top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

“Dünyayı anlamaya yönelik bir çabadır.”

Aynur Kulak, Harvard Üniversitesi’nde Yerküre ve Gezegenbilim Bölümü’nde Doğa tarihi alanında profesör olan jeolog Andrew H. Knoll'un kaleme aldığı Dünyanın Kısa Tarihi üzerine yazdı.


Yerkürenin ilk oluşumundan günümüze kadarki süreçte dünyamıza dair milyonlarca kitap yazıldı, binlerce belgesel ve film çekildi, milyonlarca akademik dokümantasyon arşivlendi, milyonlarca teleskop gökyüzüne, milyonlarca sismik ölçüm aletleri toprağa yerleştirildi.


Üzerine en çok araştırma yapılan ve biyografisi tüm detaylarıyla en çok yazılan dünya hâlâ gizemli. Biyografiyi çözdük, tamamladık denildikçe yeni gizemlerin –ve dolayısıyla hiç bilinmeyen bir bulgunun- yeniden keşfedildiği dünya bu derece gizemli olmasaydı bu kadar muazzam bir gezegen olur muydu? Tabii ki hayır. Çünkü dünya yaşamın olduğu tek gezegen. Ve yaşamın olduğu, müthiş bir döngüyle yaşamın devam ettiği bu muazzam küre tabii ki gizemini devam ettirecek. Bizler de onunla ilgili yeni gizemlerin peşinde, keşif yolculuğumuza hiç ara vermeksizin yaşamaya devam edeceğiz.



Dünyanın Kısa Tarihi. Aslına bakarsanız dünya üzerine yazılmış bir kitap için belirlenmiş klasik bir kitap ismi fakat, Andrew H. Knoll’un Düşbaz Yayınları tarafından yayımlanan bu kitabı sekiz bölümde dört milyar yılı anlatmakta. Dünyamızın bu muazzam yaşı onunla ilgili verilen adların, isimlerin önünde. Ki bu dört milyar yıldaki patlamaları, oluşumları, topografyayı, uzayı, coğrafi yapılanmadaki geçiş ve değişim süreçlerini, insanın yeryüzüne gelişi ile beraber anatomik anlamda bedenen, nörolojik ve psikolojik doğum/büyüme/gelişimini ve bunun dünyaya etkilerini bir düşünürsek daha yeni başlıyor bile olabiliriz. Yani dünyaya dair daha bulunmayı ve keşfedilmesi bekleyen birçok bulgu ve yazılmayı bekleyen yeni bir çok hikâye var diyebilir miyiz? Evet, elbette; dünya var oldukça her zaman.


“Yerküreye bağlılığımız yerçekiminin bir hayli ötesine geçer. Tükettiğiniz gıdalar, topraktan veya denizden gelen besleyici maddeler ve suyun yanı sıra atmosfer ya da okyanuslardaki karbondioksitten meydana gelir. Her nefesinizle akşam yemeğinizden enerji elde etmenizi sağlayan bol oksijenli havayı ciğerlerinize çekersiniz. Bu sıradaki atmosferdeki karbondioksit donmanızı önler. Dahası buzdolabınızın kapsındaki çelik, konserve kutularınızdaki alüminyum, bozuk paralarınızdaki bakır ve akıllı telefonlarınızdaki nadir toprak metallerinin hepsi Yerküre’den gelir. Tüm bunları göz önüünde bulundurduğumuzda yaşamımızı sağlayan ve zaman zaman depremler veya kasırgalar arasında bizi tehlikeye atan bu kocaman küreye karşı çoğumuzun ne kadar kayıtsız kaldığını görmek şaşırtıcıdır.”

“Kayıtsız kalmak.”. Bu kadar merak edip, üzerine bunca araştırma yapıp, her gün yeni bir şeyler keşfettiğimiz dünyaya dair “kayıtsız kalmak” ne kadar acımasızca bir yorum ve ne kadar doğru. Bunca araştırmaya rağmen kaç kişi gerçekten dünya hakkında ne biliyor, kaç kişi bunun merakı içerisinde ve dünya için gerçekten kaç kişi olumlu etki yaratabilecek bir şeyler yapıyor? Harvard Üniversitesi’nde Yerküre ve Gezegenbilim Bölümü’nde Doğa tarihi alanında profesör olan jeolog Andrew H. Knoll yaklaşık iki yıl boyunca NASA tarafından Mars’a gönderilen araçlarında görev yapmış ve Mars’ın yüzeyini ve jeolojisini tanımayı amaçlayan Mars Exploration Rover Mission’da görev almış. Dünyaya ve uzaya ilişkin böyle önemli araştırmaların içinde kariyerli bir akademisyen olarak bulunan Knoll’un Dünyanın Kısa Tarihi kitabı için “Dünyayı anlamaya yönelik bir çabadır.” cümlesini kurması dünyaya ilişkin olarak bilinmesi gerekenlerin henüz yarısını dahi bilmediğimiz anlamına gelir. Ki zaten bir de kendisinin altını çizdiği üzere “kayıtsız kalma” meselesi de işin içinde olduğundan yerküre yeni keşifler bekleyen ve yeni sorular sorulması gereken koskoca bir gizemler küresidir.


“Yerkürenin evrendeki yerini nasıl anlayabiliriz? Varoluşumuzu tanımayan kayalar, hava ve su nasıl oluştu? Kıtalarımızı, dağlarımızı ve vadilerimizi, depremlerimizi ve volkanlarımızı nasıl açıklıyoruz? Atmosferin veya deniz suyunun yapısını kontrol eden nedir? Etrafımızdaki yaşamın muazzam çeşitliliği nasıl oluştu? Belki de en önemlisi, bizzat eylemlerimiz, Yerküreyi ve yaşamı ne şekilde değiştiriyor?”

Knoll’un dünyaya dair temel nitelikli bu soruları dünyanın geçirdiği süreçlere ilişkin cevaplar aramaya yönelik olmakla beraber aynı zamanda tarihsel sorgulamalar niteliği de taşımakta. 8 bölümden oluşan kitapta ana başlıklar, Kimyasal Dünya, Fiziki Dünya, Biyolojik Dünya, Oksijen Dünyası, Hayvan Dünyası, Yeşil Dünya, Felaketler Dünyası, İnsan Dünyası’ndan oluşuyor. Bölümlerin içeriğini biraz açarak ilk bölüm olan Kimyasal Dünya’dan başlayacak olursak ilk bölüm itibariyle gezeğenimizin oluşumu anlatılıyor. Kutsal kitaplarda da okuduğumuz “Yeryüzü toz zerreciklerinden, parçacıklardan ibaretti.” cümlesi bilimsel bir gerçek aslında. Çok iyi bildiğimiz büyük patlamadan (Big Bang) bu bölümde bahsediliyor elbet ve ilkel evren çekirdeğinin yaklaşık 13.8 milyar yıl evvel genişlemeye başladığını belirten Knoll; “Parçacıklar evrenin uçsuz bucaksız boşluğunda bölgesel bir madde yoğunlaşması değildi. Evrenin ta kendisiydi. Oraya nasıl geldiğini ise kimse bilmiyor.” diyor.

İkinci bölüm Fiziki Dünya’da gezegenin şekillenişi topoğrafik yapı oluşumları dağlar, denizler, nehirler, vadiler üzerinden anlatılırken üçüncü bölüm Biyolojik Dünya’da gezegende yaşamın başlamasına dair gözle görülmeyen organizmalardan tutalım da, DNA yapısının aslında uzayda oluşan matematiksel denklemle benzerliği, metabolizma ve hipotezlerin kaynağının kayaların oluşumuna ve şekillenmesine varana kadar pek çok eşdeğer ayrıntıyı içeriyor olması adına önemli. Dördüncü bölüm olan Oksijen Dünyası, solunabilir havanın kökeninin hemen ilk üç bölümün ardından gelmesi tesadüf değil. Oksijensiz bir yerküreyi anlatmanın imkansızlığından bahsediyor Knoll. Beşinci bölüm Hayvan Dünyası, Hayat Büyüyor alt başlığı ile karşılıyor bizleri. Hayvanların yerküreye arz etmesiyle beraber hem topografya hem bitki örtüsü ve canlılık adına birçok değişiklik yaşanmaya başlıyor. Altıncı bölüm beşinci bölümün devamı niteliğinde olup Yeşil Dünya başlığı ile karşımıza çıkıyor. Bu bölümde bitkilerin ve hayvanların karayı nasıl işgal ettiği anlatılıyor ki yerküreye dair ilk işgalcilerin -bilinenin aksine insanlar değil- aslında bitkiler ve hayvanlar olduğunu anlıyoruz. Yedinci bölüm felaketler dünyası soyların tükenmesiyle hayatın yeniden şekillenişi anlatılıyor. Aslında dünya defalarca felaketlere uğramış ve sonucunda yeniden canlanmış bir yapı üzerine kurulu. Bu yüzden bu bölümde “felaket” tanımı aslında yeni oluşumların ifadesi ve sekizinci ve son bölüm olan nihayetinde İnsan Dünyası’na bizi kavuşturması ile dikkat çekici. Bölümün alt başlığından da anlaşılacağı üzere Bir Canlı Türü Gezegeni Değiştiriyor. Belki de artık şartlar ne olursa olsun geri dönülmeyecek şekilde.


“Dört milyon yılın fiziksel ve biyolojik mirasıyla yaşıyorsunuz. Bir zamanlar trilobitlerin antik deniz tabanında su sıçratarak dolaştığı, dinozorların Gingko kaplı yamaçlarında hantal hantal gezindiği, mamutların buz gibi bir ovaya hükmettiği yerlerde yürüyorsunuz. Burası bir zamanlar onların dünyasıydı, şimdiyse sizin. Sizlerle dinozorlar arasındaki fark, elbette sizin geçmişi kavrayabiliyor ve geleceği tasavvur edebiliyor oluşunuz. Miras aldığınız dünya yalnızca size ait olmakla kalmıyor, aynı zamanda sizi kendinden sorumlu da kılıyor. Bir sonraki aşamada olacaklar size bağlı.”

Dünya’nın Kısa Tarihi bir dünya biyografisi olarak muazzam bir döngüyü/yapıyı anlatıyor bizlere. Yerküre tarihinin detaylı özeti elinizin altında olsun isterseniz çevirisini Aydın Çavdar’ın yaptığı Dünyanın Kısa Tarihi’ni öneririm. Okumanız dileğiyle.


DÜNYANIN KISA TARİHİ

Andrew H. Knoll

Düşbaz, 2022

Çeviri: Aydın Çavdar

224 s.

bottom of page