel bir tema içinde. Onu da sonraları fark ettim. Yazmak kendini tanıma süreci derken kastedilen bu sanırım. Bir şeyden yaralanmışsan onu anlat anlat bitiremiyorsun. Anlatmayı bıraktığın nokta sanırım artık o yaradan iyileştiğin yer oluyor.


Benzerliklerden farklara gelmek istiyorum, daha doğrusu iki öykü seçkiniz arasındaki tematik farkları da konuşmak istiyorum. Golgota Sanayi Sitesi’ndeki hangi tematik unsurları farklı taraflarından ele almak istediniz? Yeni öyküler yazma anlamında neydi sizi masanızın başına oturtan ana/odak meseleler?

Anlatmam gereken bir hikâye vardı. Anlatmam gereken başka hikâyeler de var. Beni masa başına oturtan, “onları yazmadan ölmemem gerekiyor” hissi. Bunlar çok önemli şeyler mi? Benim için evet. Çünkü ben yaşarken hep içimden bunlar geçmiş; ben yerken, içerken, arkadaşlarla gülerken zihnimin arkasında bir yerde birileri acı çekmiş, ölmüş, hapsedilmiş, yok sayılmış… Zihnimde bu hayaletlerle gezmişim ömür boyu. Yani benim için önemli ve ben hikâyelerimi anlatmadan geçip gitmek istemiyorum. Ben buradaydım ve bunları hissettim. Mağara duvarına elinin izini bırakan atalarımızla aynı motivasyon yani. Buradaydım ve bu boyalarla oynamak çok güzel, kelimeleri zıplatmak çok eğlenceli. Buradaydım ve şahitliklerim bunlar. Bu motivasyonla yazıyorum. Bence herkes benzer bir motivasyonu taşıyor ama biz yazıp yayımlayarak cesaret gösteriyoruz sanki. Ben kendimi bir hikâye taşıyıcısı olarak da görüyorum. İnsanlar olur olmadık her yerde bana hikâyeler anlatır, ben de dikkatle dinlerim. Belki bir gün bir yerde onları da hikâyelere katıp bir metinde somutlaştıracağımı hissediyorlardır. 


Golgota Sanayi Sitesi’nde ilk göze çarpan biçimsel farklar. Parçalı olmakla beraber kitaba da ismini veren Golgota Sanayi Sitesi’nin uzun  öyküsü karşılıyor bizi. Öykü boyunca okura Lego parçaları sunmuşsunuz sanki. Düşünülmüş, çalışılmış bir öykü “Golgota Sanayi Sitesi” ama sıcak yazılma anlarında da biçimini almış olabilir. Öyküyü bu noktadan konuşmaya başlarsak ne söylemek istersiniz?

Golgota” üzerine elbette nasıl yazarım, kafamdakini nasıl toparlarım diye düşündüm. Yazmaya odaklandığım dönemlerde düzenli çalışırım. Her gün aynı saatlerde masa başına oturmak ve bir şeyleri halletmeden masa başından kalkmamak gibi kendime bir düzen kurarım. “Golgota”yı da o disiplinle yazdım. Başta kahramanların dünyasını yazdım. Olaylar başka türlüydü. Bir süre onları yazdım durdum. Sonra bir an geldi, ben bu tipleri kafamda oturttuğumda sizin sıcak yazma ânı dediğiniz durum oldu ve “Golgota” öyküsünün tamamı kadar bir kısmını da silip attım. Sonra her gün bir sayfayı geçemeyecek şekilde yazdım ve hikâyeyi yazma arzum bitmeden masadan kalktım. Bu süreçte planlı bir yazmam yoktu. Golgoto’yu içimden nasıl geldiyse o şekilde yazdım. Olaylar gözümün önüne bir tablo gibi geldiyse bir tablo gibi, bir sinema sahnesi gibiyse bir senaryo gibi… Yani zihnimde ne gördüysem onu yazdım.


Aslında erkek dünyasının anlatıldığı fakat son derece de duygusal öyküler bütünü Golgota Sanayi Sitesi. Davut başta olmak üzere bütün erkek karakterler soğuk, mesafeli, uzak. Peki hem hikâyeyi okuma sürecinde hem de bittiğinde neden yoğun duygular yaşarken buldum kendimi? Davut’un daha küçücükken babasının ölümüne şahit olduğu travmatik kesit, ayrıca İbrahim’in hikâyesi, Davut’un sanayi sitesindeki mesaileri, parmaklarının başına gelenler, diğer erkeklerin, mesela Bekçi Hasan’ın, hikâyesi derken erkek çocuk olmayı, erkeklik meselesini başka bir yerden anlatınca ters düz edici bambaşka hikâyeler çıkıyor karşımıza, öyle değil mi? Davut karakteri odakta olacak şekilde biraz bu noktalarıyla konuşabilir miyiz “Golgota Sanayi Sitesi”ni?

Erkeklerin sert görünümlerinin altında onların da derinlik barındırabilen insanlar olduğunu unutmamız toplumsal bir yanılgı. Ben erkeklerin ağlayamayacağına ve bir kalpleri olmadığına dair önyargılarla büyümedim. Çünkü ben bizi izlerken mutluluktan ağlayabilen bir adamın kızıyım. Babamın kırılmışlıklarını dinleyerek büyüdüm. Benim babam ömrü sanayide geçmiş bir adam ve ben kirli ellerin, güçlü bedenlerin de bir çocuk kalbi taşıyabildiğini ömrümce onda gördüm. Benim erkeklik algım o yüzden incelikli bir yapıya sahip. 


Yine öykünün biçimine döneceğim ama bahsedemeden geçemeyeceğim Davut’un çocukluğuna bizi götüren sahne sahne yazılmış bir senaryo metni var öykünün içinde. Öykünün bu kısmını bir tiyatro metni olarak yazmaya nasıl karar verdiniz?

Az önce de bahsettim. Anlatmak istediğim şey gözümde sinema gibi canlandığı anlarda bu tekniğe geçti zihnim. Bazı yerlerde de resimler var. Sanat tarihinin ünlü tabloları olaya dahil oluyor. Hikâyenin biçimi yazma ânında belirlendi. 


Zamanda ileri ve geriye doğru yaptığınız atlamalar da çok önemli. Zaman hikâyeyi bu denli etkilemeseydi belki de Davut’un yaşadıklarını ve hissettiklerini bu kadar iyi anlamayabilirdik, öyle değil mi? Öyküde zamanı kullanmak anlatılan hikayeyi hem açan hem de toparlayan unsur, zamanı bu yönüyle de konuşabilir miyiz?

Davut’u daha iyi tanımak adına zaman içinde dolanıp durdum. İleri geri demiyorum çünkü bence zaman bir bütün. Bir çemberde dolanmış hissi. Bir şeyi de anlamak için an yeterli değildir. Kaldı ki ben anda kalmayı da hiç sevmem. Anlardan anlara, önceye ve sonraya gezmeyi, zıplamayı severim.


“Golgota Sanayi Sitesi” sonrası öyküleri konuşacak olursak buradaki öyküler daha tekil gibiler. Ama değiller de bir yandan. 

Oradaki öyküler bağımsız ama ne kadar bağımsız olabilirler ki, değil mi? Hepsi benim zihnimden çıktığına göre elbette bir yerlerde akrabalıkları var. 


Çocuk karakterlerin bol olduğu, büyüme hikâyeleriyle harmanlanmış çocuk öyküleri sanki “Golgota Sanayi Sitesi” sonrasındaki öyküler. Sizin çocuk edebiyatına dair yazdığınızı düşünürsek çok uzak bir ihtimal değil bu. Bir de ekmek, makarna, reçel gibi yine çocukların çok sevdiği yiyeceklerin etrafında şekillenen öyküler, ne dersiniz?

Kitabın başındaki alıntı da zaten Kerkenez filminden. O filmdeki çocuk Casper, benim bu hayatta içimden asla çıkmayacak derdin vücut bulmuş hali. Ben yaşanamayan çocukluğun acısını çocukluğunu olduğu kadar güzel yaşamış biri olarak hep içimde taşıyorum. Bu dünyaya kendi isteği dışında getirilmiş ve sonra savaşla, açlıkla, acıyla, tecavüzle, şiddetle büyümek için debelenmiş her insan benim için yaradır. Dönüp dolaşıp çocuklara gelen hikâyelerin sebebi belki budur, bilmiyorum. Ben yaşanamamış çocuklukların yasını tutuyorum. Niye dünyadaki bunca acının içinden kendime bunu seçtim, bilmiyorum. Herhalde üstüme tam oturdu bu acı. 


Tüm öykülere baktığımızda çok mücadele gerektiren bir yaşam ve ölüm aksı mevzu bahis. “Golgota Sanayi Sitesi” öyküsünde yaşamı ve ölümü çok ciddi yönleriyle hissederken, “Golgota Sanayi Sitesi” sonrası öykülerde daha hicivli, daha sarkastik duygular eşliğinde hissediyoruz. Yaşamın ve ölümün her iki kutbunu ve farklı algılarını yansıtmak istemiş olabilirsiniz elbet. Kendiliğinden olan bir şey miydi bu, yoksa bu konular üstüne hep düşündüğünüz şeyleri mi yansıtmak istediniz?

Ben ölüm üzerine çok düşündüm. Bundan korktuğumu sandığım noktada aslında ölmekten değil de kalmaktan korktuğumu fark ettim. Hayat matrağa aldım bir şey. Shakespeare “yarayla alay eder yaralanmamış olan” diyor ama bu benim için geçerli değil. Yarayla alay ediyor yaralanan. Ölüm de hayata dahil ve onu da matrağa almaktan elbette kaçınmayacağım. Gülerken ağlamayı, ağlarken gülmeyi seviyorum. Bu bana çok insan hissettiriyor. Umarım bunu öykülerimde de hissettirebiliyorumdur. 


Öyküler yazmaya devam edecek misiniz? Yeni çalışmalarınız neler olacak?

Yazmaya başladığım bir uzun öyküm var. Onu bitirmeyi düşünüyorum. Yazdığım çocuk öyküleri var. Sonrasında çocuklar için daha çok yazmayı düşünüyorum. Çocuk kitapları okumayı seviyorum, iyi çocuk kitapları şiir gibi. Bana yitirilmiş bir huzuru hatırlatıyor. Ben de öyle öyküler yazmak istiyorum. 

Comentários


bottom of page