top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Königsberg'den evrene uzanan “Saat” hâlâ çalışıyor…

Tan Doğan, Literaedebiyat için kaleme aldı: Kant 300 yaşında.

tan doğan



“Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz.Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir öznenin birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur…”

‘yârimyâr’e…


Königsberg Königsberg  

ya da Kant'ın Yaşamöyküseli 


Türkçe olarak yayımlanan başlıca ürünlerinden  -“Seçilmiş Yazılar / Remzi Kitabevi, Çev: Nejat Bozkurt, 1984”, “Arı Usun Eleştirisi / İdea Yayınları, Çev: Aziz Yardımlı, 1993”, “Prolegomena: Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe / Felsefe Kurumu Yayınları, 1996”, “Pratik Usun Eleştirisi / Say Yayınları, Çev: İsmet Zeki Eyuboğlu, 1999”, “ Fragmanlar,  Altıkırkbeş Yayınları, Çev: Oruç Aruoba, 2000”, “Immanuel Kant ve Transendental İdealizm / Alesta Yayinlari, Tuncar Tugcu,2001”, “Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı / Sarmal Yayınları, Çev: Seçkin Selvi, 2002”, “Ethica: Etik Üzerine Dersler / Pencere Yayınları, Çev: Oğuz Özügül, Yasemin Özcan, 2003” ... -  felsefesini anlamaya çalıştığımız Immanuel Kant (Cant olan soyadı, Kant olarak değiştirilir),  doğduğu yerde (Doğu Prusya, Königsberg - Kaliningrad kasabası, 22 Nisan 1724) yaşayan ve -yaşı 300 olsa da- ölen (12 Şubat 1804 Königsberg) bir Alman düşünür ve eleştirel felsefenin babası olarak bilinir.

Vebanın ve savaşların beşiğinin sallandığı bir çağda, yoksul ve dinsel törelliğin geçerli olduğu bir aile ortamında,  -üzerinde etkisi babasından çok olan annesi- Anna Regina Reuter'in (1697-1737)  ve bir saraç olan babası Johann Georg'un (1683-1746)  on bir çocuğunun dördüncüsü olarak yeryuvara gelir. (Kant 14 yaşına geldiğinde annesi,  22 yaşına geldiğindeyse babası ölür.) Söz konusu yaşam biçiminden ötürü üç kız kardeşinin hizmetçilik yapmasına içerleyen Kant, -sonradan eleştirileceği tavrı takınarak-  yaşam boyu kardeşleriyle görüşmez... 

1732-1740 tarihleri arasında  (Sıkıdüzenceli, altı günü dersle ve bir günü -pazar- ödevle geçen)  bir devlet (kilise) yatılı okulunda  eğitim ve öğretim aldıktan sonra, kunduracı olan amcasının yardımıyla  on yedi yaşındayken “Königsberg Üniversitesi”ne alınır. Öğrenim gördüğü yıllarda (Latince, Yunanca, İbranice, Latin yazını, mantık, felsefe tarihi, coğrafya, matemetik, müzik -şan dersi- dinbilim, kilise tarihi vb.) hocası Martin Knutzen’dan (1713-1751),  Gottfried Wilhelm von Leibniz  (01 Temmuz, 1646  - 14 Kasım 1716),  Isaac Newton (04 Ocak 1643 - 31 Mart 1727) ve Christian Wolf'un (1679-1754)  düşünceleri yanında fizik ve doğa felsefesi üzerine bilgi dağarcığını oluşturur. (1740'da babasının sayrılığı döneminde üniversiteden ayrılır, özel dersler verir ve 1744'te üniversiteyi tamamlar -ki bu yıl, babasının öldüğü yıldır.)  Yaşamını sürdürebilmek için dokuz yıl boyunca soyluların ve din adamlarının evlerinde özel öğretmenlik yapar... 

Doçent sınavını (“Ateş Üzerine” başlıklı teziyle) 1755'te verdikten sonra, üniversitede çeşitli alanlarda (Mantık, metafizik, doğal tanrıbilim/teoloji, fizik, fiziksel coğrafya, kimya, askeri olmak üzere)  dersleri verir.  Önceleri fizik ve gökbilim alanında yazılar yazar. (Aynı yıl “Evrensel Doğal Tarihi ve Gökler Kuramı” adlı ürünü kaleme alır (Tutumsal / ekonomik nedenlerle yayımlayamaz...). ''Duyulur ve Düşünülür Dünyanın Biçimi ve İlkeleri Üzerine'' başlıklı bilimsel incelemesiyle mantık ve metafizik profesörü unvanını alır ve mantık ve metafizik kürsüsüne atanır. 1770′den sonra David Hume (26 Nisan 1711 - 25 Ağustos 1776) ve Jean- Jacques Rousseau  (28 Haziran 1712 - 02 Temmuz 1778) etkisiyle eleştirel felsefesini geliştirir.

Yaşamı boyunca  -Profesörlük yılları da bunun içinde-  yalın, gösterişsiz bir yaşamı olan Kant, hep kiralık evlerde oturur (Hem çocukluğunda hem de Kônigsberg’in Ruslarca  kuşatıldığı zaman diliminde tanık olduğu yoksulluk görünümleri böylesi bir yaşama itmiş olabilir Kant'ı...) Tüm yaşamı okumak, araştırmak, düşünmek ve yazmakla geçen Kant, “Bir Başka Felsefe Saati” olduğu denli “Königsberg'in  Saati” olur hep...



“Königsberg'in Saati”


4.55:Yaz-kış demeden güne uyanış: (Kahvaltı yapmama...) İki finca çay ve piposunu içme ve “Örsüm” dediği masasının başında oturup yazma / ders notlarını oluşturma...                                                                                         

6.45:Ayağa kalkıp odasında dolaşma...

6.50:Şapkasını başına geçirme...

6.55:Bastonunu eline alıp odasında dolaştıktan sonra kapısının önüne çıkma ve arabasına binip üniversiteye yol alma...

7.00:Derslerine başlama...

9.00:Okuldaki çalışma odasına girme...

9:00-12.45:Odasında çalışma ve çalışmasının sonunda bir kadeh şarap içme...

12.45:(En az üç, en fazla dokuz konukla birlikte) öğle yemeği yeme... (Gün boyunca yediği tek tam öğün...)

14.00-16.00:Öğle yemeğinden sonra: Linden  Allee üzerinde köpeğiyle yürüyüşe çıkma...

16.00-18.00:Evde okuma, düşünme... 

18.00-19.45:Ertesi günkü derslerinin konu taslağını oluşturma... (Akşam yemeği yerine zaman zaman çay içme...)

19-45-22.00: Genel çalışma/düşünme...

22.00: Uyuma...


(Yaşamı çoğun böyledir... -Kasabada bilardo ve kağıt oyunları oynadığı da olur.-  Tüm kasabalıların zamanı Kant'a göre düzenlediği, daha doğrusu “Königsberg'in Saati” olarak gördüğü Kant, yaşamı boyunca iki kez bu düzenin dışına çıkar: İlki Rousseau’nun yeni çıkan bir kitabını bir an önce almak için!!!  İkincisi Fransız Devrimi’ni öğrenmek için!!!)



Kant da Ölür...


Yoksulluk yılları, “Zaman”ı altın bilme zamanları, kılı kırk yararak soluk alma çağları ve...

Son yıllarında belleği onu yalnız bırakır... Ağır baş ağrısı çeker... Gözleri görme yetisini yitirir...  Bedeni  -Yemek yerken bile-  sıkça kasılır...  Tüm hareketlerinde  güçlük çeker... Uzun yürüyüşler biter... Gecelerini, sıkça ve yoğun bir biçimde,  karabasanlar sarar... Ünlü beresi uyuklamalarında mumlarla tututşur (Bundan ötürü su dolu bir sürahi başucundadır.)...  Sandalyesinden düşer... Ve yatağa bağımlı kalır... Derken, 12 Şubat 1804'te -doğduğu yerde-, kısa boylu, bastonlu, saçı kurdeleli “Königsberg'in Saati” için çalar Köngsberg’deki tüm kiliselerin çanları, nice mumlar arasında...


 

Kant'tan Birkaç Söz


“Königsberg'in Saati”, “Yalın Usun” ardına düşerken nice söz söylemeyi de dışlamaz. Şimdi Kant'tan birkaç söze yer verme zamanı:

      “ *Aydınlanma, kişinin kendi usunu kullanma yürekliliğidir.

         *Usumda merak, kuşku ve saygı uyandıran iki şey vardır: Üzerimde yıldız gibi parlayan cennet ve içimdeki ahlak yasası.

         *Bilgi deneyle başlar ne var ki deneyden doğmaz.

        *Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz.         Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey yalnızca olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle (objeyle) asla bilemeyeceğimiz bir süjenin (benin / öznenin) birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur.

         *Başkalarını, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için, araç olarak görme.

         *Böcek olmayı evetleyenler, ayaklar altında kalıp ezilmekten yakınmamalıdır.

         *İnaklar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin usa uygun kullanılışının ya da daha           doğru bir deyişle, kötüye kullanılmasının bu düzeneksel / mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayakbağı olurlar.

        *Her ne kadar inanmasam da, bir Tanrı'nın varlığını onaylamak gerekir.

        *İnsanın yaratıldığı böyle yamuk odundan düzgün hiçbir şey yapılamaz.

        *İnsanlar ışığı görmez, ışıkla görür.

        *İnanca yer açmak için bilgiyi bir kenara bıraktım...”



“Yalın Usun Eleştirisi”


Bunca sözden sonra, sorular bağlamında Kant'la yolculuğumuzu sürdürelim: Temel / ana soru şu: Deneyimden (Empirik / Deneysel bilgiden) öte anlak / zeka, anlama gücüyle / zihinle neyi bilebilir? Bunu destekleyen soruysa bu: Us / akıl, deneyimdem bağımsız, özgür olarak bilgiye ulaşabilir mi? Saltık / mutlak bilgiye yalın / arı usla ulaşılıp-ulaşılmayacağıdır Kant'ın bu bağlamdaki çalışma / ilgi alanı... 

İmdi, Kant'ın “Yalın Usun Eleştiri”yle (Betik / kitap 1781'de basılmış olup, Immanuel Kant'ın en önemli ürünleri arasında yer almaktadır.) ilgili düşüncelerinin harmanını bir solukta sunmalı şimdi:

(...) “Tüm bilgimizin deneyimle başlamasına karşın, bundan tümünün de deneyimden doğduğu sonucu çıkmaz. (...) Deneyimden ve giderek tüm duyu izlenimlerinden bağımsız bir bilgi var mı? Bu tür bilgi a priori (önsel / deneyden bağımsız) olarak adlandırılır ve kaynağını a posteriori (sondal / deneye dayalı) deneyimde bulan görgül (deneysel) bilgiden ayırdedilir. (...) A priori bilgiler görgül hiçbir şeyle karışmamış oldukları zaman yalın (arı / saf) olarak adlandırılırlar. (...) Zorunluğuyla düşünülen bir önerme varsa, bu bir a priori yargıdır. (...) Başka bir önermeden türetilmemişse, o zaman saltık olarak a prioridir. (...) Zorunlu ve sağın (yanılgısız / konusuna uygun / hakikî) evrensellik böylece bir a priori bilginin güvenilir ayırmaçlarıdır. (...) Yalın usun (...) kaçınılmaz sorunları Tanrı, Özgürlük ve Ölümsüzlüktür. (...) Bunların çözümüne yönelik bilimse Metafizik (Fiziköte / Doğaöte) olarak adlandırılır, bunun yöntemi başlangıçta inakçıdır (Dogmatiktir) (...) Anlağın  tüm bu a priori bilgilere nasıl ulaşabileceği ve bunların hangi alan, geçerlilik ve değerde olabilecekleri sorusu getirilmelidir. (...) Deneyim yargıları (...) sentetiktir (bireşimseldir.) (...) 'Bir cisim uzamlıdır (mekân / cismin uzayda kapladığı yer)' önermesi a priori 'açık seçik' bir önermedir, bir deneyim yargısı değil. (...) A priori kurgul bilgimizin bütün bir son amacı böyle sentetik, genişletici temel ilkeler üzerine dayanır; çünkü analitik (çözümsel) yargılar (...) geniş bir sentez için gerekli kavramsal duruluğa ulaşmak için böyledir. (...) A priori sentetik yargılar yoluyla öylesine uzaklara açılırız ki, deneyimin kendisi artık bizi izlemez olur, örneğin Dünya'nın bir ilk başlangıcı olmalıdır önermesinde olduğu gibi. Böylece metafizik en azından ereğine göre yalın (arı) a priori sentetik yargılardan oluşur. (...) Metafizik her zaman olmuştur ve her zaman olmayı sürdürecektir. (...) 'Evrenin bir başlangıcı var mıdır, yoksa sonsuzdan beri mi vardır?'  (...) Bu bilim (...) çokluktaki nesnelerle değil ama yalnızca kendisiyle (...), kendi  doğası tarafından dayatılan sorularla ilgilenir. (...) Tüm dalları kesilse bile kökleri sökülemeyecek (...)  Us a priori bilginin ilkelerini sağlayan yetidir. Yalın us yetisinin kendisinin Eleştirisidir. Aşkınsal (Transandantal) Felsefe bir bilimin ideasıdır (ülküsüdür.) (...) Aşkınsal Felsefe yalın usun tüm ilkelerinin dizgesidir. (...) Aşkınsal Felsefe arı ve yalnızca kurgul (spekülatif)  usun bir felsefesidir.  (...) İnsan bilgisinin (...) tek bir kaynaktan doğan iki kökü vardır           - duyarlık ve anlak. Bunlaran ilki yoluyla nesneler bize verilir, ikincisi yoluylaysa düşünülürler. (...) Kendini duyum yoluyla nesneyle ilişkilendiren sezgiye görgül denir. Görgül bir sezginin belirlenmemiş nesnesine görüngü denir. (...) Tüm görüngünün  özdeği (maddesi) yalnızca a posteriori verilse de, biçimi tüm duyumlar için anlıkta a priori hazır yatıyor olmalı. (...) İçlerinde duyuma ait hiçbir şey bulunmayan tasarımlara Yalın (arı) -aşkınsal anlamda- diyorum. (...) Yalın duyarlığın bu biçiminin kendisine sezgi de denilebilir. (...) A priori duyarlığın tüm ilkelerinin bir bilimine Aşkınsal Estetik (Güzelduyu) diyorum. (...) İki yalın duyusal sezgi biçimi (...), eşdeyişle Uzay ve Zaman (...) Zaman dışsal olarak sezilemez, tıpkı uzayın içimizdeki bir şey olarak sezilememesi gibi. (...) Uzay tüm dış sezgilerin temelinde yatan zorunlu bir a priori tasarımdır. (...) Bir yalın sezgidir.) (...) Önsel olarak birdir. (...) Kökensel uzay tasarımı a priori sezgidir, kavram değil. (...) Zaman herhangi bir deneyimdem türetilmiş görgül bir kavram değildir. (...) Tüm sezgilerin temelinde yatan zorunlu bir tasarımdır. (...) Zaman öyleyse a priori verilidir. (...) Evrensel bir kavram değil, ama arı bir duyusal sezgi biçimidir. (...) İç duyunun kendi kendimizin ve iç durumumuzun sezgisinin biçiminden başka bir şey değildir. (...) ”



Yine Sorular, Yine Kant ve..


Bir tanımlama denemesine göre 'Felsefe, soru sormaktır.' 'İyi-güzel-doğru yanıt için,   iyi-güzel-doğru soru sormak gerekir' denir. Kant'ın sorduğu soruların iyi (törel / ahlaksal / etik), güzel (güzelduyusal / estetik) ve 'doğru (mantıksal) olduğunu 'usumuzca' evetlemekteyiz / onaylamaktayız -sanırız... 

Birkaç soru daha: Kendimizi ve kendi usumuzu seçmediğimize göre, usumuzda böylesi sorular var da, biz mi dışlaştırıyoruz / dışa çıkartıyoruz? 'Deneyim'i 'Töz'ü (Cevheri)  -ve 'Öz'ü (Kökeni / Kökü)- ne? Yeryuvara bırakılmışlığımızın sonucunda edindiğimiz deneyimlerle mi 'Bilgi'ye ulaşmaktayız? Tüm deneyimlerin dışında 'Us' nedir ve 'Özgür' -'Öznel' ve Özgün'-  müdür? 'Yalın Us'tan söz açmak olası mıdır? Anlak'la 'Açık-Seçik', 'Saltık' bir bilgi edinebilir miyiz? 

Kant'tan yola çıkarak, seçmediğimiz  'Zaman ve Uzam' içinde, ister önsel isterse sonsal olsun, 'Bilgi'nin -tüm bilgilerin-  ya da hangi bilginin bize / 'İnsan'a ait olduğu sorusu başlıbaşına bir 'Sorunsal' (Problematk.)

Kant'ı okumadan / irdelemeden “Yalın Usun Eleştirisi”ni anlamaya çabalamadan önce ve sonra -şimdilerde de- ana neden / ilk neden / arkhe sorunsalı üzerinde düşünüp, dahası “Yaşamanın, yaşamın, yeryuvarın, evrenin anlamı”na ilişkin düşünmelerimiz olmuştur. Önsel / a priori ve sonsal / a posteriori kavramlarını, sözünü açtığımız düşün(ler) bağlamında ele aldığımızda, yine “Saltık / Mutlak” bir vargıya ulaşmanın güçlüğüyle de karşılaşmışızdır. Ne ülküsellik / idealizm ne de özdekçilik / materyalizm (öteki düşünler de) 'açık-seçik' bir sonuca ulaşamamakta “Ana Neden”i saptamakta sanırız. Salt / yalnızca “Yalın Us”la   -ki ekin, deneyim, yaşantılar, bilgi birikimi / dağarcığı; bilimsel, düşüngüsel, siyasal, tutumbilimsel, toplumsal, ulusal, evrensel, törel / ethik, güzelduyusal / estetik, mantıksal değerler gibi kavramlarla bezenmiş olmasına karşın, “İnsan”ın anlağının sınırlılığınca (dahası sığlığınca, alırlığının / kapasitesinin yetersizliğince) ne denli uslamlama yapsa da- “Ana Neden”, “Anlam”, “Varlık” (Varlıkbilimsel / Ontolojik ya da “Yalın Yaşam”ca) benzeri olgulara / sorunsallara saltık bir açıklama getirmesinin / getirilmesinin çokça olasılığı söz konusu değil -sanki... “İnsan”ın  -“Varoluşsal” olarak da-  kendini “Yaratma”sı söz konusu olmadığından -olamadığından!-, “Us”a dayalı varsayımlarla bir yalandan bir başka yalana “Gerçek” diye yol alır gibi yapıyoruz; saltık olana ulaşamayacağımızı -en azından şimdilerde- bile bile... Yine de usanmadan “Uslamlamalar”ı sürdürüyor  “İnsan” zaman ve uzamda sonsuzcasına ve de umutla... İşte bunun adı “Felsefe” / “Bilgi Sevgisi”, arayışı, beklentisi; “Yolda Oluş”; başı ve sonu (doruğu-dibi) görmese de, yürüyüşü, yürüyüşü, yürüyüşü...  Belki de “Her şey”  bir avuntu üzre / içre  “Çırpınışlar...”   “Bir “Anlam” arayışı, “Bir Neden Bulma” çabası; “Bir Sevda Türküsü” dillemesi, “Bir Umutsuzluğun Umudu” şiiri, “Bir Yitik Resim” tablosu / çerçevesi, “Bir Traji-Komik (Üzünç-Gülünç) Tiyatro Oyunu” sanısı / 'doxa'sı, “Bir Eksik ve Esrik Roman” alıntısı, “Bir En Kısa Öykü” çalışması / denemesi; evrenlerden bir evrende, “Yeryuvar / Dünya” denen yerde, “İnsanın Sığ-Sınırlı Ussal Gebeliği-Ebeliği” oyunu... Belki de “Her şey” “Hiçbir şey”de de, bize “Bir şey” gibi geliyor / görünüyor... Kim bilir? (Kant mı?!...)

bottom of page