top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Maymunlar Gezegeni

Töre Sivrioğlu her ay sinema ve edebiyat üzerine yazılarıyla Litera Edebiyat'ta. İlk kitap/film, hem edebiyatta hem de sinemada kültleşmiş Maymunlar Gezegeni.


Maymunlar Gezegeni (1968). Astronot Taylor (Charlton Heston), arkeolog Cornelius (Rody Macdowall) ve “zoolog” Zira’yı (Kim Hunter) başka bir gezegenden geldiğine inandırmaya çalışıyor.



Edebiyat eserlerinin sinemaya aktarımı genellikle hayal kırıklılarıyla sonuçlanır. Hele ki bu eser bir bilimkurguysa… Ancak bu sefer bir istisna kaideyi bozuyor. Pierre Boulle’un 1963’te yayınlanan aynı isimli kitabından 1968’de sinemaya uyarlanan Maymunlar Gezegeni/Planet of Apes (bizde her nedense Maymunlar Cehennemi olarak çevrildi) kitaptan çok daha ses getirmiş bir sinema klasiği olarak karşımıza çıkıyor. Kitapla bazı paralellikler taşısa da filmin senaristleri Rod Serling ve Michael Wilson’ın ana metni bambaşka bir bakış açısıyla ele aldıkları görülüyor. Açıkçası birçok noktada da insanın “iyi ki öyle yapmışlar” diyesi geliyor.


Kitapta Maymunların hâkim olduğu bir gezegene inen astronot-yazar Ulysse’nin tuhaf macerasına tanıklık ediyoruz. Bu isim bize Homeros’un deniz yolculukları ile meşhur kahramanı Ullyses’i anımsattığından, okuyucu ilk andan itibaren kendisini bilinmedik dünyalara açılan kapının eşiğinde hissediyor. Ullysse’nin indiği gezegende dünyadaki evrim tersine dönmüş, insan türü düşünce öncesi aşamada kalırken; maymunlar, dünyalıların 20. asır ortalarına –yani Boulle’un romanı kaleme aldığı zamanlara- denk gelen bir aşamaya ulaşmışlardır. Doğal olarak burada kültür ve medeniyet “maymun merkezli”. Maymunların dini, maymunları yüceltmekte, Tanrı’nın maymunları en yüksek canlı türü olarak yarattığına inanılmakta... Ancak teknolojik gelişimlerine rağmen Maymunların ekseriyeti, kendi dinsel ve kültürel kalıplarını asla sorgulamayan olağanüstü tutucu canlılar. Bu nedenle, düşünen, konuşabilen ve uzay seyahatleri yapabilen bir canlı olarak Ulysse’nin varlığı, Maymun gezegenindeki düşünsel kalıplara meydan okuyan bir fenomen olarak geleneklere bağlı kesimlerde rahatsızlık; yeniliğe açık bireylerde ise bir ilgi uyandırıyor. Ancak çoğunluk için O, sadece konuşabilen “yetenekli bir hayvan” olarak magazin konusu.


Öte yandan Boulle’un eseri, birçok açıdan tutarsızlıklar ve eksikliklerle dolu. Mesela maymunlar bütün bilgilerini binlerce yıl önce yaşamış Haristas (yani Aristoteles) gibi düşünürlerin dogmatik fikirlerine dayandırmalarına rağmen uzay çalışmaları bile yapabilmekteler. Bir yandan uzaya uydu yollarken diğer yandan da ortaçağ düşünün kalıpları içinde yaşamaları bir tezat olarak görülebilir. Bu, yani Aristoteles’e ve benzer dogmatik figürlere bağlı kalınarak bilim ilerleyebilir miydi sorusu bin yıldır tartışılan bir mesele… Bana göre bu durum ‘namümkündü’, yani bir yandan Aristoteles gibi doğada boşluk yoktur denilip öte yandan boşluğun var olabileceği ilkesine dayanarak vakumlu teknolojinin doğması, yani içten yanmalı motorun, ampullerin, petrol kuyularının var olması imkansızdı. Tıpkı dünyayı düz kabul ettiğimiz sürece keşiflerin asla olamayacağı gibi. Bu durum, yani dogmatik bir toplumun bir yandan da bilimde sınırsız özgür ilerleyişi hikâyenin inandırıcılığını zayıflatmakta... Her ne kadar yazar romanın içinde bu tezadı kendine has biçimde bir açıklamaktaysa da; bu açıklama kurgunun iç tutarlılığını zorlamaktan başka bir sonuç vermemekte. Bu açıklama “işte maymunun uygarlığı da ancak bu kadar olabilir, teknolojide ilerleseler de içgüdüleriyle içe kapanık olmaya devam ediyorlar” gibi bir sonuca ulaşmakta.


Nitekim filmin senaristleri romanın bu açmazından kurtulmak için maymunların dünyasını ortaçağı andıran otantik bir medeniyet olarak betimlemişler. İyi ki de böyle yapmışlar! Zira konuşabilen ve düşünebilen bir insanla karşılaşmaları romandaki maymunlar için eğlencelik bir heyecan unsuruyken; filmdeki ortaçağımsı toplum için bu, bütün geleneksel değer yargılarının darmadağın olduğu bir şok durumuna yol açıyor. Böylece romanda aynı medeniyet düzeyindeki iki farklı türün karşılaşması olarak yorumlanabilecek durum, filmde sadece türler arası değil, Aydınlanma sonrası bir bilinçle, skolastik bakış açısının karşılaşması olarak da şekilleniyor. Filmde Ullysse’nin (yani Odyyseus’un) yerini alan astronot Taylor (Charleton Heston), maymunların bir şekilde medeniyet kurmalarını kabul edebilirken; maymunların, insanların uçabilen araçlar yapabildiklerine bir türlü inanamamalarının sebebi bu. Modern Batı toplumunun bir üyesi ve evrim teorilerinden haberdar olan biri olarak Taylor, evrende düşünebilen başka canlılar olabileceğinin içgüdüsel olarak farkında. Ancak “Tanrı’nın maymunları kendi suretinde yarattığına” inanan maymunlar böyle bir teoreme düşünsel olarak hazır değiller. Romanda yeterince hissedemediğimiz bu gerilim filmde çok daha başarılı bir şekilde aktarılmış.


Maymunlar Gezegeni filmi, seyircinin büyük ilgisini çektiğinden, 1970’ler boyunca başarılı sayılamayacak bazı devam filmleri yapıldı. 1970’lerde primatlar üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, özellikle şempanzelere işaret dilinin öğretilmesi, primatolog Jane Goodall’ın Afrika’da, şempanzelerin alet yapabildiklerini, kültürel aktarımda bulunduklarını, insanları andıran bazı cinsel tabulara sahip olduklarını kanıtlaması gibi olaylarla bir arada düşünüldüğünde konu 1970’ler boyunca ilgi çekmeye devam etti; ancak 1980’lerde bu ilgi sönümlendi. Ta ki 2001 yılında Tim Burton Maymunlar Gezegeni’ni yeniden çekerek kültü tekrar canlandırana dek. Aradan geçen zamanda yaşanan teknik gelişmelerin boyutu düşünüldüğünde, yeni filmin çekimi büyük bir heyecan yaratmıştı. Ancak ortaya çıkan ürün, görsel efektlere dayanan, ne kurgusu, ne diyalogları, nede içerdiği mesajlarla 1968 versiyonun gölgesine bile erişemeyecek tipik bir Hollywood “pop-corn”uydu. Aslında filmin böyle olacağını daha yapım aşamasında Tim Burton “ilk filmde birkaç kovalamaca sahnesi vardı, biz aksiyona ağırlık vereceğiz” diyerek bilerek ağzından kaçırmıştı. Gerçekten de kovalamaca ile geçen film boyunca, “yeni Taylor” Leo Davidson (Mark Wahbelrg) bir an bile durup da bu gezegende neler olduğuna dair bir şey sormaya vakit bulamıyordu. Filmde ne “Haristas dogmatizmi” ne evrim konusu ne de başka bir düşünsel mesaj hakkında tek bir sözcük geçmekteydi. Zaten filmin koşuşturmacası izleyiciyi bile oturduğu yerde yoracak kadar hızlı olduğundan bunları soracak zaman da kalmıyordu.


1968 versiyonunda izleyici maymun-insan geriliminde taraf tutmuyor, hatta hem Taylor hem de filmin geneli sanki doğayı daha fazla korudukları vurgulanan maymunların yönetimine bir ölçüde sempati duyuyor gibiydiler. 2001 versiyonunda ise izleyici maymunlara karşı insanları desteklemesi yönünde teşvik edilmekteydi. Aslında bu sadece sinema dilindeki sıradan bir değişimin göstergesi değildi. 1968 versiyonu, Vietnam Savaşı esnasında çekilmişti ve Amerikalılar bu Uzak Asya ülkesindeki insanlarla neden savaştıklarını sorguluyorlar, sokaklarda Vietnamlıların, siyahîlerin Amerikan yerlilerinin duygularıyla empati kurmaya çalışan gösteriler düzenliyorlardı. 2000 yıllarda ise tam tersine Irak ve Afganistan’daki savaşları büyük ölçüde destekleyen, “ötekiyi anlamaya değil ortadan kaldırmaya odaklanmış” bir Amerikan kamuoyu vardı. Bu değişim iki filme de doğrudan sirayet etmişti, Amerikalı astronot Taylor, 1968’de maymunların gezegeninde bir misafir olarak sadece kendi varlığını korumaya çalışırken, 2001’de Davidson, insanların maymunlara karşı isyanına liderlik ediyor, hatta maymunları uzay mekiğinin yakıtını kullanarak kitlesel olarak yok etmekten çekinmiyordu. Olaylar tıpkı Irak’ta yaşananlara benzemekteydi. İlk filmde az-çok bir Hellen/Roma demokrasisiyle yönetildiğini gördüğümüz maymunlar ikinci filmde Ortadoğuvari bir militarist bir idarenin ve baskın bir askeri liderin yönetimi altındaydılar. İlk filmde maymunlar kültürü Hellen/Roma giysileri giymişlerdi ve görünümleri de öyleydi. İkinci filmde ise başlıkları Perslerin ve Araplarınkini andırıyordu. İlk filmde maymunlar ‘saygı uyandırıcı’ klasik isimler taşıyorlardı: Dr. Zeus, Lucius, Honorius, arkeolog Cornelius vb. İkinci filmde maymunların adı bile (Thade, Ari, Attar, Sandar, Limbo vb) ‘barbarlaşmış’ ve hafifçe egzotikleşmiş gibiydi.

İlk film kesinlikle insan merkezci değildi. Aslında bir tür serseri olan Astronot Taylor, kendinden daha ileri bir konumda olan Doktor Zira’nın zekâsına hayrandı. Doktor Zira, Taylor’ın kurlarına prim vermiyordu. Oysa ikinci filmde aynı rolü oynayan Ari adlı kadın maymun Amerikalı astronota âşık oluyordu. Film ‘insan dostu’ Ari’yi bariz biçimde çevreci/ekolojist, kendi toplumuna yabancılaşmış zayıf bir karakter olarak yansıtıp, Amerikan’ın işgal hareketlerine karşı çıkanları alaya almaktaydı. Doktor Zira kendinden emin ve ne yaptığını bilen güçlü bir kadındı. Taylor’u koruması bilime ve meslek etiğine duyduğu bağlılıktan ileri gelmekteydi. Oysa Ari’nin Davidson’a aşkı bir ‘yabancılaşma’ ve kendi kültürüne ait olamama hissiyle verilmekteydi. Bu arada ‘insan dostu’ Ari’nin diğer maymunlara göre daha ‘insan yüzlü’ daha nazik olarak betimlendiğini de söyleyelim. Zaten iki film arasındaki en önemli farklardan biri de budur. İlk filmde maymunların görüntüsü dehşet değil merak uyandırır. ikincisinde ise hepsi kana susamış canavarlar görüntüsüne bürünmüşlerdir ki onlarla empati kurmamız –Ari gibi biraz daha insan benzeyenler dışında- mümkün değildir.


Güçlü veya zayıf yorumlarıyla bilim kurgu türünün bir kültü haline gelmiş Maymunlar Gezegeni, aslına biraz daha sadık kalmaya çalışan bazı devam filmleriyle yoluna devam ediyor. Ancak 1968 sonrası çekilen hiçbir filmde, ilk versiyonda olduğu gibi, kültürel kalıplara bir meydan okumayla veya insan-merkezci dogmalara bir ayna tutulmasıyla karşılaşmıyoruz. Öyle görülüyor ki Maymunlar Gezegeni’nin 1968 versiyonu uzun bir süre daha serinin, insanı önyargılarını sorgulamaya iten tek örneği olarak izleyicilere esin kaynağı olmaya devam edecek.

bottom of page