Geçmişten günümüze, bugünden yarına, yakındaki uzak
Nagihan Kahraman, Rebecca Solnit'in Yakındaki Uzak kitabı üzerine yazdı: "Yazar, herkesin kendi hayatında çeşitli zamanlarda yaşadığı olayları, farklı farklı şekilde anlattığı birer hikâye; insanları da birer hikâye anlatıcısı olarak görüyor. Yakındaki Uzak da yazarın bu mesele etrafında dönen denemelerinden oluşuyor."

Hayatımız boyunca bir şeyler anlatıyoruz. Bu sonsuz tekrarlanan bir döngü. İyi ya da kötü olmasından bağımsız olarak hikâyenin anlatımına geliyor mevzu bir noktadan sonra. Çünkü bir hikâye varsa o mutlaka anlatılır. Bu yüzden bazen de hikâyeden çok hikâyenin nasıl anlatıldığı önem kazanıyor. Bir olay herhangi biri için olumlu başka biri içinse gayet olumsuz hisler doğurabiliyor. Tüm hayatımız minik minik hikâyelerin örüntüsünden oluşuyor ve bunun için kim olduğunuzun, ne iş yaptığınızın, cinsiyetinizin, ırkınızın bir önemi yok. Geçmişte yaşanan bir olayı bile aradan yıllar geçse de dönüp düşünmek, hatırlamak mümkün.
Belleğimiz bunu mümkün kılan yegâne şey. Elbette o gün o ortamda olan herkes tarafından aynı anlatılmıyor yaşananlar. Tam da herbirimizi kendi çapında bir “hikâye anlatıcısı” yapan şey bu! Yazar, tarihçi ve aktivist Rebecca Solnit de bu meseleleri konuşmayı, yazmayı seven biri ve en bilinen kitaplarından biri Yakındaki Uzak’ta buna odaklanıyor. Hâlihazırda Guardian gazetesinde köşe yazarlığı yapan ve Literary Hub için düzenli olarak yazılar yazan Solnit’in yirmiyi aşkın kitabı var ve bunların birçoğunu Türkçede bulabiliyoruz. Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar, Yol Aşkı-Yürümenin Tarihi, Kaybolma Kılavuzu, Karanlıktaki Umut, Sindirella- Özgürlük Kedisi, Tüm Soruların Anası bunlardan bazıları.
Rebecca Solnit, herkesin kendi hayatında çeşitli zamanlarda yaşadığı olayları, farklı farklı şekilde anlattığı birer hikâye; insanları da birer hikâye anlatıcısı olarak görüyor. Yakındaki Uzak da yazarın bu mesele etrafında dönen denemelerinden oluşuyor. Kitapta toplam on üç bölüm var ve kitabın adına gönderme olarak yaklaşıp uzaklaşır şekilde görselleştirilmiş. Bahsettiğim bölümlerin sıralaması şu şekilde: “Kayısılar”, “Aynalar”, “Buz”, “Kaçış”, “Nefes”, “Yara”, “Düğüm”, “Düğüm Çözülüyor”, (ve yeniden) “Nefes”, “Kaçış”, “Buz”, “Aynalar” ve “Kayısılar”.
Yazarın bölümler arasında kendi içinde başlangıç ve bitişi temsil eden bir bütünlük kurduğu ve çeperden merkeze, merkezden de çepere ilerleyen ve ortada bir düğümün gerçekten de çözüldüğü bir kompozisyon kurgulandığı görülüyor. Herbir bölüm, yazarın hayatında kilit bir nokta oluşturan bir yere denk geliyor ve yazar bunları geriye dönüp hatırladığı ya da şimdiki hâlleriyle anlatıyor. “Kayısılar”, annesinin Alzheimer hastalığı üzerinden başlayıp geçmişe ve annesi ile ilişkisine dair anlattıklarından oluşan ilk bölüm. Annesinin evinin bahçesindeki kayısı ağacından kalan kasa kasa kayısıyla ne yapacağını bilemeyen Solnit, bunların kendisinde çağrıştıklarını ve annesiyle aslında geçmişten beri çok da iyi olmayan ilişkisine dair duygularını anlatıyor. Onun küçüklüğünde hatırladığı annesi ile şu an Alzheimerdan dolayı günlük hayatını sürdüremeyen kadının aynı kişi olması ve yaşananların bizlerde bıraktıkları üzerine oldukça etkileyici satırlardan oluşuyor bu bölüm. Belleğimiz silinen ya da yer değiştiren çeşitli anılarla dolu ve bu anıların bugünümüzü yönetmesi çok büyüleyici bir yandan. Bazı şeyler ne kadar istesek de akılda kalmazken bazılarının daha dün olmuşçasına, hafızadan hiç silinmeden oracıkta durması ve her gün kendini hatırlatması ilginç bir deneyim. Yazarın annesiyle ve kayısılarıyla olan ilişkisi de böyle. Aralarından çürüyenleri tek tek ayıklayarak ama bir yandan da ne yapacağını bilemeden geçirdiği günlerin sonunda onlarla konserve yapmaya karar verir yazar. Bu hem gerçek anlamda hem edebî anlamda bir konservedir ve elbette çok da metaforik. Çünkü konserve yapmak o meyveyi ilk hâliyle saklamanın, bozulmasının önüne geçmenin bir yolu. Bu yolla formunu değiştirerek taze olan kayısıları yıllarca saklamak mümkün, tıpkı belleğimiz gibi. Bir tür konserve yani koruma işlevi görüyor hafızalarımız da. Bazen birebir aynı gibi görünse de formu değişmiş oluyor aradan zaman geçince elbette ama hâlâ yenebilir ve ilk günkü kayısılar onlar bir yandan, bunu biliyoruz.
Anılarımız da kayısılar gibi; bozulmamaları için onları bir tür konserve işleminden geçiriyor zihnimiz. “Aynalar”, yazarın yine anne-kız ilişkisine değinen ve kendi annesi üzerinden hayatta kalmanın yollarını arayan küçük bir kızın iç döküşleri gibi bir bölüm: “Evet, mesafeliydim. Onu inceliyor, hesap yapıyordum. Hayatta kalabilmek için onun haritasını çıkarmak ve o coğrafyadan kaçış rotalarımı belirlemek zorundaydım.”(s.39) diye not düşüyor yazar. Annesine bir tür ebeveynlik yapmak zorunda kalışı ve bu hengâmenin içinde kendi yolunu bulmaya çalışmasını anlatıyor satırlarında. Bu sayede de kitaplarla tanışması ve onları kendine sığınak olarak görmesi üzerinden anlattığı satırlarda bol bol Jeanette Winterson tadı alınıyor. Kendine belirlediği “Önemli bir neden olmadıkça macerayı reddetme!” düstûru ile hayatta önüne bir fırsat olarak geldiğini düşündüğü İzlanda’ya gidişini ve orada yaşadıklarını da “Buz”da anlatıyor. Bahsettiğim gibi kitabın bölümleri arasında hem kronolojik hem de mantıksal bir sıralama ve bütünlük bulunuyor. “Yara” kısmında da kitaba da adını veren “yakındaki uzak” ifadesini açıklığa kavuşturuyor Solnit. “Bir insanla yakın olduğumuzu söyleriz. Duygusal olarak birbirimize olan bağımızı ifade ederiz yakınlık dediğimizde. Araya mesafe koyduğumuzu söylediğimiz insanlarla aramızdaki uzaklık ise gene duygusal bir uçurumdur. Yıllarca New York City’de yaşadıktan sonra New Mexico kırsalına taşınan Georgia O’Keeffe, sevdiği insanlara mektuplarını “yakındaki uzaktan” diye bitiriyordu. Fiziksel uzaklığı duygusal yakınlıkla bertaraf ediyordu bu sözlerle. Duygunun kendi coğrafyası vardır, aramızdaki duygusal birliktelik yakınımıza getirir insanları, kendi sınırlarımızın içindedirler çünkü.”(s.123) Bu sözler ile kendisi Kuzey Kutbu’na çok yakın bir coğrafyadayken bile duygusal yakınlıklarının devam ettiği, fiziksel olarak çok yakın olduğu dönemlerde ise o insanlarla çok uzak duygusal mesafelerde olabildiğini anlatıyor. Tüm bu kavramlar üzerinden bölümler boyunca farklı farklı yerlere kırıyor yönünü; Binbir Gece Masalları’ndan Frankenstein’a kadar söyleyecek pek çok sözü vardır.
İçinde yaşadığımız hikayeler bizim evimiz Solnit’e göre ve insanın kendini evinde hissetmesi gibisi yok. Bu meseleleri baştan sona bir iplik gibi eğirip yeniden ördüğü (ki kitapta bununla da ilgili metaforik anlatımlar mevcut), örüp örüp söktüğü ve atlan düğümleri çözdüğü bir kitap Yakındaki Uzak. İthaki Yayınlarının alt markası Minotor Kitap’tan yeniden basılan eserin çevirisi ise Asude Küçük’e ait. Rebecca Solnit’in dünyasına girmek için bire bir etkili bir kitap olarak Yakındaki Uzak’ı ve diğer kitaplarını ısrarla öneriyorum.
YAKINDAKİ UZAK
Rebecca Solnit
Minotor Kitap, 2024
Çeviri: Asude Küçük
296 s.
Mobil sohbet kullanıcıların cep telefonları üzerinden anlık sesli ve yazılı görüntülü iletişim kurmalarına olanak sağlayan platformlardır.
Sohbet kullanıcıların whatsapp cep telefonları üzerinden anlık sesli ve yazılı görüntülü iletişim kurmalarına olanak sağlayan platformlardır.
https://www.gevezeyeri.com/ guzel yazı