top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Tinçözümlemesini ‘bilinçdışı’na yükseltgeyen adam: Lacan

tan doğan, Jacques-Marie Emile Lacan üzerine yazdı: “İnsan”ın yaşamın ayırdında olmadığı, bilinç düzleminde seçici kararlar veremediği evrede, ekinsel değerlerle toplum yaptırımlar ve yasaklar etkin olduğundan, eşdeyişle, dirimsel varlıktan düşünsel varlığa dönüşemeden önce, “birey-özne”, ekinsel bir düzgüyle/kodla belirlenmiştir konumundadır. 



“Gerçekçi ol, olanaksızı iste…”

_____________________________


“Gerçeğim”e…


Jacques-Marie Emile Lacan


Fransa’nın başkenti Paris’te doğmuş (13 Nisan 1901) olan ve tam adı Jacques-Marie Emile Lacan olmasına karşın, özce “Lacan” diye bilinen ünlü tinçözümcüsü, doğumundan tam seksen yıl sonra, yine doğduğu kentte ölür (9 Eylül 1981.) 


Sağlıkbilim eğitimi ve öğreniminin ardından, “Kişilikle İlişkileri Açısından Paranoyak Psikoz” başlıklı doktora teziyle tinçözümcüsü ünvanını alır (1932.) Bir yazın dergisinde, Sartre, Asturias, Queneau ve Nizan’la birlikte yazı ve şiirleri yayınlanır (1933.)


‘Kuramsal-düşünsel-dilsel bir yol haritası’ oluşturur; Freud’u ve tinçözümünü yeniden yapılandırmaya soyunur. Eşdeyişle -ve yalın bir söylemle-, Freud'un tinçözümü öğretisini, sorgusal ve eleştirel bir yöntem doğrultusunda, özgün bir biçemle yeniden yorumlar ve “tinçözümlemesi, bilinçdışının bilimi”dir demekle yetinmez, “varoluşun sorunları, dil ve bilinçdışıdır” (…)“bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır” da der… Söz konusu olguya Althusser, "Lacan, dilsel gösterge ile tinçözümünün simgesi'ni aynı şeyler olarak düşünmektedir" demekle, Lacan’ın ‘Freud’u doğru okumak’la yetinmeyip, ‘dilsel bir açılım/anlatım’a da uzandığının imini bize vermektedir. (Bu bağlamda, ‘Amerikalı Freud Yorumcuları’ diye anabileceğimiz Karen Horney, Sullivan ve Erich Fromm’un bozuntucu yorumlarına katılmayarak, Freud'un tinçözümleme öğretisini ‘dilsel bir yapı’ doğrultusunda irdeleme uğraşını/savaşımını verdiğini imlemek gerekir.) 


Yazıları denli söylevleriyle de ilgi çeken Lacan, öğrencileri denli çağının aydınlarını da köklü bir biçimde etkilemeyi bilir. Yankılanan söylevleri, konuşmaları, topluçalışımları “Ecole Pratique Des Hautes Etudes”, Ecole Normal Superieure” ve “Saint-Anne Sayrıevi”nden dünyaya uzanır.  Önemli olduğu denli güç anlaşılır olan ürünü “Yazılar”, aydınların gözde betiği olur (1966.)


“Yapılsalcılık”tan öte, “yapısökümcülük” içre yolculanırken, oluşturduğu ‘dilbilim-insanbilim-düşünbilim-davranışbilim kare ası’nın harmanlanmasını sağlayan tinçözümsel yöntemini geliştirir. Ne var ki onu ve yöntemini ‘ana çizgileriyle anlamak’ söz konusu olsa da, ‘yazar’ kimliğiyle, anlatılarının karmaşık, dolambaçlı, eğretilemeli, çetrefil söz oyunlarıyla sarmalanmış ve göndermelerle donantılmış bir ‘dil’ ve ‘biçem’le kurgulanması da, beraberinde bir ‘güç anlama’yı da getirir.


Tinçözümlemesi Bağlamında Lacan

Freud’da “Benlik” bağlamında incelenen “bilinç” ve “bilinçdışı” olguları, “Bilgi Felsefesi” tartışmalarınca irdelendi hep.  “Olguculuk”la örtüşmeyen  “Tinçözümlemesi”, 20. yüzyılın da en önemli sorunsalı olarak imlendi. Bu bağlamda Lacan’ın Freud’u anlama uğraşı, azımsanamaz bir gerçeklik olarak, “tinçözümnlemesinin tarihi”ne kazındı. Lacan, “altben-ben-üstben” sacayağından öte, “bilinçdışı”nın konumu, yapısı, oluşumu ve işlevi doğrultusunda Freud’la bir göbek bağı kurmayı amaçladı çoğun. Ona göre tinçözümlemesi, “bilinçdışının bilimi” olduğundan, “deneycilik”le “olguculuk” arasında kurduğu ilinti değer kazanmaktadır. (Althusser’e göre Lacan’ın bu yaklaşımı, -başkaca bir düzlemde tinçözümlemesini derinlemesine kavramak ve yeniden, dahası daha doğru bir biçimde değerlendirilmek adına- “Freud’a dönüş hareketi”dir.) Tinçözümlemesi için ne “Dirimbilim” ne de “toplumbilim”, temele konulabilecek yöntem ve kavramları bir başına sunamaz Lacan’a göre. Salt tinbilim, kuramsal alt yapı için yetkedir ve yeterli olmalıdır. Kökleşik tinçözümlemesi anlayışını yadsıması ve örnek olarak aldığı “Yapısalcı Dilbilim”e yönelmesi de, tam bu zaman dilimine denk düşer. Lacan’ın Freud’u yeniden okumasıysa, onun “karşı-tinbilimci/davranışbilimci” diye adlandırılmasına da neden olur.


“Bilinçdışı” - “Dil” Bağı


Lacan’a göre “bilinçdışı”nın yapılanması, kendine özgü bir yapıyı barındıran, dışsal bir gönderimi olmayan ve bir “göstergeler dizgesi” olan “dil” denlidir. Eşdeyişle, “bilinçdışı”nın da “dil” denli dış dünyayla öznel bir bağı söz konusu değildir. (Bu durumu Althusser, “Lacan, dilsel gösterge ile tinçözümlemesinin simgesini aynı şeyler olarak düşünmektedir"diye imler.)


“İnsan”ın yaşamın ayırdında olmadığı, bilinç düzleminde seçici kararlar veremediği evrede,

ekinsel değerlerle toplum yaptırımlar ve yasaklar etkin olduğundan, eşdeyişle, dirimsel varlıktan düşünsel varlığa dönüşemeden önce, “birey-özne”, ekinsel bir düzgüyle/kodla belirlenmiştir konumundadır. 


“Özne” - “Dil” Bağı


Simgesel olarak imlenen “dil” bir “gösteren”dir Lacan’a göre. “Simge düzeni”ndedir artık “Özne” -eşdeyişle “birey”. “Dil”se bir düzenleyicidir, “Özne”nin hem “özne”yle hem de “gerçeklik”le hem de “ötekiler”le bağını kuran…  Bu da, “dil”ce -dolayımınca- “ekin”e -“kültür”e-, “bilinçdışı”na ve “öznel”liğe giriş demektir. “Ekin”e girişse, “aile” ortamında, “Oidipus Karmaşası”na koşut bir evrede gerçekleşir. “Aile”, “ekin”in ve “birey”in özdeksel olarak da simgesel düzenleyicisi konumundadır artık. Öte yandan Lacan, bilinçdışının oluşumunu dilsel bir süreçte irdelerken, düşüngünün -ideolojinin- yeniden düşünülme biçemine de bir yeni pencere aralar (ki bu olgudan, “düşüngü kuramı” çalışmalarında, Althusser oldukça yararlanmıştır. Levi-Strauss’un “yapısalcı insanbilim” çalışmalarında da,”özne”den yola çıkmak koşuluyla gerçekleştirilen, bir  “dil-ekin bağı” söz konusudur.) 


“Çocuk” - “Baba” Bağı ya da “Oidipus Karmaşası/Yasası”


Freud’un “Oidipus Karmaşası”nın izi sürerken, söz konusu olguyu, “ekin” ve insan” bağlamında -‘Oidipus olmadan, ne ekin olur ne de uygarlık’ söylemince- bir zorunlu süreç olarak görür Lacan. “Oidipus Karmaşası”nı doğal değil, “simgesel bir karmaşa” olarak irdeler ve gerçek babadan daha çok “simgesel baba”nın işlevini vurgular ki, ona göre “çocuk”, ekinsel konumunu “simgesel baba”yı, eşdeyişle “Babanın Adı”nı tanımakla edinir. Bütünsel gerçeklikten simgesel gerçekliğe uzanan insan yavrusu ya da “çocuk”, kendi gerçekliğiyle gerçek gerçeklik/gerçeklik düşünü arasında bir kopma yaşar “insan olma”ya yolculanırken… 

Özünde simgesel olan “Oidipus Yasası”, ekinsel düzenin simgeleriyle düşünen “çocuk”ta bir “yabancılaşma”nın, -dolayımsız “anne-çocuk ilişkisi”nin ötesinde- çevresine ilişkin dolayımlı bir bakış aralığının -“üçüncü öğe” olarak- simgeselliği oluşur, bu da, “öteki”nden kendini ayrı kılma olanağını yaratan bir yasayla ya da “Baba Adı”yla varlık kazanır ki, -cinsel değil- simgesel Fallus’a iye olma yetkesi anlamını taşır. “Çocuk”, “ekin”in ve “dil”in yeryuvarına söz konusu “Baba Adı”yla “özne” olarak katılır (Bu bağlamda anımsamak gerekir ki, “Hadım Edilme Korkusu” diye adlandırılan olgu da, simgesel bir süreçtir.)

Ayrıca Lacan, -önceden imlendiği denli- “simgesel düzen”e “ekin” ve “dil”in dolayımıyla katılmanın, “bilinçdışı” ve “birey-özne” bağının kurulmasıyla ilintili olduğunu vurgular. “Oidipus Yasası”, doğal olan “anne-çocuk ilişkisi”ni yasaklayıp, “Baba Adı”yla bir simgesel biçimde,  bu doğal bilinçdışı arzuya bir başka yer sağlar. “Çocuk”un ekinsel ve toplumsal biçimleri edinmesi ve “birey” olması da, bu köktenci bastırmayla gerçekleşmiş olur.


“İmge”, “Simge” ve “Gerçeklik”


Dirimbilimsel/biyolojik varlıktan “Kültürel Özne” ya da “birey” olma yolculuğunda“ben”in “ego”nun-, imgesel alanda yer aldığını vurgular Lacan. Doğal olandan kopuk olan bu evre, simgeselliğin -“ekinsel düzen”in- imgesellik üzerinde etkin olmasıyla, eşdeyişle, “Baba Adı”nın devreye girmesiyle bastırılır ki, “bilinçdışı” da burada ortaya çıkar. Simgeselin ötesinde kalan “gerçeklik”, “bilinçdışı arzu”yla bir bağ kuramadığından, “arzu”nun da ulaşılmaz ve tamamlanamaz olan ve kökensel bastırmadan kaynaklanan bir eksiklik yeri olarak belirlenmesi söz konusudur.

Lacan’a göre “içgüdüler”, doğuştan gelen dirimbilimsel gereksinimler olup, önce annenin doyurması, sonra da simgesel yasayla cinsel kimliğe dönüşmesi sürecini yaşar ki, bu da “bilinçdışı arzular” olarak yer edinir. Ne var ki, dirimbilimsellikten ekinselliğe dönüşmek de söz konusudur.



“Son Söz” Yerine…


Freud’un tinçözümünü anlayıp, yeni bir söylemle yapılandıran, varoluşun sorunlarını, dil ve bilinçdışında arayıp, “dilbilim-insanbilim-düşünbilim-davranışbilim” birlikteliği bağlamında yeryuvarımıza kuramsal-düşünsel-dilsel bir yol haritası çıkarmanın uğraşını veren, “bilinçdışı” ve “özne”nin “dil” ve “ekin” bağını kuran, “insan”ın dipsiz kuyularına yüreği ve usuyla inmeye yaşamını adayan Lacan’ın sözü, “insanlık” var olduğu sürece kulaklarımızda ve tinimizde yankılanacak hep: “Gerçekçi ol, olanaksızı iste…

Comentários


bottom of page