Öykü: Şarampol
- Litera

- 1 dakika önce
- 3 dakikada okunur
"Ama Çavuş almaz da, ben alırsam bir daha Çavuş’un yüzüne bakamazdım. Yav insan yüzünü kaybettikten sonra paranın ne anlamı kalırdı? deyip Çavuş ne yaparsa onu yapmaya karar verdim."
Osman Kaygısız
“Hele düşün devr-i adem’den beri,
Neler gelmiş geçmiş, say deli gönül” Aşık Ruhsati
Mezarlıkta çalıştığım zamanlarda Memet Çavuş isminde bir sorumlumuz vardı. Çavuş, doğuştan ruhuna liderlik üflenen, antik çağların güç tanrısı Kratos gibi kaslı, kemikli, heybetli bir adamdı. Kusursuz bedenine çocuk felci ince bir yara gibi iz bırakmış; sağ ayağı kısa ve ince kalmıştı.
Çavuş bu durumdan gocunmaz, nişan gibi taşıdığı sağ ayağının yaptığı azizlikleri: “Şarampole yuvarlandım, şarampolden çıktım” şeklinde gülerek anlatırdı…
Bir akşam üstü, gün gölgelenirken her zaman yaptığımız gibi kendimizi toprağın bağrına atmış, çaylarımızı yudumluyorduk. Nuri, Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların hayatta olduğu gibi ölümde de yan yana yattığı, tahammülün, hoş görünün, kardeşliğin ortak meşalesi olan mezarlığımızın tarihçesini anlatıyordu. Birden deniz tarafındaki yoldan cenaze aracının aheste aheste dönen solgun ışığını fark ettik.
Şaşırdık. O saatte cenaze gelmezdi. En toy ben olduğum için telaşla sordum:
— Fuat Hoca gitti. Nurhan Abla ve Sadiye Hanımlar da yok! Ne yapacağız?
Hepimiz aynı anda Çavuş’a döndük. Yüzündeki derin çizgiler, rahat olmamızı salık veriyordu. Sakince doğruldu. İri ellerindeki tozu, toprağı temizledi. İnsan o ellerin yanında, hayat denen yükün aslında ne kadar hafif olabileceğini hissediyordu. Tok bir sesle:
— Kalkın Erenler. Cenaze beklemez. Karanlığa kalmadan defnedelim.
Sözleri yüreğimize yürüdü. Müslüm, “Duaları ben bilirim, imamlığı bana bırakın” dedi. Hacı Ali, “Hazır mezar da var” diye ekledi. Ben, duruma uygun bir cümle bulamadım. Sadece başımı sallayıp hazırım, mesajı verdim.
Yola çıkıp aracı beklemeye başladık. Allek Sabri aracı önümüze park edip: “Cenaze sahibi geliyor, anahtarlar üstünde, işiniz bitince arabayı parka çekersiniz “ deyip alelacele motoruna atlayıp gitti.
Çok geçmeden altmışlardan kalma kahverengi bir araç geldi. İçinden karikatür sayfalarından fırlamış fötr şapkalı, suratsız, bastonlu bir adamla siyah kürklü, siyah gözlüklü bir kadın indi.
Usulen “Başınız sağ olsun” dedik. Adam, bir teşekkür bile etmeden, buyruk verir gibi:
— Bütün vecibeler tamam. Hemen defnedin.
Kibrine, çalımına öfkelendik ama “acılıdır” deyip sustuk. Çavuş sordu:
— Cemaati bekleyecek miyiz?
— Hayır, kimse gelmeyecek.
İlk defa insan kalabalığı olmadan birini defnedecektik! Arabanın arkasına geçip tabutu kızaktan çekmek istedik, kıpırdamadı. Güç bela çıkardık. Çavuş “Ya Aliii” deyip salın ön sol kısmını omuzladı, ben de hemen arkasındaki kolu kavradım.
Yük omuzuma biner binmez dizlerimin bağı çözüldü. “Yahu, bu ne? Rahmetliyi lahit mezarla mı tabuta koymuşlar?” dedim. Bizimkiler sessizce güldü.
Arkamızdan fötrlüyle karısı, sahilde dolaşan iki turist gibi salına salına yürüyordu.
Biz ise dar mezar aralarında zorla ilerliyorduk. İşte o sırada Çavuş’un engelli ayağı boşluğa geldi. Gür sesiyle bağırdı
-Şarampollll!
“Eyvah, Çavuş şarampolse ben zirveyim!” dememe kalmadan tabutun kapağı büyük bir gürültüyle arkaya doğru kayıp fötrlünün ve karısının ayaklarına çarptı. İkisi de feryat figan bize bağırmaya başladılar. İçimizden, “Ohhhh canımıza değsin” çektik.
Defin bitti. Kenara geçip içli duaları göğe savuran Müslüm’ü dinlemeye başladık. Yan taraftaki mezarın üstünde taze kesilmiş murt dalları gözüme ilişti. Bir dalı alıp usulca kokladım. Ormanın derinliklerinden kopup gelen aroma bütün yorgunluğumu aldı. Tazelendim.
Mezar taşına göz attım:
“Sıcak saklayın gecelerimi
Karlar altından çıkıp geleceğim
Düşlerinizin ateşinden
Ilık bir rüzgar gibi eseceğim”
dizeleri, altına “1 Mayıs 1970” tarihi kazınmıştı. Hikayesi neydi acaba diye düşünürken, Müslüm’den “Ruhuna Fatiha” uyarısı geldi.
O sırada gökyüzü karardıkça karardı. Kuşlar sustu. Mezar taşlarının arasından uğultuyla soğuk bir rüzgar geçti.
Tören sona erince fötr şapkalı adam para dolu çantasını açtı. Müslüm’e iki yüz, Hacı Ali’ye yüz dolar verdi. Çavuşun karşısına geçip, yüzüne bakmadan ona da yüz dolar uzattı. Çavuş uzun uzun fötrlüyü süzdü.
O an, içimde fırtına koptu. Çavuş reddederse ben ne yapacaktım? Hani yüz dolar az para değildi. Ama Çavuş almaz da, ben alırsam bir daha Çavuş’un yüzüne bakamazdım. Yav insan yüzünü kaybettikten sonra paranın ne anlamı kalırdı? deyip Çavuş ne yaparsa onu yapmaya karar verdim.
Çavuş, avuç açmaz ellerini sallayarak :
“Bir sürü para biriktirmişsin. Ama acına ortak olacak, en kötü gününde yanında duracak bir tane eş, dost, akraba bulamamışsın. Lazım değil senin gibilerinin parası” deyip arkasını döndü.
O anda göğün kalbi büyük bir gürültüyle yarıldı. Göz kamaştıran yıldırımlar üst üste çaktı. Hepimiz bir yana savrulduk… Kendime geldiğimde Çavuş’u aradım. Düştüğü şarampolde morarmış sağ ayağını tutarak, huzur içinde uyuyordu...












































Yorumlar