top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

"Öykülerim hem tek başına hem bir arada var olabilsin"

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 2 dakika önce
  • 5 dakikada okunur

Gülsel Ceren Güneş, Mine Ölce ile söyleşti: "Sedirlerin Laneti, Ruh Eşlikçisi gibi sekiz tiyatro oyununun yazarı ya da Locman filminin senaristi olarak tanıyabileceğiniz, hadi oradan da değilse şiir dergilerinde bir şair olarak aklınıza yer etmiş olan Mine Ölce, bu kez karşımıza Oysa Hiç Karşılaşmamıştık isimli öykü kitabıyla çıktı. Yazara yazma sürecini, kullandığı teknikleri ve dahasını sorma fırsatı buldum."


ree

Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? İlk metinlerinizi hatırlıyor musunuz?

Yazık ki, herkes gibi “ilkokuldayken” diyemeyeceğim. Yazmak yerine okumayı hep önde tutmuşumdur. Kompozisyonda iyiydim fakat sadece bir dersti o benim için, kendimi ifade etme biçimi değil. Okuduğum kitapların yazarlarıysa çoktan ölmüştü. Yaşayan bir yazarla tanışsaydım belki olaylar daha farklı gelişebilirdi.


Üniversite yıllarımda, tiyatroyla yakından ilgilendim. İzleyebildiğim tüm oyunları izledim, ulaşabildiğim tekstleri okudum. Beyaz yakalı olarak mesai harcadığım dönemlerde de bu hiç değişmedi, üstelik bir de sinema sevgisi eklendi. Sürekli film ve oyun izleyen biri olarak, iş yerimden şöyle bir teklif aldım; “Bizler yoğun çalıştığımız için pek takip edemiyoruz. İzlediklerini bizimle paylaşır mısın?” Böylece film ve oyun yorumları yazıp, panoya asmaya başladım. Okuyanların yüzündeki tebessüm, merak ve ilgi beni kamçılamış olmalı ki, roman yazmaya karar verip işten ayrıldım. İki ay sonra yazdığım “şey” tamamlandığında fark ettim, roman yerine tiyatro oyunu yazdığımı. Nasıl bir aymazlıktır, hâlâ gülerim. Mitos Boyut’a gönderdim, tam bir cahil cesareti örneği olarak. Fakat sevgili Yılmaz Öğüt böyle düşünmemiş olacak, “sahne sanatlarında yeni arayışlara kapı açıyor” diyerek oyunlarımı kitaplaştırdı. 


Yazarken bir geliştirici editör ile çalıştınız mı yoksa tek kişilik dev bir kadro muydunuz? Dosyaya girmeyen öyküler var mı? Yayınlanacak olanları nasıl seçtiniz?

Geliştirici editörle çalışmadım. Sanırım, yazdıklarımla arama başka bir yaratıcının girmesi fikri pek hoşuma gitmiyor. Katıldığım atölyelerden beslendiğimi söylemeliyim. Öykülerim hakkında görüş bildirenleri can kulağıyla dinler ve kafa yorarım. Yorumlar, bakış açımı zenginleştirir, eksikleri gidermemde yol gösterici olur.


Aslında öykü yazmaya pandemi sırasında başladım. Kimimiz ekmek yaptı, kimimiz beste. Ben pandemi öyküleri yazdım. Kitaplaştırmak için geç kaldığımı düşünüp rafa kaldırdım. Ardından bambaşka konularda yazdım. Kitap için dosyamdaki öyküleri gözden geçirirken, çeşitliliği önceledim. O yüzden anlatıcı, konu, dil ve üslupları farklı öyküler var kitapta ancak onları belli bir mantık çerçevesinde birleştirmeye özellikle dikkat ettim. Okuyucuyu şaşırtmak ve diri tutmak içindi çabam ama bunu yormadan, karmaşa yaratmadan yapmak en büyük hedefimdi. Kitap okunup bittiğinde, uluslararası bir dans yarışmasını izlemiş gibi haz duyulsun istiyorum. Nasıl ki, müzik ve koreografi farklı olsa da gecenin sonunda, herkes aynı sahnede yan yana selama çıkabiliyorsa, öykülerim de hem tek başına hem bir arada var olabilsin. Umarım başarılı olmuşumdur.


Hazır olmadıklarından değil ama tür ve tema olarak dosyaya girmeyen çok öykü var. Gün yüzüne çıkmak için sabırsızlanıyorlar fakat biraz daha beklemeleri gerekecek.



İlk kitaplarını okuduğum yazarlarla ilgili şunu hep merak ederim; eserinizde otobiyografik öğeler var mı?

Buna var veya yok demek zor. Yazmanın başlangıç kurallarından biridir kendinden yola çıkmak. Yaşadığım olayları yazmadığımı çok net söyleyebilirim fakat kendi duygularımı merkeze koyduğum da bir gerçek. Dert edindiğim duyguları alıyor, onları eğip büküyorum. Yolda karşılaştığım küçük kızın tokasının kırmızısıyla, el arabasını iteklerken zorlanan satıcının aksayan bacağının hüznünü, pastanede kurabiye yiyen kadının masaya döktüğü kırıntılarla harmanlıyorum. Böylece benim değil, bizim öykülerimiz oluyorlar. Bizim; yani içinde ben de varım. 


Sizi bir senarist, tiyatro oyunu yazarı ve şair olarak da tanıyoruz. En çok hangi alanda üretmeyi seviyorsunuz? Bu farklı türler birbirini besliyor mu?

Bu saydıklarınıza ek olarak, deneme de yazdım. Farklı türde eserler vermek beni hem besliyor hem dinamik tutuyor. Bir fikri ya da kurguyu tek bir türün kalıplarıyla şekillendirmek yerine, başka başka türlerde ifade edebiliyor olmak müthiş bir özgürlük. Kendimi, oyun parkında, yüzlerce oyuncağın arasında, yalnız ama mutlu bir sincap gibi hissediyorum. Yazma ve sonrasındaki “piyasa” sürecinde o sincap korkuyor, dayak yiyor, bazen pişman oluyor fakat yine de eşsiz bir deneyim olmalı ki, her defasında oyun parkına yeniden dönmek istiyor. Elbette besleniyor ancak, dayağı aslında çok farklı yazdığı için yiyor sincap.


Benim eserde dikkatimi çeken; çoğu öyküdeki geçmişe özlem, nostaljik burun sızlaması oldu. Bunu kentsel dönüşüm eleştiriniz üzerinden de yansıtmışsınız. Bu toplumsal duyarlılıklar öykülerinize nasıl sızıyor?

Nostalji benim çok sevdiğim duygudurumlardan biri ve bu yüzden sıklıkla kullanırım fakat gelin, dilimizdeki güzel karşılığı olan gündedün sözcüğünü kullanalım onun yerine, ne dersiniz? Gündedün, günlük hayatımda beni sık sık, sarsıp geçer ve ardından kendimi daha dengeli hissederim. Neden? Çünkü bu duygudurum sırasında, beynimizde dopamin salgılanır, yani bizi harekete geçirecek, enerji verecek büyülü bir şey. Yazdığım öykülerde, işte bu hormonu tetikletmeye çalışıyorum. Okuyucuyu şöyle bir sarsıp gündedünün kucağına atmak istiyorum. Okuruma güveniyorum. Yazdığım öyküler kısa olduğu için çabucak silkinip çıkar, hemen ardından geçmişle dengeli ve anlamlı bir bağ kurmayı başarırlar.


Birinci tekil anlatıcıda okurun güven eğilimi yüksek olur; fakat siz bu güveni kırmayı seviyorsunuz. Bunun sizin için işlevi ne?

İşlevinden önce nedeni ne olabilir diye düşünüyor ve yalnızlık diyorum, başka ne olabilir ki? Oyun parkında yalnız olduğumu söylemiştim. Evet çok fazla oyun alanı ve oyuncak var ancak sonuçta yalnızım. Rahatlıkla tanrı anlatıcının dilini benimseyebilecekken, kendime oyun arkadaşları yaratmak beni daha çok mutlu ediyor. Öykü karakterleriyle hep birlikte yol alıyoruz. Gün sonunda evlerimize dağıldığımızda, üzerimiz kirlense de biraz risk almanın, güvenilir alanlardan ayrılmanın bizi geliştirdiğini fark etmenin tadı, bence paha biçilmez.


Kitaptaki iki öykünün birbirinin devamı niteliğinde oluşu dikkat çekiyor. Bu iki parçalı yapıyı neden böyle tasarladınız? 

Atölye ödevlerinden biriydi ilk öykü. Yazdım bitti. Gerçekten de bitmişti benim için. Ardından sonraki hafta “o öykünün devamını yazın,” denildi. Ben de yazdım. Çeşitli aksilikler sonucu o öykü hiç okunmadı ve ilk öykünün gölgesinde kaldı. Üzüldüm Neriman Teyze’ye. Başka bir kitapta yer verebilirdim, öncü öyküden soyutlamak istemedim. Bir şekilde hakkını teslim etme çabası sanırım. Öyle de şefkatliyimdir, yarattığım karakterlere karşı. Deneysel bir çalışma gözüyle bakıp sevin isterim Neriman Teyze’yi.


“Fücceten gitmek” gibi kelimelerle karşılaşmak okuru hem şaşırtıyor hem metne eski bir yankı katıyor. Bu tür sözcükleri bulma ve yerleştirme süreciniz nasıl ilerliyor? Yoksa bunlar sizin günlük hayatta zaten kullandığınız ama toplum geneli tarafından unutulmuş kelimeler mi?

Benim için dil; tıpkı fiziki halindeki gibi kıvrak, yumuşak ve oyunbaz. Ne eski halini baş tacı ederim, ne salt öztürkçe yazmak konusunda diretirim. Melodisi, yankısı ve öyküdeki ritimdir önemli olan. Öykülerimi yazdıktan sonra, defalarca yüksek sesle okurum. Bu, tiyatro oyunu yazarken kazandığım bir alışkanlık. Eğer okurken teklersem veya ritmi kaçırırsam, o sözcüğü metinde barındıramam. Fücceten gitmek; zor ve eski fakat bulunduğu cümleye öyle tatlı bir ahenk kattı ki, diğer sözcükler, biraz da yaşına hürmeten kalkıp ona yer vermek zorunda kaldı. Öyküye girenleri başıyla selamlarken tatlı tatlı gülümsemeyi ihmal etmiyor fücceten. Demek siz de selamlaştınız, pek sevindim.


Kadın–erkek ilişkilerindeki sıkışmışlık ve kayıplar kitap boyunca belirgin. Bu temaların sizdeki kaynağı nedir?

Bendeki kaynağı dünya vatandaşı, özellikle de bu ülkenin vatandaşı olmam elbette. Kendimi ve hepimizi hıncahınç dolu bir otobüste, sonsuza kadar yolculuk etme çilesi çekmeye yazgılı hissediyorum. Kadınlar önde, erkekler daha önde. Aynı otobüsteyiz ama hepimiz birbirimize yabancıyız. Tanımak ya da tanışmak istemiyoruz. Otobüsten kimse inmiyor ama birileri ve bir şeyler kaybolup duruyor. Otobüsün güzergahı sürekli değişiyor ve fakat şoförle konuşmak kesinlikle yasak! Öykülerimdeki her karakter o otobüsün yolcusu ya da bir zamanlar yolcusuydu diyelim. Bazıları kayıplara karıştı şimdilerde. Kalanlarsa, onların eşgalini artık hatırlamıyor bile. 


Bir öyküye başlarken önce karakter mi gelir, anlatıcı sesi mi, yoksa atmosfer mi?

Genellikle karakterle atmosfer yarışır, artık ipi hangisi göğüslerse o kazanır. Anlatıcı ise daha sonra arz-ı endam eder. Ancak bazı durumlarda anlatıcı, atmosfere ya da karaktere ayak uyduramayabiliyor. İşte o zaman anlatıcıyla sakince yollarımızı ayırıyoruz. Çünkü önemli olan öykünün ruhudur. O ruhu en iyi hangi anlatıcı aktaracaksa, o çıkar sahneye.


Yazarken kendinizi en çok zorladığınız alan hangisi?

Az sözcükle çok şey anlatma konusunda biraz takıntılıyım. Öyküyü yazıp bitirdikten sonra yaptığım okumalarda, mümkün olduğunca eksiltme yaparım. Hatta bazen, belirlediğim sözcük sayısını tutturmak için kalem yerine kılıçla katliam yaptığımı da söylemeliyim. Gönül koymazlar çünkü, elenenlerle yeni öykülerde buluşmak üzere sözleşiyoruz.


Öykülere ad bulmakta da zaman zaman zorlanıyorum. Bazen şatafatlı olsun istiyorum ama genellikle sade oluyorlar. Neyse ki, kitabın adında hiç zorlanmadım. Henüz öyküleri seçme aşamasındayken, Oysa Hiç Karşılaşmamıştık, geldi ve klasöre kendi adını verip arkasına yaslanıverdi.


Şu an üzerinde çalıştığınız bir eser var mı? Sizden bir öykü kitabı daha mı bekleyelim yoksa bizi bir başka tür ile şaşırtacak mısınız? 

Şu sıralarda bir senaryo üzerinde çalışıyorum. Gerçek olaylardan yola çıkıldı. Bir iyilik hareketini beyazperdeye taşıyacağız. Aralık ortasında senaryoyu bitirip teslim edeceğim. Bekleyen bir senaryo doktorluğum var. Onu tamamlarsam, 2026 yılında, emek verdiğim iki filmle birden yer alacağım. Film yapmak, maliyeti nedeniyle gittikçe zorlaştığından, başarırsak zaten şaşırtacağız. Sonrasında, yine bir öykü kitabı gelecek fakat her şeyden önce, Oysa Hiç Karşılaşmamıştık ile, daha çok okuyucuyla yollarımızın kesişmesini diliyorum.

Yorumlar


bottom of page