top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Unutmayı seçtiklerimizle hatırlamaya cesaret ettiklerimiz arasındaki boşluk...

Serkan Parlak, Bahar Gerçek Doğru ile ilk öykü kitabı, Gündedün üzerine söyleşti.



Bahar Gerçek Doğru’nun, içerisinde on iki öykünün yer aldığı ilk öykü kitabı “Gündedün” geçtiğimiz günlerde Tara Kitap etiketiyle okurla buluştu. Kitaptaki öykülerde yer alan kişiler zaman, bellek, umut yörüngesinde geçmiş ve bugün arasında salınan sonsuz bir şimdide konumlanıyor. Kitap, hayallerinden çok uzağa düşmüş on sekiz yaşında genç bir kızla başlıyor, yetmişli yaşlarda yaşamın kör noktalarında bile çiçeklenmeyi öğrenmiş bir kadınla bitiyor. Doğru ile ilk öykü kitabı hakkında konuştuk.


1. Bahar Hanım, ilk öykü kitabınız “Gündedün” geçtiğimiz günlerde Tara Kitap etiketiyle okurla buluştu. Öykülerinizde ele aldığınız konular ve yarattığınız karakterler çok çeşitli, sonlara doğru iyice yükselen akış hemen hissediliyor. Kitabınızın arka kapak yazısında belirtildiği gibi, “Bambaşka hayatların içinden çıkıp gelen öykü kahramanları, unutmayı seçtiklerimizle hatırlamaya cesaret ettiklerimiz arasındaki boşluğa kendiliğinden gelip yerleşiyor.” Bahar Hanım, elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor? 

Fransız yazar Anais Nin şöyle der: “Hayatı iki kere tatmak için yazarız, biri bugünde diğeri geçmişte." Gündedün'ü yazarken öykü kahramanlarımı zaman, bellek, umut yörüngesinde geçmiş ve bugün arasında sonsuz bir şimdide konumlandırdım. Yazma eylemini ve beraberinde getirdiği süreci tanımlamak kolay değil. Bunun bir yanı olabildiğince kendi içine dönmek diğer yanı ise hayatı dolu dolu yaşarken aklını ve fikrini herkesin gözü önünde ters yüz etmek gibi. Yazacak meselesi olan bireyi sürekli bir karın ağrısıyla yaşayan hastaya benzetiyorum. Güzel çirkin, doğru yanlış, eksik fazla ne varsa biriktirmeye mecbur gördüğü o şeylerin toplamını, yazacak malzemeyi, içgüdüsel veya bilinçli şekilde toplamak bir yaşam biçimi haline gelince onu aktarmanın yolu da kendiliğinden beliriyor. İnsan ve hayat malzemesini kurguda çalışırken bazı aşamaların içinden geçiyorsunuz elbette. Hedef odaklı okumalar, izlemeler, notlar, sürekli yazma hali gibi… Ama her seferinde yazmaya niyet ettikleriniz olgunlaşıp yeterince ağırlaştığında bir şekilde kendi özgün yöntemini dayatıyor.



2. Öykülerinizde kadınlık ve erkeklik durumları, evlilik, günlük hayat, sınıfsal ayrımlar, aşk, ayrılık, geçişe özlem, yaşlılık ve gençlik, ölüm, mahalle hayatı ve aile izlekleri ön plana çıkıyor.  Günümüzün temel yakıcı dertlerini öykü türü aracılığıyla görünür kılmaya çalışırken ne gibi hassasiyetler gözetiyorsunuz?

Yazmazsam eksik kalacağımı düşündüğüm, yanından öylece geçip gidemeyeceğim büyük küçük her türlü hikaye beni kendi derinliğine ve dünyasına çekiyor. Kendi merkezimi görüp her fırsatta kendi merkezimden kaçarak başkalarını anlamayı ve anlatmayı seviyorum. Hayatın belli evrelerinde yazar olarak baktığınız ve katmanlarını gördüğünüz şeyler de yol boyunca evriliyor. Kitap, hayallerinden çok uzağa düşmüş on sekiz yaşında bir genç kızla başlayıp yetmişli yaşlarda yaşamın kör noktalarında bile çiçeklenmeyi öğrenmiş bir kadınla bitiyor. Öykülerimde hepimizin ortak paydası olan belirttiğiniz tüm o kavramları samimiyetle yazdım. Okur, kendindeki yansımalarıyla yanındaki uzağındakini görsün bir nefes durağında dönüp ardına baksın ve umutla gülümsesin istedim.



3.  Bahar Hanım, bence kitabınızın en etkileyici öyküsü olan “Koltuk Yüzü”nde hikâye, eşya ve atmosferin yazınsal metne kattığı değeri çarpıcı biçimde bir kere daha görüyoruz. Michel Butor, Roman Üstüne Denemeler’de, “Nesneler, ‘işlev’lerinin dolaysız gerçekliği nedeniyle ve ‘sanat’tan söz edilir edilmez, ilk işlevlerini aşarak, kendilerini belirtenden başka bir işlev de üstlenirler: Sözgelimi, iyi çizilmiş, iyi işlenmiş bir çaydanlık, bir çaydanlıktır ama bunun ötesinde de başka bir şeydir. İşte bu tür nesneler, bir tablo ya da bir kitap olan şu çok gizemli nesnenin işlevini bize gösterebilmektedir. Bu nesne öylesine bir özellik taşımaktadır ki, onun bir nesne olduğunu unuturuz genellikle. Poe, ülkesinin zengin evlerinde görülen alışılagelmiş düzenlemenin, bir yaşama ve düşünme biçimine, paranın, ülkesinde en üstün ‘değer’ olması gerçeğine sıkı sıkıya bağlı olduğunu ileri sürer,” diyor. Evde istiflenen eşyalar karakteri geçmişin farklı dönemlerine götürüyor, ailesinin yaşam ve düşünme biçimi hakkında ipuçları sunuyor. Ek olarak gözlem ve tutumlu betimlemelerin, kadın karakterle kurduğu etkileşim öykünün atmosferini her anlamda çarpıcı kılıyor.  Öyküde atmosfer yaratma ve eşyanın önemi hakkında neler söylemek istersiniz?

Her öykünün, karakterin ve anlatılan dönemin kendine ait bir ruhu ve yazı diline aktarılırken de kendine özgü ihtiyaçları oluyor. Koltuk Yüzü’nde kendine yabancılaşmayı reddeden genç bir kadının içine sıkışıp kaldığı düzeni yazdım. Hapishaneyi çağrıştıran ev atmosferi, toplumun iki yüzlülüğü, “Ferah’ın hayattan silinen izdüşümleri kırık dökük nesneler ve anılar üzerinden görünür bir hal alıyor. Paslı bir makas geçmişin acılarına yol veriyor, bir vişne çekirdeğinde anne şefkatini çağırıyor, çıkarıp attığı altın bilezikler ise toplumsal baskıya başkaldırısının sembolü oluyor. Yazdıklarım zihnimde bir fotoğraf veya film karesi gibi canlandığı zaman kendini açığa özgürce çıkaracak atmosferle birlikte beliriyor genelde. Yazarken hikayeyi kimin nasıl anlatacağının yanı sıra kahramanın dünyası, mekansal ayrıntılar, nesneyi nasıl algıladığı anlatıya boyut katarken sağlam bir odak noktası oluşturuyor. Her anlatının atmosferi içinde açtığı alan ve barındırdığı işlev ötesi nesneler çağrışımlarıyla öyküyü besliyor. 


4. İlk öykü kitabınız dil ve anlatım anlamında, göstermeden ziyade                           -özellikle diyaloglar- yerine anlatma -hikâye etme, mektup ve betimleme- tekniğinin ön plana çıktığını düşünüyorum. Bu durumun nedenleri hakkında neler söylemek istersiniz? 

Platon, kurgusal metinlerde bir duygu ve düşünceyi aktarırken “mimemis” (göstererek) ve diegesis (anlatarak) şeklinde iki yaklaşımdan bahseder. “Gösterme” yaklaşımında olayın kendisi, eylemler ve konuşmalar daha ön plandayken “anlatma” yaklaşımında anlatıcının duygu, görüş ve anıları daha görünürdür. Gündedün’ü yazarken iki anlatı türüne de başvurmakla birlikte daha çok betimleme, anlatma ve mektup tekniğini kullandım. Sanırım öykülerin ruhu bunu gerektirdi. Diyaloglara yaslanan anlatılarda, onu yaratan anlatıcı bir süre sonra silikleşir. Gösterme anlatısındaki nesnellik ve tarafsızlık sunduğum “renkli yaşamlar geçidi” karakterlere yer yer ket vurabilirdi. Mektup formunu kullanmak kafamdaki bazı hikayeleri anlatmak için kaçınılmazdı. Ben’den başlayan Sen’e varan o samimi iletişim biçiminde “ben” anlatısının büyüsü ve şeffaflığı saklıdır. Ancak yazarın gerçek dünyanın bir parçası, anlatıcının ise metinsel bir dünyanın parçası olduğunu unutmamak gerekir.


5. Öykülerinizde yer alan karakterlerin hikâye etmeye dayalı psikolojik çözümlemeleri; davranışları ve duyguları eşliğinde etkileyici. Bildik gelen hikâyelere karakterleriniz aracılığıyla yeni bir bakış açısıyla yaklaşıyoruz. Karakterlerinizi yaratırken nasıl bir yöntem izliyorsunuz? 

Karakter yaratmayı kolaylaştıracak yöntemlerden bahsedilir.  Bana göre gözlem ve içgüdüsel olarak insan ruhunu “röntgenleme” çabası kafanızda durmadan yeni karakterler doğuruyor. İnsanların mutlak ölüm karşısındaki tavırları, bilinmeyene ilerleme güdüleri, varoluş sancıları, yaşamsal yönelimleri ya da bunların hiçbiriyle ilgilenmiyor oluşları kendiliğinden hikayesini arayan karakterler olarak önümde beliriyor. Bir de yıllardır gördüğüm rüyaları rüya günlüklerine yazarım. Bütün o detaylar, yüzler, renkler ve mekanlar bilinçaltımda bir yerde kaydettiğim tarihleri ile birlikte zihnimde bir yerde yanıp sönüyor. Unutmakla hatırlamak arasındaki o ince çizgide bilinçdışından da hayatın kendisine sızanlar oluyor. Yazmak ve yaratmak da bir nevi rüyaya uyanmayı andırıyor.


6. Bahar Hanım, son günlerde neler okudunuz? Önümüzdeki dönemde yeni üretimleriniz olacak mı? 

Oliver Sacks’ın yazdığı Karısını Şapka Sanan Adam kitabındaki sıradışı gerçek nörolojik hikayeleri okumak çok ilginçti. Italo Calvino’nun Görünmez Kentler kitabını tekrar okudum yakın zamanda ve masalsı çoklu anlatımına tekrar hayran oldum. Yazmak istediğim yeni öyküler var elbette. Kafamın içinde usul usul konuşan karakterlerin sesini duymaya başladım. Zamanı gelince birlikte ortaya çıkarız.

Comments


bottom of page