Öykü: Arada Kaldım, Tam Arada
"Çok haksız bir durum bu, arada kalmak. Solumda bir canavar durur, biri de sağımda."
Mete Gürkan
“Arada kaldımmm, tam aradaaa, sıkıştım kaldım burada, tam arada. Arada kaldım, anlarsınız ya. Çok haksız bir durum bu, arada kalmak. Solumda bir canavar durur, biri de sağımda. Sabahın köründen beri, bu saate kadar, arada kaldım, başıma gelen en acıklı durumdur bu.”
50’lere merdiveni dayadım artık ben de. Ama gelin görün ki, hiçbir şekilde yaşımı göstermiyorum. Minyon yapım yüzünden bu çok başıma geliyor, birçok kez üniversite öğrencisi hatta lise öğrencisi zannedilmiştim geçen yıllarda. Bir keresinde hatta geçen sene, “Evladım” demişti teyzenin biri, “sen gençsin, okulun yakındır, yer ver de oturam bi”. “Tamam teyze madem” demiş, vermiştim.
Peki bugün, bugün yer verecek miydim. Gece geç saatlere kadar çalışmışken, sabah erkenden kalkıp, sabah saat 8.24 sularında halen gece yarısını yaşarken, yine yollara düşmüşken. Ruhum bedenime, bedenim ruhuma artık söz ve komut geçiremiyorken. Ve nereden esti bilinmez şekilde, çocukluğumda izlerken gülmekten yerlere düştüğüm, “arada kaldım” şarkısı aklıma gelmişken. Hiç atlatamadığım eziklik hissi mi, hep bir şekilde araflarda kalma derdi mi, hangi gizli gündemim, nereden getirmişti aklıma, bilmem ya da otobüste ayakta kalabalıktan artık neredeyse yanak yanağa duran insanlar mı? Telefonumda aratıp sabahın bu saatinde, kulaklığımda arada kaldım şarkısı tınlarken. Üç Susam Sokağı karakterinin seslendirdiği “Arafta kalmanın milli ve resmi marşı”, mevcudiyetimizin arafta olacağına dair kader planımızın hudutlarını daha çocukluğumuzdan çizen o meşhur şarkı, her geçen dakika temiz hava katsayısı azalan otobüste çınlarken.
“Arada kaldım, tam aradaaa. Beni önce bu yöne iter, diğeri öbür yöne. Sıkıştırıp dururlar. Arada kaldım, anlarsınız ya. Başıma gelen en acıklı durumdur bu, arada kaldımmm”
Bir yandan ekrana bakıp gülümserken, bir yandan da otobüsteki sesleri duyabiliyordum. Tepemde konuşulanları da. “Gençlerin hepsi böyle artık” diyordu tepemde konuşan adamlardan biri diğerine. Göz göze gelmemeye çalışıyordum, zaten kafamı kaldırmaya, gözlerimi ve beynimi göğe doğru dikmeye mecalim de yokken. Güneş gözlüğüm, maskem, bu kutlu çabamda en büyük destekçilerimdi. Bir yandan, bakışların üzerimde her geçen saniye daha da keskinleştiğini hissedebiliyordum. Sağ arka çaprazdan da kaydadeğer bir hamle geliyordu, “Telefonu da son modeldir, söyleyin göstersin, kontrol edin bak” diyordu bir kadın. Gözlerimin kenarından görebildiğim o dar bakış açısından, çevremdeki kafaların onay babında, sallandığını seçebiliyordum. Bir süre dışarıya bakıyor numarası yaptım. Derken, B planına geçtim, uyuyakalıyor numarası aşamasına. Ağzımı hafif araladım hatta ki, uykuya yenilmiş gibi görüneyim diye, bir yastığım bir de horlamam eksikti.
Sonra sürekli dur kalk yapan otobüste düşmemek için koltuğun demirini sıkıca tutan eli farkettim bir an. Damarlarının artık, mordan kahverengine bir renk skalasında patlarcasına ten üstünde seyrettiği çürükleşmişliğin adeta bir bedendeki yansıması, o eli. Coğrafyasının her bir santim karesi adeta bir gezegen yüzeyine dönüşmüş eli. O el üzerindeki lekeleri. Doğum lekesini andıran o elin, tam da merkezindeki bağımsız turuncu bölgeyi. Sağ elinin parmaklarındaki, eksiği.
Vücudumdaki, ellerimdeki, beynimdeki kan dolaşımının, o çıldırtan akışını hissettim o an. Tanımıştım.
“Adrenalin ve noradrenalin kan basıncını artırır, nabzı yükseltir ve soluk alış verişini hızlandırır. Kalp kasları kasılır, damarlar daralır. Terlenir, terler boşaltılır, göz bebekleri alabildiğine büyür. Kan bizi aksiyona hazırlar, bunun için vücudun tüm uç noktalarına pompalanır. Öfkeyi yönetmede birinci role sahip olan bölge, duyguları yönetmeyi sağlayan prefrontal kortekstir. Korteks, bize agresif davranmamamızı söyler, adeta ve adeta minnoş bir melektir. Amigdala ise saldırmamızı buyurur, adeta ve adeta dişli bir şeytandır. Amigdala ve korteks arasında yaşanan, tarihin gördüğü en devasa iyi-kötü savaşıdır.”
Öfkemin anatomisinde, beynimin içinde. Amigdalamın ve korteksimin çıldırtan mücadelesi sürerken, gözlerimi kaldırmak istedim. Yüzüne bakmak, gözlerinin taa içine bakmak. “Sen” demek, “Sensin di mi o” demek. Sensin di mi o, sensin evet, SEN. İşte yıllar sonra, karşındayım. Buldum seni yıllar sonra. Boynunun etrafındaki sarıya dönmüş gömleğinin iki yakasından, sıkıca tutup, sarsmak istedim. Başında kalan birkaç saç telinden çekmek, koparmak. O başını öne eğmişken, gözlerini yere dikmişken, kulaklarını sağır edercesine bağırmak, haykırmak istedim.
Yapamadım.
Gözlerimi kaldıramadım. Sadece maskemi indirebildim. Gözlerim, tüm vücuduma karşı adeta bir direnişe geçmişti. Beynimin bir köşesini de kendine işbirlikçi bilerek. Sıktığım yumruklarımın, karıncalaşan dizlerimin, dudağımı ısıran dişlerimin “evet yapabilirsin, kaldırabilirsin gözlerini, direkt yüzüne bakıp haykırabilirsin” şeklinde şevk çabalarına hunharca direniyordu gözlerim.
Gözlerim kazandı bu çetin mücadeleyi. Yumruğum pes etti. Dişlerim pes etti. Yüreğim pes ediverdi.
Bir anda otobüsün arka tarafı hareketlendi. Kalabalığı yararak adeta, otobüste kapının oraya kadar gitti o. İnme düğmesine ulaşamadı, “Basar mısınız düğmeye” dedi, düğmenin yanındaki anlamadı, “ne dedin amca” dedi, “Düğme oğlum, düğme ya” diye tekrarladı sinirle. Herkesin nedenini merak ettiği bir panikle. “Tamam ne kızıyorsun dayı, duymadık işte” diye terslendi, düğmenin yamacındaki adam.
Tanımıştı beni o da.
Otobüs durdu, o indi.
Kapı açıldı, kapı kapandı. O indi.
O gitti. Ben kaldım.
Ben, işkencecime, otobüste yer vermedim.
İşkencecim, yıllar sonra karşıma çıktı. O hiç unutamadığım elleri, yıllar sonra önümde gördüm yine. Yüzüme yakın hissettim o kokuyu. Yıllar sonra, onu bulmuşken, ona bakamadım. Yüzüne dikip gözlerim, yılların biriktirdiği öfkeyi. O, otobüsten indi, şehrin masum milyonlarına karıştı. Ben devam ettim yoluma. Ben devam ettim yine yaşamaya. O günlerden bu yana olduğu gibi.
Kalkmadım yerimden, durağım da geçti, son durağına kadar otobüsün, yerimden kalkmadım. Daha önce hiç gitmediğim semte kadar gittim. Son ben indim otobüsten.
“Arada olmak işte, birisi bu yöne iter, diğeri öbür yana. Sıkıştırıyorlar, ezilene kadar, aradayım. Anlarsınız ya. Arada kaldımmm, tam arada”
Comments