Viktoryen Oryantalizmin imkân alanı: Charlotte Brontë’nin Jane Eyre’i üzerine
“Bugün bir proto-feminist olarak görülen Charlotte Brontë’nin Binbir Gece Masalları ve oryantalizm unsurlarını alımlama ve dönüştürme biçiminin, onun toplumsal cinsiyet problemi bağlamında oluşturduğu edebî sese nasıl katkı sağladığı görülecektir.”
Nilay Kaya bu hafta, yazarın Binbir Gece Masalları’na yaptığı göndermelerden yola çıkarak Charlotte Brontë’nin klasikleşmiş eseri, Jane Eyre üzerine yazdı.

Batı dünyasının Antoine Galland’ın çevirisiyle, on sekizinci yüzyılda tanıştığı Binbir Gece Masalları (1706), başta Romantik yazarlar olmak üzere, İngiliz edebiyatına yüzyıllarca sürecek bir etki bırakmıştır. Viktorya Dönemine gelindiğinde de bu etki alanı devam etmekteydi. Artık edebiyat incelemelerinde “Viktoryen Oryantalizm” olarak adlandırılan bu fenomen, Viktorya Döneminin önde gelen yazarlarından biri olan Charlotte Brontë’nin Jane Eyre adlı romanında da kendini gösterir. İngiliz yazınında çoğunlukla The Arabian Tales olarak anılan Binbir Gece Masalları, sadece Charlotte Brontë’nin değil, kardeşleri Emily, Anne ve Branwell Brontë’nin eserlerinde de metinlerarası bir unsur olarak karşımıza çıkar.

Brontë kardeşler, babaları Peder Patrick Brontë sayesinde küçük yaştan itibaren, evde bulunan muazzam kütüphanenin olanaklarından yararlanabilmişlerdir ve kuşkusuz, Shakespeare’den Milton’a, Thomas Benwick’ten Walter Scott’a, yaptıkları okumalar hem çocukken kaleme aldıkları Juvenilia dönemi eserlerine hem de yetişkinlikte yazdıklarına yansımıştır. Binbir Gece Masalları’nın özellikle Charlotte Brontë ve Emily Brontë edebiyatındaki izdüşümleri üzerine bugüne kadar yapılan çalışmalar, çocuklukta geliştirdikleri hayal dünyası ve imgelemle ilişkilendirilmiştir. Ne var ki, Binbir Gece Masalları’nın, yetişkinlikte yarattıkları edebî eserlerin anlatı araçlarına etkisi üzerinde fazla durulmamıştır.
Bu yazıda Charlotte Brontë’nin Jane Eyre adlı romanında Binbir Gece Masalları’na yaptığı göndermeleri inceleyerek, bir anlatı aracı olarak ondan yeni bir söylem yaratmak için nasıl faydalandığını saptamaya çalışacağız. Her daim çekici bir fantezi dünyası olarak görünen “Oryantal âlem,” Charlotte Brontë’nin edebî yaklaşımında, anlatı sınırlarının yenilenebileceği ve kadınların Viktorya Döneminin mevcut toplumsal koşullarında yeniden konumlandırılabileceği bir söylem alanı sunmaktadır. Bugün bir proto-feminist olarak görülen Charlotte Brontë’nin Binbir Gece Masalları ve oryantalizm unsurlarını alımlama ve dönüştürme biçiminin, onun toplumsal cinsiyet problemi bağlamında oluşturduğu edebî sese nasıl katkı sağladığı görülecektir.
Charlotte Brontë'nin Jane Eyre (1847) adlı romanının kahramanı Jane, henüz küçük bir çocukken romanın başında kendini şu şekilde tasvir eder:
“Elime (bol resimli olmasına dikkat ederek) bir kitap aldım. Pencerenin içine tırmanıp ayaklarımı toplayarak Türkler gibi bağdaş kurup oturdum, kırmızı kalın perdeleri de çekince iki katlı bir gizliliğe, kuytuluğa kavuşmuş oldum” (Brontë 12).
Bu tasvir, sözlü hikâyeleme performansına başlamak üzere pozisyonunu alan Binbir Gece Masalları’nın Şehrazad’ını akla getirir. Brontë, roman boyunca da Binbir Gece Masalları’na göndermelerde bulunacaktır. İngiltere’de geç on sekizinci yüzyıl ve erken dönem on dokuzuncu yüzyılda, kendini Mary Shelley, Thomas De Quincey, Alfred Tennyson, ve Charles Dickens gibi yazarların yapıtlarında hatırı sayılır bir derecede gösteren bir fenomenden, Viktoryen Oryantalizm’den bahsetmek mümkündür. Winifred Gérin, genç Brontë’lerin 1706’da yayımlanan ve 1787’de yeniden baskısı yapılan Galland’ın çevirisini çok yüksek bir ihtimalle okumuş olduklarını söyler (Gérin 26). Bugün Brontë Parsonage Museum’da, ailenin müzeye dönüştürülen evlerinin kütüphanesinde bir Binbir Gece Masalları kopyası bulunmasa da biyografik kaynaklar sayesinde Rahip Patrick Brontë’nin bütün çocuklarına kendi kütüphanesindeki kitapları okumaları için izin verdiğini, buna Binbir Gece Masalları’nın da dâhil olduğunu biliyoruz. Binbir Gece Masalları’nın Alaaddin ve sihirli lambasının cini, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Denizci Sinbad ve benzerleri, hepsi Juvenilia (çocukluk eserleri) dönemlerinden beri Brontë kardeşlerin kendine özgü imgelem dünyalarını besleyen motifler olmuşlardır.
Jane Eyre’in en başından itibaren, romanın ben (birinci tekil) anlatıcısı, artık arketip bir hikâye anlatıcısı olarak adlandırdığımız Şehrazad’la benzerlikler gösterir. Bir anlatıcı olarak Jane, “okuyucu” kelimesini de zikrederek doğrudan bize seslenir, anlatısını “hikâye” olarak adlandırır (Brontë 623). Öte yandan, Binbir Gece Masalları’nın başında Şehrazad’ın nasıl tanıtıldığına bakalım:

Şehrazat kitaplar, yıllıklar; eski hükümdarların efsanelerini ve geçmiş halkların öykülerini okumuş; hatta eski çağlardaki halkların, hükümdarların ve şairlerin yaşam ve yapıtlarından oluşan bin ciltlik bir kitaplığı da varmış. Çok güzel konuşur, dinlemesine doyum olmazmış (BGM 32).
Şehrazad okumuş, iyi eğitim almış, zeki bir kadın olarak Brontë’nin kahramanı Jane’e hayli uygun bir örnek teşkil eder. Henüz romanın başında karşımıza çıkan şu iki unsur önemlidir: Jane bir kitap okuyucusudur ve isyankârdır. Kitaplar Jane için travmatik etkiler bırakan çocukluğundan bu yana, büyüme serüveni boyunca onun için hem bir sığınak hem de zekâsını ve iradesini güçlendiren kaynaklar olurlar. Ama Jane, kitaplarla tutkulu ilişkileri olan edebiyatın diğer meşhur karakterleri, Don Kişot ve Madam Bovary’nin aksine, onlarla kurduğu ilişkiyi rasyonalize ederek trajik bir kahramana dönüşmemeyi becerir.
Jane ve Şehrazad, okuryazarlıkları bakımından birbirlerine denk oldukları gibi içinde bulundukları mekân açısından da benzerlik gösterirler: İkisi de bir “sultanın” patriyarkal iktidarında “esir” olarak, dışarıya kapalı bir yerdedir. Jane Eyre’in Mr. Rochester karakteri, sadece Grimm Masalları’nın cani erkek kahramanı Mavi Sakal’a benzemekle kalmaz, eski eşlerini öldüren Şehriyar’ı da andırır. Rochester’ın fiziksel tasviri yapılırken bile onun çekiciliğinin “beyaz ırk” standartlarından farklı olduğu belirtilir. Rochester’ın Bertha’yla evlendiği halde farklı ülkelerde çok sayıda metresi olmuştur. Bu eylemini her ne kadar gerçek ruh eşini aradığını söyleyerek meşrulaştırmaya çalışsa da çok eşlilik konusunda Şehriyar’ın izinden gider. Şehriyar’ın kadınları öldürme gerekçesi, onların iffetten yoksun oldukları yönündeki fikrine dayanır. İlk karısı, erkek kardeşinin karısı ve tutsak olan, şehvetli bir kadın ifrit bu kanıya varmasına neden olmuştur. Bu üç kadının sadakatsizliği, onda kadınların asla güvenilemez oldukları kanısını güçlendirmiştir. Buradan yola çıkarak bütün haremini katletme konusunda kendinde hak görmektedir. Mr. Rochester ise kötü, deli ve vahşi birisiyle evli olduğunu söyler. Evlenmeden önce, karısının ailesinde deliliğin nesiller boyu devam ettiği gerçeğinin kendisinden özellikle saklandığını iddia eder. “Deli” eşini zaptetmek için bulduğu çözüm ise onu tavan arasına kilitlemektir.
Mr. Rochester’ın çok sevdiği atı bile Binbir Gece Masalları’nda Bağdat halifesinin sarayında bir cellat olan Mesrur’un adını taşır. Şehrazat hayatını zekâsı sayesinde kurtarır ve “tutsak kadın” kalıbını tersine çevirirken, kendisini “Osmanlı sultanının haremindeki bütün o ahu gözlü, huri vücutlu kızlara” tercih ettiğini söyleyen Mr. Rochester’a, Jane şu şekilde meydan okur:
“Size haremlik etmeye zerrece niyetim yok! […] O düşünceleri aklınızdan silin. Gönlünüzden o türlü şeyler geçiyorsa, hiç gecikmeden, dosdoğru İstanbul’a yollanın. Zaten buralarda paranızı nereye harcayacağınızı bilemez gibi bir haliniz var… Oradan bir sürü cariye alın da bir harem kurun kendinize,” (Brontë 378).
Mr. Rochester’a kinayeyle böyle bir çıkış ve öneride bulunduktan sonra gelen sözleri daha da dikkat çekicidir:
Ben de misyoner olacağım; gidip bütün kölelere özgürlük aşkı aşılayacağım. Bu arada sizin hareminizdekileri de unutmayacağım elbet. Hele bir gireyim oraya… Bakın nasıl bir isyan çıkaracağım! Üç sorguçlu paşa olsanız boşuna… Bir anda, bu kez biz sizi tutsak yapacak, kölelerinizi azat eden bir ferman çıkarıncaya kadar da sizi salıvermeyeceğiz (Brontë 378).
Jane’in tutsak edilmiş harem kadınlarına özgürlük aşılama ve onları kölelikten kurtarma misyonu, Charlotte Brontë'nin Oryantal unsurlar aracılığıyla kendi içinde bulunduğu toplumun kadın meselelerine işaret etmesine sadece bir örnektir. Jane, kendisine ve okuyucuya, ataerkil 'despotizmi' anlamak / anlatmak ve onunla savaşmak için uygun bir metafor bulmuştur: Harem. Rochester ile Jane’in ilk karşılaşmalarında, Rochester’ın attan düşerek yaralı ve yardıma muhtaç bir durumda olması dikkat çekicidir. Zira bu sahne ileride değişecek olan güç dengelerinin, Jane’in gücü ele almasının, Rochester’ın ona bağımlı hale gelmesinin önceden habercisi niteliğindedir. Yukarıdaki alıntıda kendi özgürlüğünde direten ve başkalarının özgürlüğünden de kendini sorumlu gören bu kadın profili, roman ilerledikçe gücü ele alacaktır.
Kostümlü tiyatro oyunları sırasında Mr. Rochester, şallar ve türbanlar içinde Doğulu bir emir olarak sahneye çıkar. Hemen ardından, Blanche Ingram belirir: “O da Şark stilinde giyinmişti: belinde kırmızı kuşak, başında işlemeli örtü. […] Yapısı, yüzü, rengi, edasıyla Eski Ahit’te adı geçen İsrailoğulları prenseslerini andırıyordu” (Brontë 259). Bu saydıklarımız, romandaki Binbir Gece Masalları’nın yanı sıra oryantal unsurlara başka örneklerdir. Yalnız, romandan alıntılar yaparken kullandığımız Nihal Yeğinobalı’nın çevirisi için bu noktada bir ekleme yapmak gerekmektedir. Metnin orijinalinde Blanche’ın aslında “patriyarkal dönemlerden kalma bir İsrailli prensese” (“Israelitish princess of the patriarchal days”, Brontë 178) benzediği söylenmektedir. Dikkate değer bir başka bir nokta ise, Jane’in bir hikâye anlatıcısı olarak da oryantal imgelemden faydalanmasıdır: Lowood Kızlar Okulu’nda Helen Burns ile birlikte Miss Temple’ın odasında çektikleri mütevazı ziyafeti bir Barmecide şölenine benzetir. “Binbir Gece Masalları’nda Barmecide ailesinden bir prens, bir dilenciye ziyafet çeker ama dilencinin önüne koyduğu bütün tabaklar boştur” (Brontë 106). Binbir Gece Masalları’nın Jane’in duygusal açıdan yoksunluk çektiği çocukluğunda zihinsel ve ruhsal bir besin olduğunu unutmamak gerekir. Bu doğrudan göndermenin yanı sıra Jane, Rosamond Oliver’ı ilk gördüğü zaman onu tarif ederken, orijinal metinde yer aldığı haliyle, “Peri” ifadesini kullanır (Brontë 353).
Jane’in romanın başında tek sahip olduğu mülkiyet bir kitaptır. Zamanla okuyucuları olarak, onun sahip olduğu önemli bir gücün, hikâyeleme yetisi olduğunu fark ederiz. Thornfield’dan kaçtıktan sonra yaşadıklarını bir hikâyeci hüneriyle anlatırken bir noktada anlatmayı keser ve Rochester’ın dinleme zevkini kursağında bırakır:
“Kimlerin yanındaydın, Jane?”
“Bu gece taş çatlasa anlatmam, efendim. Artık yarına kadar bekleyeceksiniz. Öykümü yarıda kesmek güvence sayılır bir bakıma; kahvaltı masasında görüneceğime işarettir…” (Brontë 608).
Görüldüğü üzere, Jane hikâyelerken erteleme sanatını geliştirmiştir. Bu erteleme yönündeki irade, aynı zamanda onun büyüme emarelerindendir. Onun her türlü hâkimiyet karşısında hatırı sayılır bir direnç ve güç geliştirdiğini gösterir. Hikâye anlatmanın kimin iradesinde olduğu, kimin muktedir kimin boyunduruk altında olduğu sorularını maharetle işleyen Binbir Gece Masalları, gücü ele almak teması üzerinden de Jane Eyre’e bağlanır. Dolayısıyla, Binbir Gece Masalları, romanda fiziksel bir nesne, dekorun bir parçası (prop) olmanın ötesine geçer.
Binbir Gece Masalları, Jane’in büyüme ve olgunlaşma yolculuğunda etkiliyse, bu metnin çocuklukla ilişkisine de göz atmak gerekir. Binbir Gece Masalları’nın çocuklar için oluşturulmadığı açıktır. Bununla birlikte tıpkı Grimm Masalları gibi zamanla çocuk okumalarına dahil olmuştur. Masalların çocuk gözüyle okunduğunda kendine özgü, geçişken bir yapısı olduğu gözlemlenecektir: “dış uyaranlara cevaben, düşüncelerin sistemsiz ve irrasyonel bir şekilde ilerlediği” (Dickson 205) bir metindir Binbir Gece Masalları. On dokuzuncu yüzyılın çocukluk okumaları üzerine düşünüldüğünde, Binbir Gece Masalları sıklıkla, sadeliğe duygusal bir övgü ve gençliğin naifliği tanımlarıyla değerlendirilir. Edward Said'in de gözlemlediği gibi, Binbir Gece Masalları mütemadiyen çocuklukla, iyimser fantezilerle ilişkilendirilir, doğrudur, ancak bir anlamda geride bırakılmaları için meydana gelirler” (Said 271). O halde Binbir Gece Masalları yetişkinlikte nasıl işe yarayacaktır? Jane için masalların büyüsünü bozmaya, kendi yoluna gitmeye, hikâyenin kontrolünü ele almaya, bizatihi hikâyeleme gücünü geliştirmesine yardımcı olur. Binbir Gece Masalları'nın parçalanmış, rüyayı andıran niteliği, çocuğun kopuk, imgelemin yoğun olduğu bir bilinçle örtüşür ve yetişkin otoritesini rahatsız etme potansiyeli barındırır. Ama Jane, zamanla Şehrazad’ın yetilerini alarak bölük pörçük parçaları birleştirir: Anlattığı hikâyeyi bütünlüklü bir şekilde birbirine bağlar, tıpkı hayatında da dağıldığı zamanlardan, parçaları birleştirerek güç kazanarak çıkması gibi. Jane’in küçük bir çocukken Gateshead’de Binbir Gece Masalları ile belli aralıklarla geçirdiği zaman dilimleri, eylemin durduğu ve katı kurallarla düzenlenmiş evin atmosferinden uzaklaşıldığı zamanlardır: Akılcı olmayan, henüz sanayinin girmediği, doğrusal olmayan bir zaman akışında ilerleyen, büyülü, çocuksu bir Doğu diyarı. Bununla birlikte Jane’in Gateshead’e dönüşü, değişken, uçucu ve içgüdüsel çocukluğu ile bugünkü kontrollü benliği arasındaki duygusal ve psikolojik mesafeye ışık tutar:
Kendimi hâlâ yeryüzünde yersiz yurtsuz hissediyordum. Yalnız, bütün bunlara karşın, şimdi kendime olan güvenim çok daha gelişmişti, herhangi bir düşmanlıkla karşılaşma olasılığı beni artık içimden yıkmıyordu. Uğradığım haksızlıkların açtığı o kanayan yaralar da kapanmış, içimden fışkıran öfke, hınç alevleri sönmüştü (Brontë 319).
O ateşli isyânkar esir kız figürü yerine (görece) şimdiden bir yenilenme, toplumsal uzlaşım hali sezilmektedir. Jane, salona geçtiğinde gözüne çarpan ilk nesnelerden biri, eski yerinde duran Binbir Gece Masalları’dır. Kuzenleriyle yeniden karşılaştığında hissettikleri karşısında ise kendi değişiminin iyiden iyiye farkına varır:
Birisinin tüm umursamazlığı, öbürünün yarı alaylı halleri karşısında öylesine rahat ve sakindim ki! Ne Eliza’nın aldırmazlığı beni kahrediyor ne de Georgiana’nın tepeden bakışı elimi ayağıma dolaştırıyordu. Aslında, benim aklım fikrim bambaşka şeylerdeydi. Şu son aylarda içimde, onların uyandıramayacağı kadar derin, keskin acılar, mutluluklar tatmıştım ben. Şimdi artık bana karşı nasıl davranırlarsa davransınlar, vız gelirdi! (Brontë 321).
Okumak, pek çok romanda örneğini gördüğümüz gibi, kişinin yerini tayin etme ve benlik duygusunun gelişiminde önemli rol oynar. Okuma ve kendi kendini eğitme, formal ve sistemli, rehberlikle alınan eğitimden daha önemli bir hale gelir. Binbir Gece Masalları’nın, baştan çıkarma sahnelerinde cömert olan bu müstehcen hikâyelerin büyüyen dimağlar üzerindeki etkisi tahmin edilebilir. Charlotte Brontë için de bu hikâyeler ilk başta kadınları erdem yoksunu, zayıf yaratıklar olarak gösteren, kadın düşmanı anlatılar olarak yer etmiş olabilir. Ne var ki, Binbir Gece Masalları’nın çerçeve hikâyesi tartışmasız bir şekilde kadının gücüyle sonlanır. Brontë de romanında bu kalıbı kendi toplumuna ve tarihsel dönemine uyarlar; yetişkin Jane’in çerçeve anlatısı kadın kahramanının hem hikâyesinin hem de hayatının kontrolünü tam olarak ele geçirmesiyle biter. Tıpkı Şehrazad gibi sadece kendini kurtarmakla kalmaz, Rochester’ı da kendinden kurtarır, tiranı iyi yönde dönüştürür, toplumsal bir engeli aşar ve kendisini eşit derecede değer gören bir birey olarak inşa eder. Brontë, çocukken çok sevdiği Binbir Gece Masalları’nı, kahramanını silahlandırmak için ustalıkla kullanır. Binbir Gece Masalları, romanın başında ilk kez yer aldığında, Jane’in ileride başına geleceklere, Şehriyar kalıbının geleceğine dair bir uyarıdır, baştan gardını almasını da sağlayacaktır.
Rochester ona 'sevebileceği iyi ve zeki kadını' bulma konusundaki talihsizliklerini anlattığında, Jane duyduklarından etkilenir, belki bunda Rochester’ın hitabet yeteneğinin de etkisi vardır. Rochester’a çok âşık olmasına rağmen, onun bahsettiği kızlara karşı sempati duyar, kendine bu zavallı kızların halefi mi olacağını sorar. Bertha Mason’la evliliği ortaya çıktıktan sonra, Rochester'ın metresi olma önerisine boyun eğmenin tehlikelerinin farkındadır. Şehrazad, hikâyeleriyle ölümünü önce erteleyip sonra engellerken, Jane bunu Rochester'ın etki çemberinden fiziksel olarak uzaklaşarak başarır. Jane gibi yoksun, düzgün bir eğitim almamış birisi, özellikle de dünya yüzü görmüş, deneyimli Rochester'ın aksine, onun tarafından büyük bir evlilik tuzağına düşmekten kurtulabiliyorsa, bunun nedeni belki de Binbir Gece Masalları’ndan aldığı eğitimdir.
Aslında Jane Eyre, bir aşk hikâyesindense, daha ziyade bir büyüme romanıdır (Bildungsroman). Roman ilk kez yayımlandığında “bayağı ve kaba saba” bulunmasının nedeni, Viktorya döneminin yerleşik “düzgün” kadın normlarını alaşağı edeceğine dair duyulan korkudur. Charlotte Brontë, Jane’e amcasından kalan miras ya da Bertha'nın kundakçılığı gibi entrikaları, Jane'i o çok sevdiği tiranından, Rochester’dan ekonomik ve fiziksel olarak üstün kılmak için kullanır. Ancak Charlotte Brontë’nin Binbir Gece Masalları’nı eğitici bir kitap olarak kullanmasının yanı sıra, hayalî bir diyara kaçış gibi göründüğü halde bu hikâyeler Brontë’ye içinde yaşadığı toplumun cinsiyet eşitsizliğini, kadınların konumunu dillendirmesi için imkân verir. Kadınların Viktorya dönemindeki toplumsal konumuna bakalım: İdealize edilen kadın, “evdeki melek”, aslında veraset, miras, evlilik gibi medeni kanunu ilgilendiren konularda hakları büyük ölçüde çiğnenen bir zümredir; kadının mürebbiyelik, hizmetçilik, terzilik, çamaşırcılık, kısmen tezgâhtarlık dışında mesleki hayatta var olabilme şansı yoktur, kültür-sanat ve bilimsel faaliyetler alanında otorite olmak bir yana, oraya dâhil olabilmek için mücadele vermesi gerekmektedir. Kadınların süfrajetler girişimiyle siyasete dâhil olma savaşı, seçme seçilme hakkını elde etmeleri, Charlotte Brontë’nin yaşadığı dönemden onlarca yıl sonra ancak mümkün olabilecektir.
Bu noktada on sekizinci yüzyıl sonundan başlayarak Batı toplumunda kendini gösteren başka bir olgudan daha bahsetmek gerekir: Feminist oryantalizm. Feminist oryantalizm, Doğuyu, Batılıların “kendi arınmaları” için kullandığı, başka bir deyişle “Doğuyu, Batı’yı eleştirmek ve düzeltmek amacıyla bir araç olarak kullandığı özel bir edebi stratejidir (Al-Bazei 6). Mary Wollstonecraft’in 1792 tarihli, Batılı liberal feminizmin öncü metni sayılabilecek Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi), çok keskin bir şekilde feminist oryantalist bir perspektife sahiptir. Pek çok Aydınlanmacı düşünür gibi, Wollstonecraft pek de eleştirel olmadan, Doğu’yu doğrudan despotluk ve tiranlıkla ilişkilendirir. Avrupalı kadınların uzuvlarının ve duyularının Çin’dekilerden daha felçli (Wollstonecraft 128); Batılı kadınların Mısırlı kölelerden daha az eğitimli (221), efendilerinin de Mısırlı sahiplerden çok daha kötü olduğunu (319) söyler. Jane Eyre de bu bağlamda, okuyucunun tahayyülündeki cinsiyet ilişkileri açısından “korkunç” bir görünüm sergileyen Doğulu sisteme karşı duyduğu ahlakî tiksinmeyi körüklüyor gibi görünebilir. Gerçi Batılı okuyucunun Doğu masallarıyla kurduğu ilişkiler her zaman yadırgama ve arzulama gibi birbirine zıt duygularla ilerler. Charlotte Brontë, bu hikâyelerdeki kadınları özel bir sembolik duruşla ele almış gibidir: Viktorya toplumunda her türlü macera ve cinsellikten, en önemlisi otoriteden mahrum edilen kadınlara alternatif temsillerdir onlar.
Ros Ballaster, on sekizinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Binbir Gece Masalları’nın yaygın bir çocukluk okuması haline geldiği dönemde, genellikle anlatının yapısı ve işlevine bir giriş dersi niteliğinde görülmesi gerektiğini ileri sürer. Hatta biraz daha ileriye giderek, Charlotte Brontë gibi realist yazarların, kendi tarihsel gerçeklerini anlatmak için mütemadiyen Doğulu büyülü masallara başvurduğunu söyler (Ballaster 5). Yani, egzotik tatlar, Oryantal fantazilerden keyif almaktan ziyade, bu yazarların bu metinler aracılığıyla kendi içlerinde yaşadığı toplumun esirgediği özgürlüklere işaret ediyor olmaları mümkündür. Charlotte Brontë, tıpkı bu masallardaki cinler gibi, yazarlığı, anlatmayı, hikâyelemeyi bir tür cin ve peri işi gücüne dönüştürmüş, Jane’i de kendi hikâyesinin kontrolünü ele alan, sonra da bize aktaran bir kahraman olarak kurgulamıştır.
Viktoryen Oryantalizm, Charlotte Brontë için adına ister feminist oryantalizm diyelim ister sadece feminizm, kendi toplumuna kadın hakları meseleleri üzerinden sorgulayıcı bir şekilde yaklaşmak için bir imkân alanı sunar. Harem ve benzeri imgeler, Viktorya döneminde kadının aşağıya itilmiş toplumsal konumu için bir metafordan başka bir şey değildir. Düğünden önce, Mr. Rochester ipekten kıyafetler almak için onu zorla alışverişe götürmeye kalktığında, Jane erkeğin kendisini bir “oyuncak bebeğe” çevirmek istediğini ve despotluk emarelerini sezinlemiştir. Burada önemli olan, Jane’in tam bu noktada Madeira’daki dayısına yazmaya karar vermesidir, böylelikle ekonomik bağımsızlığını güvence altına alacaktır. Jane “Doğulu köle kadınları kurtaracağım” derken, Charlotte Brontë bu söylemi emperyal bir İngiliz üstten bakıştan ziyade, kendi toplumunun cinsiyet eşitsizliğine üstü kapalı bir gönderme olarak kullanır. Nasıl ki Shakespeare’in çoğu oyunu, “deplasmanda”, İngiltere dışında geçer ki iktidarı gülünçleştirebilmek, eleştirebilmek mümkün olsun, Brontë’nin hayalî büyülü Doğulu imgeleri ve diyarı da onun meselelerini tartışabilmek için bir nevi edebî kalkan olarak kullanma biçimidir. Jane Eyre’in yayımlanmasından hemen sonra yayıncısı W. S. Williams’a yazdığı mektupta kadın sorunu üzerine mütemadiyen bir şeyler söylemek istediğini, ama bu konudaki ikiyüzlü yaklaşımları mide bulandırıcı bulduğunu (Smith 66) belirten, Elizabeth Gaskell’a yazdığı bir mektupta ise “durumumuzu iyileştirmek sadece kendimize bağlıdır, ama bununla birlikte Sosyal sistemin temellerine en derinden işlenmiş bir şeytani gücün de olduğunu” (Smith 457) söyleyen Brontë, başta kendisinin ve başka kadınların canına ve özgürlüğüne sahip çıkan Şehrazad’ı etkili bir model olarak kullanırken ileride Süfrajetlerin kadın hakları mücadelelerinde ilerleyeceği yolun temellerini atmıştır.
Not: Bu inceleme 16-18 Kasım 2022 tarihlerinde gerçekleşen International Anglo-American Cultural and Literary Studies (Uluslararası Anglo-Amerikan Kültürel ve Edebi Çalışmalar) Sempozyumu’nda, farklı bir başlıkla bildiri olarak sunulmuştur.
KAYNAKÇA
Al-Bazei, Saad Abdulrahman. "Literary Orientalism in Nineteenth-Century Anglo- American Literature: Its Formation and Continuity." Ph.D. dissertation, Purdue University, 1983.
Ballaster, Ros. Fabulous Orients: Fictions of the East in England, 1662-1785. New York, NY: Oxford University Press, 2005.
Binbir Gece Masalları. (çev). Alim Şerif Onaran. İstanbul: Afa, 1992.
Brontë, Charlotte. Jane Eyre. Oxford: Oxford University Press, 2019.
_______________. Jane Eyre. (çev). Nihal Yeğinobalı. İstanbul: Can, 2022.
Dickson, Melissa. “Jane Eyre’s Arabian Tales: Reading and Remembering”. Journal of Victorian Culture. 18: 2, (2013): 198–212.
Gérin, Winifred. Charlotte Brontë: The Evolution of Genius. Oxford: Oxford University Press, 1969.
Said, Edward. The World, the Text and the Critic. Boston, MA: Harvard University
Press, 1983.
Smith, Margaret. (ed.). The Letters of Charlotte Brontë, with a selection of letters by family and friends. vol.2 1848-185. Oxford: Oxford University Press, 2000.
Wollstonecraft, Mary. Vindication of the Rights of Woman. (1792). London: Penguin, 1982.
Comments