top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Keçi Dağı: İnsanlığın en eski meselesi üzerine

David Vann'ın bir çocuğun gözünden av hikâyesini anlatan kitabı Keçi Dağı üzerine İrem Üreten yazdı. “Buraya öldürmek için gelmiştik. Bu değişmez bir şeydi. Aile yasasıydı, dünyanın kanunuydu.”

İrem Üreten

Keçi Dağı, Eylül 2014’de Suat Ertüzün çevrisiyle yayımlandı. Yazmayı, babasının intiharını anlayabilmek ve bu travmatik olayın üstesinden gelebilmek için bir çıkış noktası olarak gören David Vann, Bir İntihar Efsanesi adlı ilk kitabında bu konuyu işledi. Yazımının üzerinden 12 yıl geçtikten sonra yayımlanan Bir İntihar Efsanesi, büyük ilgi uyandırarak Fransa’da Médicis Ödülü dahil on bir ödül kazandı. Peş peşe yayımlanan, Caribou Adası (2011), Pislik (2012) ve Keçi Dağı (2013) ile başarılarını sürdürdü.


David Vann, romanında bir çocuğun on bir yaşındayken babası, dedesi ve babasının arkadaşı Tom’la birlikte çıktığı av hikâyesini anlatırken, insanlığa dair en eski meselelerden birini, öldürme içgüdüsünü irdeliyor. Temel mesele, çocukluğundaki av anısına bugünkü yetişkin halinden bakan anlatıcının üç gün içinde yaşadığı, hayatını tepetaklak eden olayların etrafında şekilleniyor. Çocuk, Cherokee’li kabile geleneklerine göre erkekliğe geçiş sınavını ilk geyiğini avlayarak vermelidir. “Buraya öldürmek için gelmiştik. Bu değişmez bir şeydi. Aile yasasıydı, dünyanın kanunuydu,” diyerek bir arada olma nedenlerini ortaya koyuyor anlatıcı. Bu amaçla çıktıkları avın ilk günündeyse Keçi Dağı’ndaki arazilerine giren kaçak bir avcıyı vurması, aileyle çıkılan avı ve hayatının geri kalanını tepetaklak eder.



Anlatımıyla ilk satırlarından itibaren dikkat çekici olan roman, ortaya koyduğu felsefi soruları, güçlü betimlemeleri ve diliyle önemli bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor. Okurun yeryüzünün en eski çatışmasına, tarihin ilk çağlarında insanların gruplaşmasının ilk nedeni olan öldürme eylemine odaklanmasını sağlıyor. Bu eylemin kaynağına ilişkin pek çok soru ve derin bir sorgulama haliyle baş başa bırakıyor.


Vann, yaptığı bir söyleşide Keçi Dağı’nın her yıl ailesinden erkeklerle birlikte gittiği, onlar için kutsallaşmış bir av arazisi olduğundan bahsediyor. Buraya yaptıkları hafta sonu gezilerinden birinde hayatının ilk iki geyiğini avlamıştır ve çok üzücü olarak hatırladığı bu tecrübe hayatındaki son av olur. İkinciyi vurduğunda omurgasından yaralayarak felç ettiği hayvanı, babasının isteğiyle takip edişinin, onu acı çekerken gözlemlemesinin nasıl travmaya dönüştüğünden, yaralama sonrası acısına son vermek üzere peşine düştüğünde onu nefes alıp veren koca bir varlık, insana benzer bir canlı olarak gördüğünden bahsediyor. Bu anının onun üzerindeki etkisi, metnindeki geyik avı sahnesine de yansıyor. Roman, karakterleri ve av hikâyesine ilişkin diğer otobiyografik öğeleriyle, yazarın geçmişindeki bu olayın izini sürmesine, neden avlanmanın ailenin bir araya gelmesinin yegâne yolu olduğunu irdeleme çabasına dönüşüyor. Kitabı ancak son elli sayfayı yazarken anlamaya başladığını itiraf ediyor Vann; bir ateist olarak, romanı yazarken dini temaların ortaya çıkmasına şaşırdığından da bahsediyor.[1] Bu sözleri, yazılı yaratım sürecinin bilinçdışıyla da kuvvetli bir bağlantı halini gerektirdiğini vurguluyor.