top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Küçükbey

Burak Soyer, modern Japon edebiyatı yazarları denince ilk akla gelenlerden, Natsume Söseki'nin 1906'da kaleme aldığı Küçükbey kitabını LiteraEdebiyat için değerlendirdi.


Burak Soyer


Natsume Söseki’nin yazdığı Küçükbey kitabı, modern Japon romanının doğuşunu haber veren bir eser olması haricinde, hem Japonya’nın batılılaşma-modernleşme adımlarına bir karakter üzerinden taşlama yaparken günümüzde hala devam eden ‘şehirli insan’ konusunu da yüz yıl önce ele almasıyla önem taşıyor.


Modern Japon romanı mevzu bahis ise Natsume Söseki’yi ilk sıraya yazmak asgari bir gereklilik olmalı. Siyasetbilimci Kang – Sang jung’un söylediği gibi, “Natsume Söseki bugün yüz yüze geldiğimiz sorunları yıllar önce tahmin etmişti, geleceğe dair öngörüleri onu önümüzdeki yıllarda daha da ünlü bir edebiyatçı haline getirecek.” Öyle de oldu.



9 Şubat 1867 yılında –o zamanki adı Edo- Tokyo’da doğan Natsume Söseski’nin kendisini istemeyen ailesi tarafından başka bir aileye evlatlık olarak verilmiş. Ancak 9 yaşındayken onu evlat edinen aile ölünce mecburen ‘baba ocağı’na dönmek zorunda kalmış. Okulda bir yandan Çince ve İngilizce öğrenirken bu dillerin edebiyatına da merak salmış ve 15 yaşındayken yazar olacağını ilan etmiş. Ailesinin buna karşı çıkmasıyla üniversitede mimarlık eğitimine başlamış. 21 yaşına geldiğinde şair Masaoka Shiki’den geleneksel Japon şiir türlerinden haiku öğrenmiş ve Söseki (Çincede ‘inatçı’ anlamına geliyor) mahlasıyla haiku yazmaya başlamış. 1890 yılında İngiliz Edebiyatı’na başlamış. Hükümet tarafından İngiliz Edebiyatı araştırmaları için Londra’ya gönderilmiş ancak Söseki’nin psikolojik sorunları baş göstermiş ve yazar iki yıl aradan sonra tekrar ülkesine geri dönerek bir süre geleneksel Japon şiirleri yazmaya devam etmiş. 1905 yılında ilk romanı Ben Bir Kediyim ile edebiyat ortamına hafif bir giriş yapmış. Ertesi yıl yayınlanan Küçükbey’le ise ‘geleceğin romanı’nın imzasını atmış.


“Ailemden miras aldığım pervasız tabiatın yüzünden çocukluk dönemimde zarar ve ziyandan başka bir şey yoktu,” diye başlıyor Küçükbey romanı. İleride işadamı olacağını söyleyerek daha o yaşta geleceğine yatırım yapan abisinin aksine isimsiz ‘küçük bey’in o yaşlarda yaptıkları da pervasızlığını doğruluyor: Okulun ikinci katından aşağı atlayıp kıçını çıkarıyor, “Kesmez” diye gaza getirdikleri bıçakla parmağını kesiyor, tarlaları harap ediyor, su borularını tıkıyor… Tüm bunların sonucunda da haliyle evde ailesi tarafından istenmeyen adam ilan ediliyor. Babası, “Bu çocuk asla adam olmayacak,” diyor, annesi, “Yüzünü bile görmek istemiyorum,” aşağılamasıyla onu yalnızlığına itiyor. Sonunda da babası Küçükbey’i evlatlıktan reddetme safhasına kadar geliyor ancak evin hizmetçisi ve Küçükbey’in hayatında en değer verdiği insan olacak Kiyo yalvarınca babası da bu fikrinden vazgeçiyor. Bu satırları okurken Söseki’nin –her ne kadar elimizde somut bilgi olmasa da- ailesi tarafından istenmeyerek evlatlık verilmesi hakkında fikir yürütmek mümkün gibi görünüyor.


Önce annesini ardından babasını kaybeden Küçükbey’in abisi ev, bark ne varsa satıp kardeşine bir miktar para bıraktıktan sonra ortadan kayboluyor. Küçükbey de bu parayla üç yıl daha eğitimine devam ederek matematik öğretmeni olarak mezun olduktan sonra çok düşük bir meblağ karşılığında taşradaki bir okula gidiyor.


Okulun ilk gününde müdürden, “Elinden gelenin en iyisini yapmalısın,” emrini alan Küçükbey, kabul evrakını diğer öğretmenlere gösterip onlarla tanışmak için öğretmenler odasına giriyor. Burada mesai arkadaşlarıyla ilk karşılaşması hafif bir merasim havasında geçiyor ve biz de ilerleyen sayfalarda kendini bir “Tokyo adamı” olarak adlandıran Küçükbey’in neden bu tamlamayı yaptığına dair ipuçlarını ve taşraya karşı düşüncelerini bu ‘törende’ öğreniyoruz.


Küçükbey hiçbir öğretmeni beğenmiyor, dış görünüşlerinden yargılama yapıyor ve bazılarına kafadan birer lakap takarak kendi zihninde onların yerini ‘sağlamlaştırıyor’. Küçükbey’in öğrencilere karşı takınacağı tavır da öğretmenlerinkinden farklı olmuyor. İlk dersten itibaren onlara karşı kendi deyimiyle bir “ürperti” duyuyor. “Çok hızlı gidiyorsunuz, anlayamıyorum. Biraz daha yavaş anlatabilir misiniz? Geride kalıyorum,” diyen öğrenciye, “Aşırı hızlıysam yavaşlayabilirim ama ben Tokyoluyum. Sizin şivenizi kullanamam. Anlamıyorsanız, alışmaya çalışmak zorundasınız,” cevabını veriyor. Ve kısa süre içinde de okuldan nefret etmeye başladığına karar veriyor.


Öğretmenimiz okuldan arta kalan zamanlarında genelde yemek yemek için kasabayı dolaşıyor. Bir akşam girdiği bir lokantada hafif bir balık ve sebze kızartması tempurayı görüp bir tane ısmarlıyor. Ertesi gün okula gittiğinde, girdiği sınıftaki tahtada “Tempura Öğretmen” yazısını görüyor. Durumun saçmalığından dolayı öğrencilere, “Tempura yemek komik mi?” diye soruyor ve karşılığında, “Dört kase çok ama,” cevabını alıyor. Öğrencilerle devamı gelecek olan kapışmanın fitili burada ateşleniyor. Küçükbey’in attığı her adımdan öğrencilerin bir şekilde haberi oluyor ve onlar da öğretmenleriyle makara yapmak için tahtaya onu küçümseyecek şeyler yazıyor. İşi biraz daha ileriye götürüp yatağına çekirge koyuyorlar. Küçükbey, ‘büyükşehir beyefendiliği’ böyle ayaklar altın alındığı için sinire kesiyor ve bu çekirge olayından sonra öğrencileri müdüre şikayet ediyor. Öğrencilere ceza verilmesi için bir kurul toplantısı yapıyor ve müdür ve öğretmenler Küçükbey’i şaşırtacak bir karara imza atıyor. Küçükbey bunları sindirip yaşamına devam etmeye çalışırken mecburen diğer öğretmenlerle de vakit geçirmeye başlıyor. Onlarla balığa çıkıyor, veda partilerine katılıyor. Ancak tüm bu ortamlardaki tavrı yine “Tokyo adamlığı”na halel getirmeyecek şekilde oluyor.


1904’te başlayan ve 1905’te Japonya’nın Rusya’nın doğudaki yayılma politikasına karşı başlayan savaş Japonya’nın üstünlüğüyle sona erince kasabada da bir merasim düzenleniyor. Küçükbey burada öğrenciler arasında çıkan bir kavgayı ayırmak için olaya müdahil oluyor ve sağlam bir dayak yiyor. Küçükbey, olayın aslını çözünce bir katakulliye getirilip tufaya düştüğünü anlıyor ve bu onun için son damla oluyor. İyice sinire kesen Küçükbey, okuldaki tek öğretmen arkadaşı Okukirpi’yle onu tongaya bastıran öğretmeni geyşalarla yakalamak için plan yapıyor ve intikamını bir şekilde alıyor.


Söseki’nin yarattığı Küçükbey karakteri, romanda ısrarla yaptığı Tokyo-kasaba kıyaslamaları, kendini “Tokyo Adamı” olarak görmesi, kasabada maruz kaldığı, onu küçük düşürecek eylemlerin “Taşra insanına bu yakışır” şeklinde ‘büyükşehirli penceresi’nden değerlendirmesiyle, kitabın yazıldığı dönem göz önünde bulundurulduğunda Japonya’nın batılılaşma adımlarına bir gönderme olarak okunabiliyor. Ayrıca girizgahta Kang – Sang jung’tan yaptığım, “Bugün yüz yüze geldiğimiz sorunları yıllar önce tahmin etmişti,” alıntısı da kitabın güncelliği ve hala bu kadar okunuyor olmasına dair de işaretler veriyor.


KÜÇÜKBEY

Natsume Söseki

Maya Kitap, 2021

Çeviri: Esmanur Yiğit

160 s.



bottom of page