Türkiye’deki feminist edebiyatın öncülerinden Suat Derviş’i ölüm yıldönümünde anıyoruz
- Litera
- 2 gün önce
- 2 dakikada okunur
Literaedebiyat, 23 Temmuz 1972’de aramızdan ayrılan Suat Derviş’i ölüm yıldönümünde anıyor. Romanlarıyla kadınların, işçilerin, sokakların sesini duyuran Derviş’in edebiyat mirasını, hayatını ve sesini bugün bir kez daha hatırlıyoruz.

Suat Derviş: Sınıfların Arasında, Kadınların Yanında, Edebiyatın Kalbinde Bir Ömür
23 Temmuz 1972. Türkiye edebiyatı, sessizce ama büyük bir kayıpla bir kadını uğurladı. Suat Derviş. Bugün ölümünün 52. yılı. Romanlarında yoksulluğu, kadınları, geceyi ve mücadeleyi anlatan; döneminin çok ilerisinde bir kadın. Suat Derviş’i yalnızca “Fosforlu Cevriye”nin yazarı olarak anmak haksızlık olur. O, aynı zamanda Türkiye’de sol düşüncenin, kadın haklarının ve bağımsız edebiyatın öncülerinden biriydi.
Hayatı: Osmanlı Sarayından Gazeteciliğe, Hapisten Avrupa’ya
1905 yılında İstanbul’da doğan Suat Derviş, dönemin seçkin ailelerinden birinin kızıydı. Küçük yaşta Fransızca öğrendi, Berlin Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat okudu. İlk romanlarını 1920’li yıllarda yayımlamaya başladı. Ancak onu farklı kılan sadece yazdıkları değil, nerelerde yazdığıydı.
Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerinden biri olarak Suat Derviş, birçok ulusal gazetede çalıştı. Röportajlarıyla dönemin İstanbul’unu, kadınları, işçileri, gece hayatını ve çelişkileri yazdı. 1940’larda Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu. Bu da onun tutuklanmasına, gazetelerden dışlanmasına, bazı eserlerinin sansürlenmesine sebep oldu. Ancak o, yazmaktan asla vazgeçmedi.
Edebi Mirası: Geceyi, Kadını ve Umudu Yazmak
Suat Derviş’in edebiyatı çarpıcıdır çünkü “görülmeyeni” anlatır. Romanları ve hikâyeleri, dönemin merkezden uzak, sessiz, bastırılmış kesimlerine ses verir.
En bilinen romanı “Fosforlu Cevriye” (1968), Galata sokaklarında yaşayan bir hayat kadınının iç dünyasını, aşkını, zekâsını ve başkaldırısını anlatır. Bu roman, sadece bir karakterin değil; sistemin dışına itilen binlerce kadının sesi gibidir. O dönem için tabu sayılabilecek bir figürü anlatması, Suat Derviş’in cesaretini de ortaya koyar.
Eserleri:
Kara Kitap (1921)
Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923)
Hiçbiri (1923)
Ahmed Ferdi (1923)
Behire'nin Talibleri (1923)
Fatma'nın Günahı (1924)
Ben mi (1924)
Buhran Gecesi (1924)
Gönül Gibi (1928)
Emine (1931)
Bu Başı Ne Yapalım? (1934)
Hiç (1939)
Çılgın Gibi (1934)
Yalının Gölgesi (1958)
Fosforlu Cevriye (1968)
Ankara Mahpusu (1968, ilk olarak 1957'de Paris'te Fransızca)
Eserlerinin çoğu kadınların ve alt sınıfların yaşadığı hayati çatışmaları odağına alır. İç monologlara, psikolojik çözümlemelere ve sınıfsal bakışa dayalı bu metinler, bugün hâlâ güncelliğini korur.
Bugün Neden Hâlâ Suat Derviş?
Çünkü onun yazdıkları, bugün hâlâ yaşananları anlatıyor. Kadının görünürlüğü, sınıf mücadelesi, bireyin sistem karşısındaki çaresizliği… Suat Derviş, kalemiyle hem sokağı hem bilinçaltını yansıtan bir ayna tuttu. Ötekileştirilenleri, bastırılanları, aşkı, ihaneti, umudu ve düş kırıklığını yazdı. Dahası, yazarken direndi.
Ölümünden sonra uzun yıllar unutuldu. Ancak özellikle son 10-15 yılda feminist edebiyat araştırmalarıyla birlikte yeniden gündeme geldi. Bugün eserleri yeniden basılıyor, hakkında akademik çalışmalar yapılıyor. Ama hâlâ hak ettiği değerin çok uzağında.
Suat Derviş’in adını sadece “geceye” yazılmış bir isim gibi görmek büyük haksızlık olur. Onun adı, kadınların yüreğine, yoksulların hikayesine, edebiyatın gövdesine kazınmıştır.
コメント