Bir nevi dertleşme kitabı bu: Garip Bir Yer
Nur Oğuz, tiyatrocu ve yazar Gürgen Öz’le son romanı Garip Bir Yer üzerine söyleşti: "Bir oyuncu, bir mizahçı gözüyle olayları kendi tarzımda ele almaya başlayınca birden karşılık buldu. Müthiş bir ilgi oluştu. Demek ki birçok kişi böyle hissediyormuş ama nasıl dile getireceğini bilmiyormuş diye düşündüm."
Gürgen Öz son romanı Garip Bir Yer’de, toplumun içinden dört karakterle toplumun tamamına ayna tutuyor. Hepimizin zaman zaman yaşadığı gariplikleri, zihniyet problemlerini, toplum içinde birey kalabilmenin zorluklarını kurgusal karakterleriyle özdeşleştirerek aktarıyor. Gözlem ve aktarım yeteneğiyle yıllardır hem edebiyat hem de tiyatro camiamızın önemli isimlerinden olan yazar, yine meramını ustalıkla aktarıyor. Sisteme dair keyifli bir taşlama olan bu son kitabını okurken bazen sinirlenebilir bazen de çok gülebilirsiniz. Garip Bir Yer, hepimizin bildiği gariplikleriyle okuyucusuyla da her satırında dertleşiyor. Masa Kitap etiketiyle yayımlanan kitap için, Gürgen Öz’le öğretici bir röportaj gerçekleştirdik.
Garip Bir Yer, sizin içinizde tam olarak neresi?
Tam olarak burası. Çünkü ben her seferinde hayret ediyorum ülkede olanlara. Şaşırma yetim hiç kaybolmuyor çünkü her seferinde daha da garip bir şey oluyor. Başka ülkede bunlar olsa yer yerinden oynar diyeceğimiz şeyler burada hiç garipsenmiyor. Kendimi çok yabancı hissediyorum bazen. Bende mi bir gariplik var diyorum sonra. Ama biliyorum ki benim gibi hisseden, düşünen birçok insan var. Zaten onlarla buluşmak adına bu kitabı yazdım. Bir nevi dertleşme kitabı bu.
Romanda Tarık karakteri üzerinden okurla konuşuyorsunuz. Bu karakter sizden ne kadar iz taşıyor?
Tarık karakterinin başına gelen bazı olaylar benim de maruz kaldığım ya da etrafımda gerçekleştiğine şahit olduğum olaylar. Ama ben, İnsanların bunlardan rahatsız oldukları halde aynı şeylere kendilerini maruz bırakmaya da devam ettiklerini gördüm. Bu bir nevi esaret. Zihnen özgür değiliz ve olanları kabullenmemiz gerekiyor gibi bir kod var zihnimizde. Sado-mazo bir durum var gibi. Bu çok komik. Trajikomik. Zaten bu gerçeğe gülmekten başka da çare kalmıyor bir noktada. O nedenle kitabın ana cümlesi; Gerçeklere gülebiliyorsan özgürsün. Çünkü ancak o zaman bir yüzleşme yaşayıp özgürleşebiliyoruz. Bu nedenle kitap olayları kara komedi tarzında, sarkastik bir biçimde ele alıyor. Bu bir taşlama diyebiliriz.
Toplumun damarına basan bir yanınız var. Toplumla frekansınızın uyuşmadığını düşünüyorum. Siz de romandaki Tarık gibi topluma yabancılaşmış hissediyor musunuz, yoksa eleştirdiğiniz şeylerin içine düşenlerden misiniz?
Kesinlikle yabancılaşmış hissediyorum. Hep böyle hissettim. Çocukken de kültüre ait çoğu garip kodu sorgular, kendimi bunlardan ayrı tutardım. Bu nedenle yalnızlığı, tek başınalığı seven bir tarafım var. Bu izolasyon bazen de yorucu oluyor. Ben içine düşüyor muyum bunların? Evet elbette. Kaçamıyorsunuz. Her yerde, çok baskın, çok güçlü. Hiyerarşi toplumuyuz. Güç gösterme, gösteriş, maddiyat bunlar çok önemli. Ataerkil kültür, erkek egemen zihniyet çok çok baskın.
Sosyal medyada da yine mizahi bir dille gündemde yer alan konulara eleştiriler getiriyorsunuz? Bunu yapmaya nasıl başladınız? Ve eleştirilerinizin nasıl bir karşılık bulduğunu gözlemliyorsunuz?
Olanları bu kadar garipseyince, yahu bunlar aslında çok saçma, nasıl böyle yaşıyoruz, nasıl böyle davranıyoruz, bunların dalgasını geçmek, gerçeği çıplak olarak göstermek lazım dedim. Bir oyuncu, bir mizahçı gözüyle olayları kendi tarzımda ele almaya başlayınca birden karşılık buldu. Müthiş bir ilgi oluştu. Demek ki birçok kişi böyle hissediyormuş ama nasıl dile getireceğini bilmiyormuş diye düşündüm.
Bu romana, eleştirilerinizin bir uzantısı olarak bakabilir miyiz?
Kesinlikle. Onların bir kurguda, bir hikâyede toplanmış hali. Yer yer de hepimizin hikâyesi bu.
Romanda da şu anki Türkiye gündeminde yer alan, temelde toplumsal olarak daha kibirli ve nezaketten uzak bir noktaya gittiğimiz durumlardan bahsetmişsiniz. Bu durumları sizce ne çözer? Toplumdan beklentimiz ne olmalı?
Şimdi bir kere şunu söyleyeyim; bu toplumun çok asil, çok değerli adetleri, kodları var. Benim için esas Türkiye toplumu budur. Ben onları çok severek ve benimseyerek büyüdüm. Zaten onların erozyona uğradığını, değersizleştirildiğini gördüğüm için mizahı kullanarak isyan bayrağı çektim aslında. Bu dönüşümü, lümpenliğin her şeyi ele geçirmesini, bence sadece eğitim ve ana kodlarımıza sahip çıkmak, bunu hatırlatan kültürel reformlar yapmak çözer. Türkiye dinamik bir toplum. Onlara gerçeği hatırlatınca hatırlarlar ama o hızda da bazı değerleri unutmak kolayına gidiyor bizim toplumun. Zayıf yönümüz bu. Ve bence ne yazık ki böyle reformlar olmayacak. Olsun da istenmiyor. Tam tersi teşvik ediliyor. Maddiyat da artık çok önemli. Maneviyatın önüne geçmiş durumda. Karl Marx’ın deyimiyle toplum bir yabancılaşma yaşıyor. Kendi öz değerini ve insani değerlerini unutup, yabancılaşıp metalaşıyor. Neden? Ekonomik eşitsizlik korkunç boyutlarda da ondan. Ekonomi ve eğitimsizlik, insanı çaresizleştirir. Kendine değer veremez hale getirir. İnsanlar ne gelir dağılımında ne de eğitim eşitliğinde eşit. Bu da bizi birbirimize düşürüyor, zayıflatıyor. Bunlar hallolsa bu toplum uçar ama o zaman da kimse bu toplumu sömüremez. Bu istenmiyor. Ayrıca dünyaya da kapalı bir toplumuz. Ufkumuz daralıyor. Yurt dışına çıkınca ya da bir kaynaktan dünyada gelişen, dönüşen olayları, yeni anlayışları okuyunca, bir dakika diyorsunuz, bazı şeylerde gerçekten çok geriye gitmişiz, köhne kalmışız. Çok okuyan, objektif, evrensel kaynaklar arayan bir yapımız yok. Hep aynı şeyleri izleyip, hep aynı kaynaklara bakıp, hep aynı şeyleri konuşup, aynı şeyleri de tartışıyoruz. Cidden sıkıcı, bunaltıcı. Bir yere de varamıyoruz gibi.
Oyunculuktan yazarlığa geçiş sürecinde sizi tetikleyen tam olarak neydi? Niçin yazılanı yaşamak yerine yaşadıklarınızı, gördüklerinizi, şahit olduklarınızı yazmayı tercih ettiniz?
Ben oyunculuktan önce yazarlığı sevmiş biriyim. Yazmaya orta okulda başladım, hep yazarlığın hayalini kurdum. Yazmak beni rahatlatıyor. Söyleyecek çok şeyim var. Hikâye kurmak, bir dünya yaratmak büyüleyici bir şey. Kitaplara hep aşıktım. Okumak benim yalnızlığımı aldı, kitaplar dostlarım oldu. Yazarak kendimi ifade etmeyi seviyorum. Kitap kokusunu, kitapçıları da seviyorum. Kitaplığıma bakınca mutlu oluyorum. Bu duyguyu ancak kitapseverler bilir. Siz de bilirsiniz.
Hikâye bulmakta zorluk çeken bir yazar mısınız? Bu kitabı yazma süreciniz nasıl oldu?
Zorluk çekmem. Hatta aklımda çok hikâye var ama biraz tembelim galiba. Ben bir gözlemciyim. Sürekli gözlemler, sorgularım. Bu gözlemlerden de ister istemez bir kitap çıkıyor işte. Bu kitap da son dönemde toplumun dönüşümüne dair gözlemlerimden ortaya çıktı.
Konuşturduğunuz karakterlerden hangisine daha yakın hissettiniz? Onları konuştururken zorluk çektiğiniz bir nokta oldu mu?
Hiç zorlanmadım. Karakter yaratmayı severim. Oyuncu kimliğimle yazarken onları oynuyorum zaten kafamda. Çok eğlenceli oluyor. Bu karakterlerin hepsi biziz bence.
Romandaki çıkış noktanız neydi? Romanı yazarken ilham aldığınız, beslendiğiniz kaynaklar neler oldu?
Sadece toplumdaki dönüşüm ve bu gariplikleri kanıksamamız. Hayret ettim ve ediyorum çünkü bunları kanıksamamıza. Hayret hissi bana ilham verdi diyelim. Anormallik normalimiz olmuş. Böyle saçma şey mi olur?
Peki, zafiyet yaşadığınız durumlar var mı?
Mutlaka oluyor. Türkiye’de her konuda beklentiler var insanlardan. Çok aşırı beklentiler. Bu çok yorucu. Çünkü bir noktada tek iletişim yolu o beklentiler üzerinden gerçekleşiyor. Bazen o beklentilere göre davrandığımı fark edip hemen kendi merkezime geri dönüyorum. Bu tuzağa düşme diyorum.
Genelde kitaplarınızda kahramanlarınızın psikolojisiyle oynuyorsunuz, onların zaafları üzerinden kurguluyorsunuz hikâyeyi. Karanlık öyküler içinden bir şekilde çıkmayı çok iyi başarıyorsunuz. Psikolojiye ve sosyolojiye ilginiz nereden geliyor?
Psikolojiye ilgim kendimi çözmeye çalışmamla başladı. Bu toplumda farklı hissederek kendimi suçlu hissettim neredeyse. Tabii oyunculuktan gelen de bir şey. Eğitiminiz ve ilginiz tamamen insan ruhunu, zihnini çözmek, analiz etmek, anlamak üzerine. Çok zevkli bir şey. Ama benim ayrıca da bir ilgim var. Neredeyse tüm kuramları ve psikoloji üzerine isim yapmış kişilerin kitaplarını okumuşumdur. Metotlarını anlamışımdır. Bu benim hobim gibi bir yerde.
Bu yaklaşımınızı romanlarda bu kadar derin ve sık kullanımınız sizce eserlerinizi ve dolayısıyla okuru ne derece etkiliyor?
Bence bu bir tarza dönüşüyor ve okuyucuyla aramda bir bağ oluşuyor. Artık biliyorlar ki her kitabımda bu yönde bir hikâye bulacaklar ve bununla da ilgileniyorlar elbette.
Daha önce Kötü Bir Gün romanınızı tiyatro oyunu olarak uyarladınız. Bu romanın potansiyeli sizce nasıl? Garip Bir Yer için de böyle planlarınız var mı?
Garip Bir Yer’in senaryosu hazır. Oyunu da hazır. Filmi çekilirse çok tatlı bir komedi olacak. Bakalım, göreceğiz.
Comments