top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıPeyman Ünalsın Gökhan

İnsanların gökyüzüne dokunma arzusu nereden gelir?

Stuart Clark’ın “büyük patlama”dan günümüze insanın gökyüzü ile ilişkisini anlattığı kurgu dışı kitabı Gecenin Işıltılı Örtüsü üzerine Peyman Ünalsın Gökhan yazdı.



İnsanların gökyüzüne dokunma arzusu nereden geliyor?

Her şey, insanların gece gökyüzünü seyretmesi ve bu manzaranın ne anlama geldiğini merak etmesiyle başlar. Güneşin ışığını ve ısısını bizden gizlediği saatlerde ortaya çıkan yıldızlar, gökyüzünde öylesine asılı durarak, biz evrenin hem güçlü hem bir o kadar kırılgan insanlarına neyi kanıtlamaya çalışır? Ve insanların gökyüzüne dokunma arzusu nereden gelir?


İngiliz gökbilimci, BBC Focus, Guardian, New Scientist gibi birçok yayının ödüllü çağdaş yazarı Stuart Clark tarafından kaleme alınan ve Düşbaz Kitaplar tarafından Nisan 2022’de yayımlanan Gecenin Işıltılı Örtüsü, Taş Devrinden bu yana insanın gökyüzüyle sınırsız ilişkisini anlatıyor. Çevirmen Elif Alkan sayesinde zengin bilgi kaynağı olan bu eseri akıcı bir Türkçe ile okuma şansını elde ediyoruz.


Stuart Clark astrofizik alanında doktora ve onur derecesine sahip. Kraliyet Astronomi Derneği üyesi ve İngiliz Bilim Yazarları Derneği’nin eski başkan yardımcısı. 9 Ağustos 2000’de, Birleşik Krallık günlük gazetelerinden The Independent, onu, Stephen Hawking ve Krallık astronomu Profesör Sir Martin Rees yanı sıra İngiliz astrofizikçilerinin “yıldızlarından” biri olarak nitelendirir. Stuart 2001 yılına kadar Hertfordshire Üniversitesi’nde Kamu Astronomi Eğitimi Direktörlüğü yapar. Orada yıldız oluşumu, gezegenlerin yaşanabilirliği ve yaşamın kökenlerini araştırırken lisans ve yüksek lisans dersleri verir. 1998'de Science tarafından yayınlanan bir makalede, Dünya'daki yaşamın kökeni için gerekli olan solak amino asitlerin Galaksi boyunca yayılmış yıldız oluşum bölgelerinde sentezlendiğine dair mevcut paradigmanın geliştirilmesine yardımcı olur. 2001 yılında tam zamanlı yazarlığa geçiş yapar.


Noktürnleri hak eden yıldızlar

Şehrin ışıklarından uzaklaşıp başımızı, dünyanın silueti düşmüş karanlığa çevirdiğimizde beliren minik parıltılar nasıl da bizi hayranlığa sürükler değil mi? Kâh bir cırcır böceğinin melodisi kâh bir baykuş ötüşü eşlik eder yıldızlara. O benzersiz tabloya minik dalgaların ninnisi fon olur.

Ya da Stuart Clark sayesinde tanıştığım Gustav Holst’un The Planets bestesini (https://www.youtube.com/watch?v=3OD_HzdZwKk&t=993s) bu yazıya fon yaparak okursanız kendinizi Star Wars filminde Prenses Leia veya Luke Skywalker olarak düşleyebilirsiniz. Belki de güçlü Jedi masterı Yoda olarak.


Velhasıl başımızı kaldırdığımızda derin kuzguni bir kuyuya bakmaktansa, binlerce parlak yıldıza ev sahipliği yapan, gizem dolu uçsuz bucaksız göğe sığınmak mutlaka romantik yanımızı harekete geçirir. Nitekim yıldızlar, gezegenler, insanlık onlarda saklı gizemi keşfetmeye başladığından beri noktürnler başta olmak üzere, şiirlere, bilimkurgu romanlarına, şarkılara konu oluyor.


Stuart Clark kitabında, gökbilimci Carl Sagan’ın 1966’da bir yazısında “Kemiklerimizi meydana getiren kalsiyum milyarlarca yıl önce yaşlı bir yıldızın bünyesinde oluşmuştur” diye açıklama yaptığını ve bunu Kanadalı şarkıcı ve söz yazarı Joni Mitchell’ın 1969‘da yazdığı “Woodstock” isimli şarkısının nakaratında “Bizler yıldız tozundan hayat bulduk…” sözleriyle öyküleştirdiğini yazıyor.


Edward Young 1742’de yazdığı “Night Thoughts” (Gece Düşünceleri) isimli şiirinin “Gündüz tek bir Güneş, gece on bin parıltı” dizesiyle, Newton’un kafasındaki güneş ve yıldızların aynı türden gök cisimleri olduğuyla ilgili sorusuna cevap verir. 18. yüzyılın İngiliz romantik akımı yazarlarından Anna Barbauld 1773 tarihli “A Summer Evening’s Meditation” (Bir Yaz Gecesi Üzerine Derin Düşünceler) adlı şiirinin giriş bölümüne aldığı bu dizelerle Güneş’e bunaltıcı bir zorba yakıştırması yapar.


Clark, Thomas Hardy, Charles Dickens ve Leo Tolstoy gibi yazarların da eserlerini gece gökyüzüne ve gökbilimcilerin çalışmalarına atıfta bulunarak zenginleştirdiğini belirtiyor.


Peki ya ressamlar? Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosunun ardındaki gerçek ne?


Paleolitik Çağdan günümüze yıldız tozundan hayat bulan insanın gökyüzü merakı

Stuart Clark kitabında çağdaş gökbilimcilerin dikkatini daha eskilere yönelten kişinin, ‘insanın gökyüzüne dokunma arzusu nereden geliyor’ sorusunun cevabını arayan Amerikalı arkeolog Alexander Marshack olduğunu ileri sürüyor. Marshack Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957’de dünyanın ilk uzay aracı Sputnik 1’i fırlatabilecek güçteki roketi üretmesiyle birlikte uzaya ilgi duymaya başlar. İlgisi onu 2,6 milyon yıl öncesinden 12 bin yıl öncesine kadar süren Paleolitik Çağa götürür. Bu dönemde diğer insansılardan ayrılan farklı insan türleri ortaya çıkar. Bu süreç yaklaşık 2 milyon 300 bin yıl önce Afrika’da Homo habilis’in (yetenekli insan) türeyişiyle başlamış ve yaklaşık 200 bin yıl önce kendi türümüz olan Homo sapiens’in ortaya çıkışıyla sona ermiştir. Türümüzün ortaya çıkışından 130 bin yıl sonra farklı düşünmeye başlayarak, insanlığın hikâyesinde bir kırılma noktası yaratılır. Homo sapiens ile beyinlerimizin çalışması birbiriyle örtüşür. Onlar da bizler gibi meraklıdır. Ancak bizim sahip olduğumuz bilgi dağarcığından yoksundur. 40 bin yıl kadar önce beş milyonluk insan nüfusu Afrika’dan tüm dünyaya yayılır. 50 bin yıl öncesinden 10 bin yıl öncesine kadar uzanan bu dönemi arkeologlar Üst Paleolitik Çağ olarak adlandırır.


Sanat bu dönemde ortaya çıkar. Bilinen en eski eserler Almanya’da Schelklingen yakınlarındaki Hohle Fels Mağarası’nda bulunur. Marshack’ın asıl ilgisini çeken ise eski bir Kongo köyü olan Ishango harabelerinde bulunan bir babun kemiğidir. Kemiğin üzerindeki çentikler bizi, insanın gökyüzü ile kurduğu en eski ilişkiye götürür.


Homo sapiens ile benzerliğimiz sadece beynimizin gücü ile sınırlı değil. Duygu seviyelerimiz de büyük benzerlik kaydediyor. İlk insanların gökyüzüne odaklanma sebepleri, çeşitli sosyal statü belirleyici kutlamalarını gerçekleştirecekleri gündönümlerini tespit etmek içindi. Kutlamalarını mağaralarda yaparlardı. 1940 senesinde Marcel Ravidat isimli genç bir Fransız Dordogne bölgesindeki Montignac köyü çevresinde Lascaux mağaralarını donatan figürler keşfetti. 17 bin yıl önce yapıldığı ortaya çıkan bu figürlerin de gökyüzünde insanların dikkatini çeken hareketlerle yakından alakalı olduğu saptandı.


Göksel olayların yansıtıcısı tarihi mekânlar sadece bu mağaralarla sınırlı değil diyor Clark. Sahara’nın doğusunda Nübye Çölü’nün bulunduğu bölgede yer alan Nabta Playa havzası, İngiltere’de Stonehenge, Mısır’da Giza Piramitleri ve MÖ 9500 ile 9000 yılları arasına dayanan Göbekli Tepe de gökyüzündeki gizemli hareketleri izlemek, çözmek için inşa edilen anıtlar. Üstelik öyle devasa anıtlar ki, gökyüzünün gizemine kapılan insanın gücü karşısında büyülenmemek elde değil.


Gökyüzü ve Astroloji

Konu yıldızlara, gezegenlere ev sahipliği yapan gökyüzü olur da, astrolojiden bahsetmeden geçilir mi?

Babilliler MÖ 1000’lerde bir yıldız kataloğu hazırlamışlar. MUL.APIN ismine sahip bu katalogda Babillilerin gök cisimlerinin konumlarına dayalı karmaşık bir kehanet sistemi geliştirmiş olduklarını belirtiyor Clark. Gece gökyüzüne bakarken geleceğe dair de bilgi edinmek isteyen Babilliler sayesinde astroloji doğar. Gezegenleri tanrılarla bağdaştırırlar.


Astrolojinin eski dünyada yer etmesini sağlayan kişi de MS 2. yüzyılda yaşamış gökbilimci Klaudyos Batlamyus. Astrolojiyi savunan ve açıklayan eseri Tetrabiblos’a günümüzde astrolojik web sitelerinde sıklıkla atıfta bulunulur. Batlamyus kitabında “Doğadaki çoğu olay kaynağını göklerden alır,” şeklindeki açıklamasıyla, mikrokozmoz-makrokozmos inancına göre “Ne varsa âlemde, o vardır âdemde,” deyişindekine benzer bir teori sunar.


Kapitalizm ile komünizmin savaşı

Asırlardır sanattan dine, felsefeden astrolojiye, psikolojiye pek çok konuda yer bulan gökyüzünün sırları, bilimin katkısıyla evrenin bilinmezliğine karşı donanımlı hale gelen insanı cezbetmeye devam ederken, üzerinde yaşadığımız dünyanın ötesinde başka yaşam olasılıklarını araştırmaya da iter. Uzaya ilk çıkan olmak, dünyanın iki dev ülkesi için bir yarış halini alır. Stuart Clark, Amerika ile Sovyetler Birliği’nin uzay çatışmasını kapitalizm ile komünizmin savaşı olarak adlandırır.



Gökyüzündeki yıldızlar kadar zengin konu çeşitliliği

Stuart Clark’ın kurgu dışı kitabının içeriğinin tamamını bu köşede anlatmaya kalksam, yazara ve bu değerli kitaba haksızlık etmiş olurum. Metin içinde Clark’ın kaynak olarak gösterdiği linklerle farklı yazınsal ve görsel bilgilere ulaşıyorsunuz.

Clark’ın belirttiği gibi milyarlarca yıl önce, evrenin yaratılışını meydana getiren “büyük patlama” ile ortaya çıkan hidrojen ve helyum gazlarından oluşan yıldızlar gecelerimizi, hayallerimizi süsleyen gök cisimleri olmalarının yanı sıra biz insanların da maddesel oluşumunun bir parçası. Aslında insan Paleolitik Çağ’dan başlayarak gökyüzüne duyduğu merak sayesinde ve tabii bilimin, teknolojinin nimetleriyle nihayet, üzerinde yaşadığı dünyayı tanrısal bir bakış açısıyla izleme fırsatını yakaladı. Bu size de, bir yazarın tanrı anlatıcı olarak, net bir şekilde vâkıf olduğu bir meseleyi kurguya dökmesi gibi gelmiyor mu?


GECENİN IŞILTILI ÖRTÜSÜ

Stuart Clark

Çevirmen: Elif Alkan

Düşbaz Kitaplar, 2022

226 s.

Comments


bottom of page