top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Lady Sapiens ve düşündürdükleri

"Toplumu maddi açıdan ayakta tutan asli kaynakların sürekli olarak kadınlarca üretilmesine rağmen erkeklerin nasıl olup da ‘ideolojik fayda’ kaynaklarını istismar ettikleri üzerine odaklanabilseydi daha etkili sonuçlara ulaşabilir miydi?"

Töre Sivrioğlu bu ay son zamanlardan yayımlanan en dikkat çekici tarih çalışmalarından biri olan "Lady Sapiens" ve düşündürdükleri üzerine yazdı.


 

Tarihöncesi insanın yaşamı halen büyük ölçüde bir muamma... İki asırlık arkeoloji, paleontololoji, prehistorya araştırmalarına rağmen belki de hep öyle kalacak. Gerçi incelemekte olduğum kitabın yazarları T.Cirotteau, J. Kerner ve E. Pincas benim gibi düşünmüyorlar. Son zamanlarda büyük aşama kaydeden genetik bilimin hassas laboratuvar analizlerinin prehistorik insanın serencamını daha iyi anlayabileceğimizi düşünmekteler. Ancak üçlünün bu konuda iyimserliği asıl olarak arkeolojinin fen bilimlerine giderek daha dayanmaya başlaması değil elbette. Zaten bu durumda bir sosyal bilimin fizik bilimine dönüşmesinin sancısından ve potansiyel tehlikelerinden söz etmeleri gerekirdi. Onları iyimser kılan asıl gelişme sosyal bilimlerde kadınların giderek daha etkin olması ve 19. yüzyılda ataerkil bir dünyada temelleri atılan ve uzun bir zaman dilimi boyunca kadın araştırmacılara kapalı olan arkeoloji, prehistorya, paleontoloji gibi disiplinlerde artık erkek egemenliğinin sona ermekte oluşu. Yazarlara göre asıl fırsat burada yatıyor. Zira kadın bilimciler erkeklerin görmedikleri veya görmek istemedikleri, üzerinde durmadıkları, küçümsedikleri ayrıntılara odaklanabilmekteler.[1]



Bu gelişme elbette önemli olmakla birlikte bilimcilerin cinsiyet dağılımı teorik arkeolojinin gelişimine tek başına olumlu katkı sağlamaya yetmiyor. Aslında teorik arkeoloji üzerine yazı yazmak oldukça zordur. Çünkü arkeoloji temelde cinayet masası gibi sadece kesin kanıtlarla yol alabilen bir bilim. Ayrıca teorik arkeoloji metni yazabilmek için sosyal bilimlerin diğer alanlarına da hakim olmak gerekir. Mesela Leydi Sapiens adlı kitabın giriş kısmında yer alan şu cümleyi ele alalım: “Tarih öncesi dönem kadınları kimlerdi? Kabilelerinin içindeki rolleri, uğraşları, statüleri neydi? Toplulukları içinde ast durumundaydılar yoksa türdeşlerinin hayatta kalmaları için elzem olan yiyeceklerin gerçek tedarikçileri mi?”[2] Şimdi alandan olmayan biri için bu cümlede bir sorun yok gibi görünebilir. Ama ilginç olarak biri prehistoryacı diğeri de tarihçi olan yazarlar ne yazık ki kitaba böyle hatalı; daha doğrusu bağlantısız bir soru sorarak başlıyorlar. Burada yiyecek tedariki sağlamanın otomatik olarak toplumsal astlıktan kurtulmanın önünü açtığına dair bir vurgu var. Halbuki topluluğun hayatta kalması için gereken yiyeceğin sağlanmasının ast-üst olmak arasında doğrudan bağlantı olmadığı gibi genelde yiyecek sağlayıcı ve üretici kesimler o toplumun astlarını temsil ederler. Geleneksel toplumlarda topluluk genelde kadın emek gücü üzerinde yükselir, kadınları tarlada çalıştıran, çay, tütün vb toplatan, hayvan güttüren nice köy erkeği bütün gün kahvede kağıt oynayıp maç izler. Öte yandan bu tür toplumlarda tüm gelirin kadınca sağlanması yüzlerce/binlerce sene boyunca erkeğin ataerkil otoritesini hiçbir şekilde sarsmamıştır.


Prehistorik kadının topluluğun yiyecek ihtiyacının en az %80’ini sağladığından emin gibiyiz. Zaten yazarlar da! Kung toplumundan örnek vererek avcı-toplayıcılarda yaşam için gerekli besinin %75’inin birki toplayan kadınlarca sağlandığını söylüyorlar. Ancak Lady Sapiens’in yiyecek sağlama sürecine olan etkisiyle ilgili bu hesaplamalar ne yazık ki bize prehistorik kadının toplumsal konumu hakkında kesin bir bilgi vermiyor. Modern avcı-toplayıcıların çoğunda kadınlar, besin sağlayıcılığındaki baskın rollerine karşın dengesiz ve kendi aleyhlerine olan toplumsal yapı içinde yaşıyorlar. Çünkü kabile törenleri, şölenleri ve gelenekleri kadın emeğini değil erkek emeğini yüceltiyor. Mesela kabile avcıları topluluğun yaşaması için gereken besin kaynağının ancak %10’unu sağlasalar da; avın kollektif doğası, avcının aldığı gerçek ve hayali riskler, av etinin ve kanın ritüel olarak yüceltilmesi, avcının şişinmesi ile etrafında dönen mitsel aura kadının emeğini görünmez kılıyor, şarkılar ve destanlar avcıyı ve onun cesaretini övüyor. Avlanan totemsel hayvanların yenmesi, toplayıcının bitkileriyle dengeleyemediği bir psikolojik üstünlük yaratıyor. Avcılar kabileye döndüğünde herkes işi gücü bırakıp kutlama yapıyor vb. Bu durumda çalışmanın oranı ve getirdiği kazancın miktarına değil, yapılan işin toplumsal prestijine odaklanılması gerektiğini söyleyebiliriz. Mesela çoğu köyde çocukken gördüğüm bir manzara şuydu: Çok sayıda kadın traktör römorkuna doldurulup tarlaya domates vb toplamaya götürülür. Traktörün şoförü elbette bir erkektir. Kadınlar gün boyu sıcak güneşin altında tarlada domates toplar, taşıdıkları ağır sepetlerde ezilmiş domateslerin suyu sırtlarından akarken, traktörü kullanan adam ağzında cigarasıyla bir ağaç altında oturur, bir ara uyur, sonra kahveye uğrayıp lak lak eder, tavlasını oynar akşama doğru da kadınları tekrar toplayıp köye götürür. Kadınlardan daha fazla kazanır; zira makinenin başında olan ehliyet sahibi odur. Az sayıda kişinin yapabildiği, prestijli bir işin sahibidir, makineye ve yollara hükmetmektedir.



En az çağdaşları kadar uyanık ve hin olan paleolitik adam, avcılığın kazandırdığı prestijin avcılıktan sağlanan protein miktarından çok daha üstün olduğunu biliyor olmalıydı. Bu nedenle hemen her ilkel kabilede kadınların avlanmasını yasaklayan tabularla karşılaşıyoruz. Avlanmayı bir yana bırakalım incelenen yüzlerce avcı-toplayıcı kabilede kadınların av aletlerine dokunması bile çok katı biçimde yasaktır. Bu tür kabilelerde erkek çocukları çok küçük yaşlarda sapan, yay, mızrak ile oynarken kız çocuklarının bunlara dokunması dahi sert biçimde cezalandırılmalarına sebep olur. Avcı erkek grupları kendi tekellerinde olan avlanma pratiğini kadınlarla paylaşmak istemezler. Ama çok ‘iyiniyetli’ olduklarından avın kadınlara göre olmadığını, kadınların avda riske atılamayacak kadar değerli olduğunu söylerler kan akıtmanın yaşam kaynağı olarak görülen kadına yakışmadığını savunan mitler, özdeyişler tekrarlanır vb. Cirotteau, Kerner ve Pincas üçlüsü ise prehistorik kadının avlanma sürecinde dışlanmadıklarını iddia etmekte. Ancak yazarlar bu konuda farklı görüşlere de yer veriyorlar elbette. Mesela (sağlak) erkeklerde sağ ve sol kol arasındaki güç dengesizliğinin (sağlak) kadınlara göre çok daha fazla olmasının bir kaç yüz bin yıllık mızrak atma deneyiminden kaynaklandığı teorisine yer vermeleri gibi.[3] 


Mızrak atışının kol kemikleri ve kaslarında kalıcı patolojiler meydana getirdiğini biliyoruz. Yazarlar omuz ve kol bölgesinde yaşanan bu patolojilerin %95’inin erkeklerde görüldüğünü de teyit ediyorlar.[4] Ancak prehistorik iskelet sayısının azlığı nedeniyle bu oranın bir sonuca varmak için yeterli olmadığını savunuyorlar. Ardından çeşitli kazılarda yanında silahla gömülmüş prehistorik kadın mezarlarından örnekler veriyorlar ve kadınların

da avlanma faaliyetlerine sanıldığından çok daha fazla katıldığını ileri sürüyorlar.


Öte yandan yazarların kadınların ava yoğun biçimde katıldıklarına dair iddiaları kitabın ana felsefesi açısından çelişkiler doğuruyor ve kitabın bir bütün olarak savunusunun dağılmasına yol açıyor. Yazarlar avcılığın prestiji ile besin toplayıcılığının maksimalist faydacılığı arasında kalıyorlar ve ne avcılığın prestijinden ne de besin toplayıcılığının toplumun maddi olarak ayakta kalmasını sağlayan faydasından vazgeçebiliyorlar. Mesela kadın avcılara değinen uzunca bir bölümün ardından yazarlar kadınların bu sefer bitki devşiriciliği alanındaki yeteneklerine ve tarıma geçişteki asli rollerine geniş bir bölüm ayırıyorlar. Aynı anda hem avcılıkta hem de devşiricilikte uzmanlaşma zor olduğundan  yazarlar bu çelişkiyi “Avlanmaya sundukları katkının yanı sıra avcılıkta rekabet etmeleri artık zor hale gelince (?) kadınlar bitki dünyasında da hakim olmuş ve kendilerini toplayıcılığa adamış gibi görünüyorlar”[5] gibi enterasan bir geçiş cümlesi ile gidermeye çalışıyorlar. Sonuçta kadınların neden avcılığı terk edip toplayıcılık ve devşiriciliğe yöneldiklerini öğrenemiyoruz. Gerçi yazarlar da av hayvanlarının derilerini yüzülmesi, tabaklanması, etlerin pişirilmesi gibi zaman isteyen faaliyetlerin kadınlarca yapıldığını, çocuk bakımıyla birlikte bu ağır iş yükünün de kadının kamptan uzaklaşmasını zorlaştırdığını belirterek dolaylı bazı açıklamalar yapmaktalar.



Bundan sonra yazarlar kadınların tarımın gelişiminde, tarım aletlerinin icadında, un öğütme ve ekmeğin pişirilmesi gibi konularda oynadıkları öncü role değiniyorlar. Toplayıcılıktan doğduğu kesin olan bitki devşiriciliği ve tarımın bir kadın icadı olduğu konusunda zaten bir tartışma yok. Yazarlarda bir alıntıyla  bitki seçiciliğinden tarımsal üretime geçişin ancak ‘meşe palamudunu, yaprakları, yenilecek yenilmeyecek otları, zehirli bitkileri tanıyan kadınlarca sağlayabileceği’ çıkarımına varıyorlar.[6]Bu nedenle de Cirotteau, Kerner ve  Pincas’ın devşirici ve tarımcı kadının insanlığa ve uygarlık inşasına yaptığı büyük katkı anlatısı doğal olarak ‘avcı kadın’ imgesiyle bir tezat teşkil ediyor. Zira tarımsal gelişmelere rağmen erkeklerin binlerce sene boyunca inatla avlanmakta ısrar ettiklerini Çatalhöyük gibi yerleşimlerden de biliyoruz.


Gene yazarların kendi içlerinde düştükleri bir çelişki de kadının tekstilin mucidi olduğuna dair kanıtları. Yazarlara göre küçük (mikrolit) aletleri, takıları, dikiş iğnelerini kullanan, 6mm boyundaki incileri kolye haline getiren kadınlardı.[7] Bu kısımda kadın elinin erkek eline göre küçük nesneleri daha iyi tutma ve işleme yeteneğine dair örnekler veriliyor. Bu da elbette önceki bölümlerde karşımıza çıkan avcı kadın imgesiyle çelişkili bir sonuç doğuruyor. Başka bir çelişki de yazarların menopoz üzerine yazdıkları. Tabiatta hemen her türde ve primatlarda menopoza giren dişi bireyler sürü tarafından ölüme terk edilirken insan topluluklarında menopoza girse de kadın toplumda mevcut statüsünü korumaya devam ediyor. Bazı antropologlara göre bunun en büyük sebebi yaşlı kadınların da toplumun beslenmesine halen yoğun biçimde katkı sağlamaları. Mesela yaşlı erkekler artık avlanamadıklarından topluma besin katkıları %5 dolayındayken toplayıcılık ileri yaşlarda da yapılabildiğinden yaşlı kadınlar %30 gibi yüksek bir oranda katkı yapmaya devam edebiliyorlar.[8] Doğal olarak toplumun yaşlı erkeklere çok ihtiyacı olmamasına rağmen yaşlı kadınlara olan ihtiyacı devam ediyor. Bu durum avcı-toplayıcı topluluklarda yaşlı kadınlara erkeklerden çok daha fazla sayıda rastlanılmasının sebeplerinden biri olabilir. Nitekim Kristen Hawkens’tan yapılan bir alıntıda tarih öncesi topluluklarda çok sayıda büyük anne olduğu ve topluluğu da onların yönlendirdiği tahmininden söz edilmekte.[9]


Dikkat çekici bir teori de av silahlarının eril organları andıran biçim ve isimleri (ki eski Türkçede de bilindiği üzere silah ve erkek cinsel organı aynı sözcüktür) nedeniyle kadınlara kesinlikle tabu olarak görülmesi.[10] Öte yandan Claudine Karlin’in kadınlara silah yasağı tabusu ile avı kadın imgesini bir şekilde kaynaştırmayı başaran ilginç bir tezinden de söz edilmekte. Buna göre kadın ve çocuklara silah taşımak yasak olsa da onlarda hayvan sürülerini avcılara doğru sürerek erkeklere yardımcı oluyorlardı.[11] Avcı-toplayıcı nüfusun azlığı (bir grupta tahminen 20-25 kişi) düşünüldüğünde bu oldukça mantıklı bir çıkarım.

Leydi Sapiens’in bazı çıkarımları genel kabul gören teoriler. Mesela paleolitik kadın tarımcı kadına göre az sayıda çocuk doğuruyordu ve çocuklara daha az bağımlıydı. Neolitik kadına göre çok daha özgürdü. Atletik ve hareketliydi. Muhtemelen bazıları ava da katılıyordu. Ama sonuçta avcılık günler süren ve kamptan onlarca uzaklığa erişen gruplarca yürütülen bir faaliyetti. Avcıların yaş ortalaması 20-25 yıldı. Üstelik av yazarların da sürekli olarak andıkları üzere çoğu kez eli boş dönülen, sonucu meçhul bir uğraştı. Avcılık topluluğun devamını garanti etmediği gibi; teknolojik açıdan da kısır tutucu ve artı ürün oluşturmayan bir faaliyetti. Eğer kadınlar yazarların iddia ettiği derecede av faaliyetine yoğun biçimde katılmış olsalardı muhtemelen ben bu satırları yazıyor siz de okuyor olmayacaktınız. O nedenle bir yandan kadının uygarlığının inşasındaki rolüne odaklanan (ve bu rolü yücelten) böylesi bir çalışmanın öte yandan ataerkil erkek dayanışmasının bir yansıması olarak da görülebilecek avcılığa kadınları ortak etmeye çabalaması bana göre yazarların maksatları açısından da bir çelişki doğurmakta. Kadınların da avcılık yaptığını kanıtlama çabası yerine, tarihsel eşitsizliklerin kaynağındaki temel cinsiyetçi kültürel kodlara odaklanılsa bana göre daha doğru olunurdu. Toplumu maddi açıdan ayakta tutan asli kaynakların sürekli olarak kadınlarca üretilmesine rağmen erkeklerin nasıl olup da ‘ideolojik fayda’ kaynaklarını istismar ettikleri, bu ideolojik istismarı nasıl olup da toplumun ayakta kalması için gerekli olan gerçek faaliyetlermiş gibi göstermeyi başardıkları mevzusuna odaklanılsa bu çalışma daha faydalı sonuçlara ulaşabilirdi.


[1] T.Cirotteau, J. Kerner ve  E. Pincas,  Leydi Sapiens, Tarih Öncesi Kadına Dair Klişeler Yıkılıyor, çev. Alara Çakmakçı,  Say, İstanbul, 2023, s.13.

[2] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.15.

[3] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.128.

[4] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.131.

[5] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.140.

[6] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.144.

[7] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.159.

[8] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.121.

[9] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.118.

[10] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.134.

[11] Cirotteau, Kerner ve Pincas, a.g.e.s.136.


Tüm resimler Tom Björklund’a aittir.

bottom of page