Çocukluğun Gölgesi üzerine
Doğan Karagöz yazdı: "Gök ile bağlantısını koparamayıp yerin uygun gördüğü vazifeyi de yerine getiremeyenler, temas ettiğimiz her şeye gayemizi aktarmak derdinde olmaya devam edeceğiz."
‘’Ruzi şeb ağlarım bir defa gülmem
Akar çeşmim yaşı sel olur silmem
Hakiyem billahi kimseden bilmem
Gönlümün çektiği öz belasıdır.’’1
Kitabı henüz ‘’epeylemeden’’ ‘’Hasan abi bir destan yazmış’’ dedim kendi kendime. Şaşırdım da diyebilirim. Henüz unutmayan ya da unutamayan en az bir kişi daha var ve hemhal olmak öz belasını hafifletir. Bozkır bilgelerinden aldığı el ile kendi tarihsel rolünü yakışığıyla oynayan ve bana göre sırasını savmış bir ‘’mecbur adam’’ Hasan SEVER. Çok yerde ağlattı beni, rakının üçüncü kadehinden sonra gelen efkara benzer bir efkar çöktü kalbime, beynime… Gülümseyerek ve sözün güzelinin büyüsünün bünyede yarattığı tatmini yüreğimde hissederek saygıyla ağlattı hem de. Bunun üzerinde çok durmayacağım.
Tanımadıklarım vardı, hatırlayamadıklarım yağut tanıyıp tanımadığım konusunda emin olamadıklarım…
Karakterlerin bir kısmını doğrudan tanımak kitabı benim için daha anlaşılır ve hayali kurulabilir bir düzeye getirdi ta en baştan. En nihayetinde ben de bir unutamayandım. Ancak kimisiyle bir köy odasında tütün dumanı solumuşluğum, kimisiyle bir bozkır düğününde rakı içmişliğim, kimisiyle de yıldızlı bir gecede Elbistan-Malatya bozkırında bir yerlerde koyun gütmüşlüğüm olduğuna eminim. Kurtkulak ya da Yelekçe manzaralı bir çocukluk olur da koyun gütmek eksik kalır mı hiç. Kurda duyulması muhtemel güvenin, kurdun bizzat kendisi tarafından boşa çıkarıldığı ve bunun sonucunda oğlunu bekleyen kuzu gütme kariyerini bir çırpıda silip attığı bu bozkırda hayvanlarla uzun saatler baş başa vakit geçirmemiş bir çocuk biraz eksiktir. Sarhoş olup ninelerimizin peşlerine kustuğumuz köy düğünlerine dair hatırladıklarımı ise ‘’terör suçu’’ oluşturabileceği endişesiyle şimdilik kendime saklıyorum.
Doğduğum yer Elbistan’dır. ’86 kışı. Ancak her on beş tatilde ya da yaz tatilinde okullar kapanır kapanmaz Malatya Caddesinin paralelinde bulunan köy garajından, içinde bolca tütün içilen köy dolmuşları ile ezbere bildiğim rotayı izleyerek ‘’kozzikê Polle, Kemal durağı yağut Bakımevi’’ civarında inip Bîragannî’ye giderdim. ‘’yekî ji ber qedera xwe revîye, çûye kî qedera xwe berî wî hatîye wir e’’2 sözüyle de o zamanlar tanıştım. O zaman da gülmüştüm. İleriki yıllarda her ne kadar Marx, Hegel, Kant ve Mahir Çayan’ın Toplu Yazılarını okuduysam da Papê’nin masallarının üzerimdeki etkisi Marx’a ulaşamadı ancak Kant’ı yerle bir etmişti diyebilirim. Yani heybemin bir cebinde ‘’Das Kapital’’ bir cebinde masîcanik3 oldu hep. Bu yüzden üç Hasandan en fazla ortanca Hasan olabildim yaş itibariyle, Hasanların en büyüğü olmama devlet izin vermedi. Şiir yazan ve okuyanların da içinde olduğu, kısa bir cezaevi deneyimiyle ‘’pratik’’ siyasi kariyerim son buldu. Bozkırda devrimci öğrenci manasında kullanılan ‘’talebelik’’ deneyimimi Ankara’nın muhtelif üniversite kantinlerinde, sokaklarında, Cebeci’deki -2. katlarda, Tuzluçayır’da, Kızılay Meydanında bırakıp kazanç peşinde koşuyordum artık. Yani ‘’büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım, para kazanmam gerekiyordu’’. Elbistan’da iken Ankara’yı, Ankara’da iken Elbistan’ı özlemek; ileri-geri, çağdaş-demode, doğu-batı, netlik-kaos gibi karşıtlıkları büyüttükçe kişiliğimdeki yarılmaya ayıracak zaman bulamadım fizik sorusu çözmekten.
Kendi derdime düştüm yine…
Mam Hasan tabakasını şimdi önüme fırlatsa, tütünün üzerine altın tozu da serpip burnumun uzamasını beklerdim. Hayır. Herkesin burnu esrarı ilk kez içtiğinde uzar. Mam Hasan’ı hatırlıyorum. Şalvarlı, yelekliydi. Bir düğünde türkü söylediğine de tanık oldum yanlış hatırlamıyorsam. Silah sıktığına da. Direj Sultan’ın evinin önünde boş fişek kovanlarını toplayıp ceplerimize doldurduğumuz zamanlardı.
Kötü şeylerin çok sık yaşandığı, konuşulduğu ve bir ömür unutulmadığı zamanlar…
Çîroka Qır sêz4 o sıralar sözlü edebiyatımızın çok önemli bir hacmini işgal ediyordu. Durup düşünmeden içinden geçtiğim ‘’kötü şeyler’’ ne zaman ki durdum üstüme düştü ama bir yerlerde hala Qır saz çalınıyor. Hala Gölpınar’dan Bîragannî’ye giderken Çalîye Kureş’te ilkel atalarımı selamlamadan geçemiyorum. Bozkır’ın büyüsü kitabın her sayfasında kendini hatırlatıyor. Çalîye Kureş’in asla kurumuyor olmasında bir keramet aramaktan geri duramıyorum. Soran olursa taş kafalı bir Marksist olduğumu iddia ettiğim halde… O çalı da büyülüdür derler. Altında bir köpek yavrusu gören mi ararsın, köpeğin arka ayaklarıyla ağaca sarılıp ön iki ayağıyla oradan geçen bir atlının atının ayaklarını yakalayıp atın yürümesine izin vermediğini, atla beraber neredeyse on metre sündüğünü görenleri mi sorarsın… Bir gelinin çalının dibinde oturup, sevdiği adamla evlendirilmemesinden ötürü kendi düğününden kaçtığı ve fakat bir anda gözden yitip gittiği hikaye tüylerimi ürpertir. Molla Ömer’in mezarının yaklaşık beş metre uzunluğunda olması da asla kafama yatmamış olmalı ki dua bilsem oradan her geçişimde korkumdan müslüman olmaya bile razıyım.
Kavganın tarihle yaşıt olduğu o lanetlenmiş topraklarda köklerimiz derindedir.
Bozkır bilgeleri bir yerlerden bizi izliyor. Yüzbaşı, Halto’yla beraber dört can, iki insan Şerefli’deki Hapiste yaşıyorlar. Suçatıda kırmızı benekli balıklar yüzüyor ‘’bahar çatlayınca bizim ellerde.’’ Bîragannî CIEN ANOS DE SOLEDAD5. Sevdillili’nin sonu kötü. İsmail bir tekstil atölyesinde çalışıyor, kazancı fena değil. Evlenmiş ‘’bir çocuğu doğacakmış baharda.’’ Mande’nin oğlu Hasan için denizde boğulmuş diyorlar. Doğruysa Mande’ye söylemesinler. Umarım doğru değildir. Şerfe’nin oğlu Hasan’ı tanıyorum bak, o bir ölü zaman gezginidir. Sözün büyücüsüdür. Ayşe umarım ünlü bir ressam olur ve umarım ceviz ağacı hep yeşil kalır. Öğretmen, Serpille evlenip ‘’toksik’’ bir hayatın içinde çırpınıp duruyor. Papê artık masal anlatmıyor. Tacım dayının tıkalı kalp damarlarına üçüncü stent takılmış olmalı, karaciğeri de alarm veriyormuş. Kevro değirmeninde inzivaya çekilmiştir zira kar kesti yolları… Merasim Sokakta gülümüz solmuştur. Yaralarımızın en büyüğüdür. Şerfe buna çok ağıt yakar. Duyuyorum. Nazlı da üyelikten ceza almıştır. Devlet bu, şimdiye kadar neyi unutmuş. Alıcı kuş misali tepemizde…Kerto Hasan’ın düşeğinde üç beş tane sararmış sigara izmariti var… Eşe keman çalamıyor.
Hasan ağa, İbrahim (irbem) ağa, mala qıce, mala sıle, mala mılle, mala dıxe, mala çele, mala çaxe, kıracan, haydarliyan, seviyan, çuxan ve şu an hatırlamadığım bozkırın ailelerini ve onların bilgeliklerini ve cehaletlerini xanîmaledeki kutakta asılı duran sarada koyup eleyince alta dökülenler yani biz, gök ile bağlantısını koparamayıp yerin uygun gördüğü vazifeyi de yerine getiremeyenler, temas ettiğimiz her şeye gayemizi aktarmak derdinde olmaya devam edeceğiz. Anlam aramaya devam edeceğiz. Hakikat tartışacağız.
Bozkır’a, Zürih’e, Mezopotamya’nın kadim kenti Mardin’den, önce bu acemi yazımı, daha sonra bir araya gelme isteğimi, en çok da sevgimi- selamımı iletiyorum.
1- Ali Haki Edna. Elbistan, Bîragannî (Yapılıpınar) köyü doğumlu. Alevi hakikatçi geleneğinin güçlü temsilcilerinden.
2- Kaderinden kaçan, gittiği yerde ilkin kaderiyle karşılaşır.
3- Sığırkuyruğu otu.
4- Elbistan-Malatya bozkırında yaygın bilinen bir masal.
5- Yüzyıllık Yalnızlık
Comments