Tarih içinde bir karaşın yürüyüş: Karşı Roman
- Litera
- 7 dakika önce
- 10 dakikada okunur
Gökhan Serdar Özaktaş, Ali Ayçil’in Karşı Roman adlı romanı üzerine yazdı: "Roman boyunca sarışınlık ve karaşınlık (esmerlik) durumlarının -tarihsel ve sosyolojik karşılıkları üzerinden- kurgunun ana izleğini oluşturduğunu söyleyebiliriz."

“Bütün Osmanlı tarihçileri sarışındır.
Üstelik karaşınlar üzerine yazarlar, yazıyorlar.”
Ece Ayhan
“Haydi gidin, tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.”
Tevfik Fikret
İnsanın bir doğası var mıdır? Filozofların kafa yorduğu bu ontolojik soruya İspanyol filozof Jose Ortega Y Gasset’in cevabı kesindir: “İnsanoğlunun doğası yoktur, tarihi vardır.” (Gasset, 2019:39). Gasset, Sistem Olarak Tarih adlı kitabında insanların nesneler gibi değişmez bir doğasının olmadığını, onun bir “şey” olarak kabul edilemeyeceğini izaha girişir. İnsanın doğasını araştıranların bir şey bulamadıklarını ifade eden Gasset, “Çünkü insanın doğası yoktur. İnsan kendi bedeni değildir, çünkü bedeni bir ‘şey’dir; canı, ruhu, psike’si, bilinci de değildir, çünkü o da bir ‘şey’dir. İnsan hiçbir ‘şey’ değildir, olsa olsa bir dramdır – kendi yaşamıdır,” (Gasset, 2019:26) sözleriyle insanı, yaşamın içinde bir “olma hali” olarak tanımlar. Dolayısıyla insanın biricik olan yaşamındaki tercihleri, tecrübeleri ve içinde bulunduğu ortamın koşulları karşısındaki durumu kendisini var eden nedenlerdir. Gasset devamında, “İnsan kendi kendisini ortam koşuluna bağlı olarak yaratır.” (Gasset, 2019:31) der. İnsan, yaşam tecrübelerinden ibaret bir tevali hali ise geçmişi ile arasında bir kopma söz konusu olamaz. Kendisinin nedeni olan insan, kendini var eden nedenlerden ayrı düşemez. Nitekim Gasset, “Varlığını -geçmişi- biriktirmektedir: Kendi deneyimlerinin diyalektik dizisi içinde bir varlık olmaktadır. Bu mantıksal aklın diyalektiği değildir, kesinlikle tarihsel aklın diyalektiğidir.” (Gasset, 2019:38) ifadesiyle geçmişin sürekli bir durum, bir oluş halinde olan insanda mündemiç olduğunu belirtir. Geçmişin birikip yığıldığı hafıza ise -Bergson’a atıfla- şuurdur. Geçmişte edinilen bütün deneyimleri hal içinde barındırarak insanın geleceğini daraltan şuur; Mehmet Manas’ı da bir tarih insanı olmaktan alıkoyan, onu sürekli bir karşı tarih insanı olmaya zorlayan dinamiktir.
Ali Ayçil’in İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Karşı Roman adlı romanı, romanın kahramanı Mehmet Manas’ın İstanbul’un çeşitli mekânlarında, güzergâhlarında yaptığı spiral yürüyüşler sırasında, zihninde bir savunmaya dönüştürmeye çalıştığı düşüncelerinin akronik bir biçimde tezahürü üzerinden inşa edilir. Bu savunma, Mehmet Manas’ın ifadesiyle “Sarışınlıkla esmerlik arasında sıkışıp kalmış bir aklın savunması”dır (s.24). Roman boyunca sarışınlık ve karaşınlık (esmerlik) durumlarının -tarihsel ve sosyolojik karşılıkları üzerinden- kurgunun ana izleğini oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Romanı bir “bentarihyazımı” olarak değerlendirmek mümkün. Mehmet Manas’ın doğduğu taşradan, üniversite okuduğu başka bir taşraya, oradan da İstanbul’a uzanan yolculuğunda onu, bir karşı tarih insanı olarak şekillendiren karşılaştığı durum ve olaylar ve bunlar karşısında Mehmet Manas’ın tutumu; Doğu-Batı, sarışınlık-esmerlik, taşra-şehir, tarih-karşı tarih karşıtlıkları üzerinden mitolojinin imkânlarından da yararlanılarak anlatılır.
Devlet, Tabiat ve Taşra
Mehmet Manas’ın kişisel tarihi bir taşra okulunda başlar. Ev ile okul arası onun için bir üşüme yolculuğu, korku yolculuğu, ürkütücü bir ıssızlık yolculuğu; devlet ve eğitim sistemi tarafından mecbur bırakılan bir ölüm kalım yolculuğudur. Savunmanın bir yerinde, öfkeyle “Bir çocuğu eksi beş derecede, eksi on derecede, eksi on beş derecede, ıssız bir yolda her gün yirmi kilometre yürütmenin affedilecek bir yanı yok.” (s.23) der. Bu ıssız yolculukta kurtların, tilkilerin, yabandomuzlarının merhametine bırakılır. Devlet tarafından ölüme itilmenin affedilecek bir yanı yoktur. Tabiatın merhamet gösterip ilişmediği çocuğu okuldaki öğretmenler bir av olarak görür. Onu zayıf yerinden yakalayarak kendi yollarına sokmaya çalışırlar. Devletin ideolojik aygıtı devreye girer.
Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları kitabında, okulun, devletin en etkin ve egemen ideolojik aygıtı olduğunu ifade eder. Batı toplumunda kilisenin yerini alan bu kurum “Tüm toplumsal sınıfların çocuklarını anaokulundan başlayarak alır ve de anaokulundan başlayarak yeni ya da eski yöntemlerle, yıllar boyunca çocuğun etkiye en açık olduğu çağlarda, devletin aile aygıtı ve devletin okul aygıtı arasında sıkıştığı yıllar boyunca egemen ideolojiyle kaplanmış becerileri ya da saf egemen ideolojiyi çocukların kafasına yerleştirir.” (Althusser, 2014:61). Okul, egemen kapitalist düzenin sarışınlarının mülkiyet haklarının korunmasını ve onların ahlak ilkelerine saygı gösterilmesini vaaz eden tarih anlatımının/anlayışının kabul görmesini sağlar. Dolayısıyla okul bir fabrika gibi, tarihin yanında saf tutan, ne kadar esmer olurlarsa olsunlar sarışınların ideolojilerini savunan kavruk tarih insanları üretir. Mehmet Manas’a da okulda öğretmenleri tarafından kötü dergi ve kitaplarla kavruk bir tarih insanı olması dayatılır. Ancak o bunları okumayı reddedip okulun kütüphanesindeki kitapları okuyarak kendini bir tarih insanı olmaktan korur. Savunmanın bir yerinde o günleri hatırladığı bir anda:
“Kütüphane beni yalnızca bir kasabaya karşı değil, daha o yaşta kendime karşı da korudu; bir tarih insanı olmamın önüne geçerek beni bir karşı tarih insanı yaptı.” (s.55)
diyerek kütüphanenin kişisel tarihindeki kurtarıcı rolünü belirtir.
Ursula K. Le Guin, Amerikalılar Ejderhalardan Neden Korkar başlıklı yazısında yetişkin Amerikalıların hayal kurmaktan korktuğunu yazar. Hayal gücünün gelişip zenginleşmesini -tabii olarak- fantezi edebiyatına bağlayan Le Guin, yetişkin Amerikalılar için “Fantezideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar.” (Le Guin, 2018:32) der. Mehmet Manas’ın öğretmenleri de hayal kurmaya ve dolayısıyla özgürlüğe karşıdır. Hayal kurmaya karşı teşkilatlanmış bu öğretmenler, “Henkür menkürlerden, Aselbanlardan bütün bu yaratıklardan hayal ürünü olduğu için uzak” dururlar (s.56). Mehmet Manas her ne kadar bir mimar, arkeolog ya da felsefeci olması gereken bir kafaya sahipse de hayal kurmaya ve özgürlüğe karşı olan bu sığ öğretmenler tarafından tarihe yönlendirilir. Savunmada Mehmet Manas, “Kafasında daima karşı tarihin kıymıklarıyla, karşı tarihin kısa çöpleriyle dolaşan delikanlı Tarih’e sevk edildi.” (s.36) der. Devletin ideolojik aygıtı onun direncini kırmak için hayatındaki ilk mentor olan, halk hikâyelerini birer açık yapıta dönüştürüp yeniden yaratarak anlatan annesini kullanır. Annesi bir jandarma baskınında kocasından kalan, hiç kimseye doğrultulmamış iki silahı (Kırıkkale ve Parabellum) yakalatınca dört yıl boyunca kanun dışı biri olarak yargılanır. Mehmet Manas’ı tarihe yönlendirenler bunu bilirler ve direncini kırmak için ona “Hem annene de yakın olursun.” (s.37) diyerek onu tuzaklarına çekerler. Bu durumda Mehmet Manas annesine yakın olmak için yine bir taşrada bulunan “Zaferleri gökteki yeşil ordulara bağlayan bir tarih eğitim kurumuna” (s.38) yollanır.
Annesine yakın bir taşra üniversitesinde tarih okumaya başlayan Mehmet Manas, Kurtuluş Dönemi Osmanlı Tarihi ve Bizans Tarihi derslerine giren iri yüzüklü ve tehditkâr Necmettin Karataş’ın Osmanlı tarihini anlatırken yeşil orduları seferlere koşarak; Bizans tarihini anlatırken Yunanlara küfrederek verdiği derslerden birinde karşı tarih insanı olarak söze girmesiyle dikkatleri üzerine çeker. “Efendim, biliyorsunuz ki düşmanın da bir onuru vardır ve galipler mağlup ettikleri insanların onurlarını korumalıdır.” (s.65) cümlesiyle başlayan karşı tarih savunması bittiğinde Necmettin Karataş, “Bu şehir ihaneti affetmez” diyerek sınıftan ayrılır. İri yüzüklü tarih hocasının mesajını alan üç öğrenci, dersin sonunda Mehmet Manas’ı kuytuya çekip omzundan bıçaklar. Mehmet Manas, hıncını alamayan öfkeli tekmelerin altında kıvranırken Ertuğrul’un (Mehmet Manas’ın kişisel tarihindeki ikinci mentor) yetişmesiyle kurtulur. Savunmanın ortalarında, “On yedi yaşımda belli belirsiz bir karşı tarih insanı olarak girdiğim fakültede sadece tarihten nefretim artmamış tam bir radikal karşı tarih insanına dönüşmüştüm.” (s.60) sözleriyle fakültede geçen dört yılının radikal bir karşı tarih insanına dönüşmesindeki etkisini ifade eder.
Romanda taşra/kasaba Dogville’e benzetilir. Söz konusu filmde Nicole Kidman’ın canlandırdığı Grace, bir gün gangsterlerden kaçıp Dogville kasabasına sığınır. Kasabanın aydını sayılan Tom ona kasabayı pek de içi açıcı olmayan ifadelerle tanıtırken Grace, “Benim gördüğüm, muhteşem dağların arasında güzel, küçük bir kasaba. En zor şartlar altında bile, insanların umutlarını, düşlerini koruduğu yer.” diyerek araya girer. Kasabalı, gangsterlerden kaçan ve polis tarafından aranan Grace’i bir tehdit olarak görür. Nihayetinde Grace kasabalı tarafından çok zor şartlar altında çalıştırılır, kaçamasın diye de boynuna zincirler vurulur. Kasabanın bütün erkekleri tarafından tecavüze uğrar. Yetmez, gangsterlere ihbar edilir. Ancak kasabalının bilmediği bir şey vardır: Gangsterlerin başındaki kişi Grace’in babasıdır ve kasabanın karanlık yüzüyle yüzleşmiş Grace’in isteği üzerine kasabadaki herkesi öldürdükten sonra bütün kasabayı ateşe verir. Karanlık yüzü ortaya çıkan kasaba, içinde yaşayan bütün insanlarla beraber yeryüzünden silinir. Romanda Mehmet Manas kendi kasabasını hatırladığı bir anda, “İçeriği okunduğunda kasabanın, huzurlu kasabanın aslında zifiri bir karanlık tarafından istila edildiği, pek çok ruhun bu karanlık tarafından mühürlendiği gün yüzüne çıkacak. Dogville ortaya çıkacak.” (s. 23-24) der.
Romanda tipik taşra insanı olarak su tesisatçısı Canip’i görürüz. Taşrada Mehmet Manas ve arkadaşlarının müdavimi oldukları Kardeşler Kıraathanesi’ndeki karşı tarih masasına, içten içe tarihin yanında yer almak isteyen Canip de katılır. Bir emekçi olarak karşı tarihin içine doğmuş Canip, aslında bir tarih insanı olmayı arzular. O masaya sadece bedava çay içmek için değil, kurnazca ileride her şeyi bedavaya getirmenin yollarını bulmanın planlarını yaparak oturur. Bir süre sonra bu iri elli su tesisatçısı öğrendikleriyle bir tekke kurup kendini şeyh ilan eder. Romanda su tesisatçısı Canip, bilgiyi insanları kandırma, sömürme üzerine kullanıp tarihin yanında yer almaya hevesli, ahlaki ve insani değerlerden yoksun taşralı tipinin zihniyetini temsil eder.
Sarışınlık ve Karaşınlık
Romanın ana izleğini oluşturan sarışınlık – karaşınlık ayrımı akla Ece Ayhan’ı getirir. Ece Ayhan’ın şiirinde bir motif/dekor/bezek olarak yer alan tarihe kent yoksullarının, işçi sınıfının, ezilenlerin, şiddet görüp yok sayılan kadınların, devlet dersinde öldürülen çocukların, toplumun ötekilerinin, mülksüz ve iktidara doğal olarak uzak insanların, yani karaşın doğup karaşın ölenlerin durduğu yerden bakılır. “Ben kaybedeceği baştan belli insanlarla omuz omuzayım ve ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun!” (Ayhan, 2018:72) diyen şair, tarihsel ve sosyolojik bağlamda sarışınlık – karaşınlık ayrımını -kendi kişisel tarihi merkezinde- yaparak karaşınların yanında yer alır. Kınar Hanımın Denizleri’nde, Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler’de, Çanakkaleli Melâhat’a İki El Mektup’ta ve öykülerinde hep onlar vardır. Şair Haydar Ergülen’in ifadesiyle o bir Karaşın Uçbeyi’dir. Tarihin karşısında bir karaşın şair olarak saf tutan Ece Ayhan’ın “Bütün Osmanlı tarihçileri sarışındır. Üstelik karaşınlar üzerine yazarlar, yazıyorlar.” (Ayhan, 2014:9) sözlerindeki ayrımı Karşı Roman’da da belirgin bir durum olarak karşımıza çıkar. Taşra üniversitesindeki Osmanlı ve Bizans tarihi hocası Necmettin Karataş, Umut Yayın ve Kitabevi’ndeki Krallar Masası’nda konuşan tarih profesörü karaşınlar üzerine konuşan sarışınlardır.
Romanda sarışınlık – karaşınlık ya da tarih – karşı tarih ayrımı mülkiyeti elinde tutanlarla ondan mahrum olanlar arasında da kendini gösterir. Mehmet Manas’ın İstanbul’daki ev sahibi Mümtaz ve Pervin Taşoluk çifti mülkiyeti elinde tutanlardır. Taşralı gelin Pervin Taşoluk (Mehmet Manas’ın hafızasında sarışın olarak kodlanmıştır) her yıl ağustos ayında kiraya yapılmasını istediği artış miktarını bildirmesi için eşi Mümtaz Taşoluk’u Mehmet Manas’a gönderir. Zam konusunu açmakta çekingen davranan Mümtaz Taşoluk mutedil bir tarih insanı olarak görülür. Ancak sonradan daha koyu bir tarih insanına dönüşecektir. Yine de su tesisatçısı Canip’le kıyaslandığında Mümtaz Taşoluk masum kabul edilir: “Herkes gibi tarih tarafından karşı tarihin yoklar listesine kaydedildiği halde, kendisini tarihin içinde zannediyordu. Herkes öyle zannediyor, herkes kendi küçük hikâyesini büyük hikâyeye iliştirerek kendini irileştirdiği illüzyonuna kapılıyor. Mümtaz Taşoluk da bu illüzyona kapılmaktan, tarihin oyununa gelmekten kendini alamamıştı” (s.108) sözleriyle Mehmet Manas, ev sahibinin nezdinde karşı tarih bilincinden (burada karşı tarih bilinci pekâlâ sınıf bilinci olarak düşünülebilir) yoksun bütün orta sınıfın, tarihin yanlış tarafında saf tuttuğunu imler. Romanda ev sahibi ile kiracı arasında geçen konuşmaların hatırlanışında bazen Mehmet Manas’ın ev sahibi Mümtaz Taşoluk’un gönlünü hoş tutmak için anlattığı hikâyelerde bir tarih insanı gibi konuştuğu olur. Nitekim Mehmet Manas devrimci bir karaktere sahip değildir; tarih karşısında pasif direniş gösteren, edilgen bir karşı tarih insanıdır. İstanbul’daki yürüyüşlerinde yer yer semada Marx’ın hayaleti görünse de yeryüzüne inmeden silinip gider. Romanın sonunda yer alan İlhan’ın (Mehmet Manas’ın kişisel tarihindeki üçüncü mentor) ölmeden hemen önce sarfettiği sözleri ise son nefeste dünyayı tarihe bırakmanın vaazıdır: “Artık insanlaşmış insanla beşer insan arasına kesin bir çizgi koyabiliyor ve onları adlandırabiliyorum. Karşı tarih ve tarih. İlkinin bir zafere ihtiyacı yok, hiçbir zaman da olmayacak. Ama ikincisi mülkiyetin çekiminden kurtulamaz, kazançsız ve zafersiz yaşayamaz. Her zafer, insanın insana ihanetidir, bir yaralama yok etme eylemidir” (s. 137). Mehmet Manas, tarih içinde bir karşı tarih insanı olarak yaşamış, içindeki karşı tarih insanını korumuş İlhan’ın ölmeden hemen önce dünyaya savurduğu son sözleri için “Şimdi de hem tarihi hem karşı tarihi bütünüyle lağvederek başka bir âlemden konuşmaya koyulmuştu.” (s.127) diyerek bu konuşmayı bir “vaaz” olarak değerlendirir. İlhan’ın da Mehmet Manas’ın da tarih karşısında salt pasif bir direniş göstererek kalmaları, tarihe bakışım noktasında Ece Ayhan’la kesiştikleri yeri imler. Sarışınlık ve karaşınlık/tarih ve karşı tarih ayrımları yapıldığı yerde bırakılır. Karşı tarihte tutulan safta tarihe karşı bir öfke vardır, ne olursa olsun tarihin yanında yer almaya direnilir ancak karaşınları onu yıkmaya çağıracak herhangi bir söylem yoktur. Nitekim İlhan bir karşı tarih insanı olarak bir manifesto ortaya koyarak değil, vaaz vererek ölür. Hatta son bakışta karşı tarihin zafere ihtiyacı olmadığını söyleyerek farkında olmadan süregiden tarihe hizmet eder. Oysa karşıtlar çatışmak zorundadır. Tarih ancak böyle değişir. Feodalite tarihken burjuvazi karşı tarihtir. Karşı tarih, tarihi alt ederek tarihin yerini alır. Bugün burjuvazi tarih, işçi ve emekçi sınıfı (proletarya) karşı tarihtir. Dün Yüzbaşı Dreyfus, Auschwitz, Holokost karşı tarihken; bugün başkalaşan Siyonizm tarih, Filistin karşı tarihtir. Yakın tarihimizden de örnek verecek olursak, İstibdat tarihken İttihatçılık karşı tarihtir. İttihatçılar tarihi devirip yerine geçince kendi karşı tarihini yaratır. İlk icraatları da muhalif gazetecilerden Hasan Fehmi’nin, Ahmet Samim’in kalemlerini kırmak; özgürlüğe kurşun sıkmak olur. İstibdat döneminde İttihatçıların (karşı tarihin) yanında yer alıp Millet Şarkısı’nı yazan Tevfik Fikret, bir karşı tarih bilincine sahipti (Sis ve Tarih-i Kadim dizelerle dikilmiş iki karşı tarih anıtıdır) ve İttihatçılar tarihte yerlerini alınca onların yanında yer almayarak Tanin’le de İttihatçılarla (tarihle) da yolunu ayırıp Doksan Beşe Doğru’yu, Han-ı Yağma’yı yazar. Karşı tarih zafer kazanıp tarihin yerini alınca kaçınılmaz olarak kendi karşı tarihini de yaratır. Ancak bugünün karşı tarihi, tarihi yıkmazsa birileri çıkıp hiç çekinmeden Tarihin Sonu’nu ilan eder. İlhan’ın dediği gibi yaşam bilinç, arzu ve eylemse -ki öyledir- karşı tarihin, süregiden tarihi yıkması zorunludur. Aksi takdirde içinde bulundukları durumlar gereği karşı tarihin içine doğanlar lümpenleşerek tarihin yanında yer alma arzularına yenilip tarihin oyununa gelirler. Hâlbuki tarih bize öğretmiştir ki zor oyunu bozar. Karşı tarihin zafere ihtiyacı yoktur demek, su tesisatçısı Canip’leri, Mümtaz Taşoluk’ları tarihin kucağına atmaya; Tefekkür İnsanı’nı, Necmettin Karataş’ları, Francis Fukuyama’ları ise alkışlarla tarih kürsülerine çıkarmaya yarar.
İnsanın Doğası Yoktur, Tarihi Vardır
Hegel, Schiller’in Resignation şiirine atıfla “Dünyanın tarihi, dünyanın mahkemesidir.” der. Mehmet Manas da savunmasının bir yerinde “Tarihin anlamı tarihin içinde saklıdır” (s.103) diye kendini tekrarlar. Diyebiliriz ki Mehmet Manas’ın kendi kişisel tarihi, kendi mahkemesidir ve yaşamının anlamı da kendi yaşamı içinde gizlidir. Savunmasını hazırlarken çıktığı zihinsel yolculuk ise tarih boyunca her kahramanın çıktığı, Joseph Campbell’in mükemmel ifadesiyle kahramanın sonsuz yolculuğudur. Mehmet Manas’ın bu yolculuğundaki son mentoru ise tarih ve karşı tarih ayrımının dışında kalan şehir avukatı Berna’dır. Mehmet Manas’ı korumak için bazen tarihle karşı tarih arasında arabuluculuk yapan, İstanbul’da editör olarak çalışıp Mümtaz Taşoluk’un kiracısı olarak yaşadığı evde solup gitmesine izin vermeyen, bir karşı tarih insanı olarak hayatta kalmasını uzatan kişidir.
Yazının başına, “Yaşam salt durumdur” diyen Gasset’e dönecek olursak “İnsanoğlunun olabileceği şeylere sınır koymanın anlamı yoktur. Olanaklarının bir doğadan yoksun olanlara özgü sınırsızlığı bağlamında, önceden belirlenmiş bir veri olarak bizi yöneltebilecek bir tek değişmez çizgi vardır: O da geçmişimizdir. Edindiği yaşam deneyimleri insanın geleceğini daraltır. İlerde ne olacağını bilmesek de ne olmayacağını biliriz. Geçmişimizi göz önüne alarak yaşarız biz.” (Gasset, 2019: 38-39). Mehmet Manas da tıpkı Gasset gibi düşünür: “Ben dünyada bir durumum” der; “Dünyada bir durum daima değişebilir, değiştirilebilir bir durumdur.” (s.104). Ona henkür menkürü anlatan annesi, okulun kütüphanesi, Kardeşler Kıraathanesi, Umut Yayın ve Kitabevi’ndeki Krallar Masası, Ertuğrul, İlhan ve Berna olmasaydı Mehmet Manas pekâlâ bir tarih insanı olabilirdi. Ancak kişisel tarih yolculuğunda karşılaştığı durumlar onun bir karşı tarih insanı olarak yaşayıp yoluna devam etmesini zorunlu kılar. İşte bu yolculuğun bir spiral gibi kendi içine doğru dönerek noktalandığı yerden de Karşı Roman doğar.
Kaynakça
Althusser, L. (2014). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. İstanbul: İthaki Yay.
Ayçil, A. (2024). Karşı Roman. İstanbul: İletişim Yay.
Ayhan, E. (2014). Hay Hak! Söyleşiler. İstanbul: YKY
Ayhan, E. (2018). Morötesi Requiem. İstanbul: YKY
Gasset, J.O. (2019). Sistem Olarak Tarih. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yay.
Le Guin, U.K. (2018). Kadınlar Rüyalar Ejderhalar. İstanbul: Metis Yay.
KARŞI ROMAN
Ali Ayçil
İletişim Yayınları, 2024
Tür: Roman
144 s.
Comments