top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Veda etmiyoruz biz de...

Yazarın fotoğrafı: Şule TüzülŞule Tüzül

Şule Tüzül, 2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Han Kang'ın romanı, Veda Etmiyorum üzerine yazdı: "Kitap, yine insan duyarlılığını muazzam biçimde işlerken bir yandan doğamızdaki sınır tanımayan şiddete vurgu yapıyor, diğer yandan bu şiddete maruz kalanları unutmamak, unutturmamak adına bir saygı duruşu özelliği taşıyor."



Veda Etmiyorum, 2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Han Kang'ın okuduğum ikinci kitabı. İlki Vejetaryen'di. Vejetaryen, sıradan yaşamlarımızda bir insanın olağanüstü duyarlılığına dair bir roman olmasıyla sarsıcıydı. Veda Etmiyorum ise yine insan duyarlılığını muazzam biçimde işlerken bir yandan doğamızdaki sınır tanımayan şiddete vurgu yapıyor, diğer yandan bu şiddete maruz kalanları unutmamak, unutturmamak adına bir saygı duruşu özelliği taşıyor. Farklı hikâyeleri anlatsalar da her iki roman da Han Kang'ın üzerinde durmak istediği ortak meseleleri işliyor, bu nedenle bu yazıda gündeme getirdiğim meseleler Vejetaryen için de geçerli. 


Güney Kore'nin Jeju Adası'nda 1948 yılında binlerce insanın korkunç biçimde öldürüldüğü bir katliam gerçekleşiyor. Veda Etmiyorum bu katliamın unutulmaması için yazılmış. Romanın anlatıcısı ve ana kahramanlarından Gyongha ve yakın arkadaşı İnson, ölenlerin anısına bir eser üretmek istiyorlar. Roman bu temel kurgunun etrafından dallanıp budaklanıyor. 


Veda Etmiyorum'un üç ana kahramanı kadın: Gyongha, İnson ve İnson'un annesi. Dolayısıyla roman aynı zamanda kadınların hikâyesi. Romanın ana konusu olan Jeju katliamı bu üç kadının gözünden anlatılıyor. Han Kang romanını Kuş, Gece ve Alev olmak üzere üç ana bölüme ayırmış. Bu üç ana bölüm de alt başlıklara ayrılmış. İlk bölümde önce Gyongha'nın hayatına odaklanıyoruz ve onu tanıyoruz. Gyongha'nın bir yazar olduğunu öğreniyoruz. Hem Güney Kore'nin karanlık tarihine ait Jeju Adası katliamını yazdığı kitabı bitirmesi hem de aynı dönemde yakınlarını kaybetmesi nedeniyle ağır bir depresyon geçiriyor. Gyongha bu süreçte yaşadıklarını anlatırken bir yandan da yakın arkadaşı belgesel film yapımcısı İnson ve sonrasında İnson'un annesini de anlatarak bizi asıl hikâyeye hazırlıyor. 


Asıl hikâye ise, bir süredir işini gücünü bırakıp Jeju adasında yaşayan İnson'un bir kaza sonrası Gyonha'nın yaşadığı şehirdeki bir hastaneye kaldırılması ve hastaneden Gyongha'yı yardıma çağırması ile başlıyor. İnson Gyongha'dan Jeju Adası'ndaki evine gitmesini ve kuşlarını beslemesini rica ediyor. Hepsi bu. Ancak bu noktadan sonra Han Kang gerçekle gerçeküstünün birbirine karıştığı çarpıcı bir kurguyla okurunu şaşkına çeviriyor. Bir yandan Jeju Adası'ndaki katliamın derinliklerine inerken, aynı anda bir dostluk hikâyesinin, bir kadın hikâyesinin, insan doğasının da derinliklerine inen bir hikâyenin içinde buluyoruz kendimizi. 


Bu romanı iyi yapan gerçekle gerçeküstünü, anlatım olarak gerçekle masalı içe içe geçiren sarsıcı kurgusu değil sadece, tüm bunları var eden dil ve anlatımın olağanüstülüğü. Korkunç bir hikâye okuyoruz. İnsanın insana yapabileceği korkunçlukların sınırsızlığında ilerliyoruz. Ama tüm bunlar yumuşacık bir sevgi ve barış diliyle anlatılıyor. Bu dehşeti yazdığı kitap nedeniyle depresyonda olan Gyongha da, bu katliamın bizzat tanığı ve mağduru olan İnson'un annesi de, yaşananları annesinden dinleyen İnson da kin ve nefretin kıyısından bile geçmiyorlar. Bu romanda en çok bu beni hayran bırakıyor. 


Bu roman orijinalinde Jeju Adası'nın şivesi ile yazılmış. Kore dilinden farklı olarak cümlenin yüklemindeki fiil ve sıfatlara gelen ekler kısa olurmuş bu şivede. Nedeni çok hoşuma gitti. Jeju Adası çok rüzgârlı bir coğrafya. Rüzgâr sert olduğu için, cümle sonlarını kısa kesiyorlarmış, çünkü rüzgâr sesi yüzünden cümlenin sonu duyulmuyormuş. İklim hayatlarımızı böyle etkiliyor işte. Romanın başında çevirmen Göksel Türközü'nün, romanın bu şivede değil, sadece Korece yazıldığına dair notu var. Çok haklı elbette. Vejetaryen'i de Göksel Türközü çevirmişti. Her iki roman için de Türkçe'de okumamızı sağladığı için Göksel Türközü'ne teşekkürler ve tebrikler. 


Roman baştan sona karla kaplı. Kar tüm hikâyeleri dolduruyor. Han Kang kar imgesini öyle iyi kullanıyor ki roman boyunca üşüyoruz. Isınmamıza izin vermiyor yazar. Kar imgesi romanın ses ve duygusunu güçlendiriyor. 


Veda Etmiyorum, kar imgesinin okuru roman boyunca üşüten etkisinin yanı sıra, sıcacık bir dostluk hikâyesi. Han Kang romanını zıt kutupların dengesiyle ilmek ilmek örmüş diyebilirim. Gyongha arkadaşının kuşları için kilometrelerce zorlu bir yolculuk yapıyor. Ölüm tehlikeleri atlatıyor. Katliamın unutulmaması için yapmak istedikleri projeye ikisi aynı güçlü gönül bağıyla bağlanıyorlar. Gyongha tüm yaşama hevesini ve umudunu yitirdiği bir noktada bu dostluğa tutunuyor. Dostluğun yaşamda tutunulacak, sığınılacak yegâne birkaç şeyden biri olduğunun altını kalın çizgilerle çiziyor Han Kang. 


Romanın bu olağanüstülüğüne rağmen kafamı bir şey takılıyor. Binlerce insanın ölümü ile sonuçlanan bir katliamı unutturmamak için Han Kang kurgusunda neden yüzden fazla ağacın katledilmesine büyük bir doğallıkla yer veriyor. Buna ben katliam diyorum, romanda ise bir proje için kesilip hazırlanmış ağaçlar onlar. Bu o kadar doğal karşılanıyor ki romanda buna dair en ufak bir ima yok. Çevremde benden başka bu konuya takılanda görmedim. Bense Han Kang'ın bu kadar ağacın kesilmesine en ufak bir olumsuzluk yüklemeden romanında yer vermesine takılıyorum. Han Kang Vejetaryen'de kendini bir ağaçla özdeşleştiren bir karakteri anlatıyordu. Veda Etmiyorum'da Gyongha iki kuşun hayatta kalması için dağları denizleri aşıyor, ölüm tehlikelerinden geçiyor. İnson'un evinin çevresindeki ağaçlar romanın güçlü karakterleri gibi anlatılıyor, hikâyenin ayrılmaz parçası olarak yer alıyorlar. Ama işte bir proje için onlarca ağaç kesilebiliyor. Bunun yerine anıt mezar olarak planladıkları yamaca istedikleri kadar ağaç dikselerdi, projeyi böyle gerçekleştirselerdi diye düşünmeden edemiyorum. Oylum Yılmaz'ın Ağaçların Rüyası isimli romanının etkisi kaç senedir üzerimde. Yakın zamanda Richard Powers'ın Her Şeyin Hikâyesi isimli romanını okudum, belki bunlar algımı etkilemiş olabilir. Bu romanlar ağaçlara karşı duyduğum hayranlığı, saygıyı ve sevgiyi çok büyüttü. Bir insanla bir hayvan, bir ağaç, bir orman arasında hiçbir fark göremiyorum. Her Şeyin Hikâyesi zaten dünyada şu an var olan tüm sorunların temelinde ağaçlara ve ormanlara yaptıklarımız olduğunu anlatan bir roman. "Bir ağacı kesiyorsanız, ağaçtan yapacağınız şey en az onun kadar mucizevi bir şey olmalı," diyen bir roman. Hem edebiyat hem doğa ve hayvanlar konusundaki duyarlılığını başarıyla yansıtan Han Kang gibi bir yazarın romanında insan merkezli bir anlatıma yer vermesi beni düşündürdü açıkçası. Bu durum Veda Etmiyorum'un çok iyi bir edebiyat eseri olduğu gerçeğini değiştirmiyor elbette, bu konudaki düşüncemi paylaşmak istedim sadece.


April Yayınları'na da bir sitemim var. Benim elimdeki kitabın beşinci baskısı. Maalesef çok fazla yazım hatası var. Yeni baskılarda düzelmesini dilerim. Okur olarak tüm yayınevlerini de bu konuda hassas davranmaya davet etmek isterim. Diğer yandan April Yayınları'na da kitabı Türkçe'ye kazandırdıkları için teşekkürü borç bilirim elbette. 


Bu romanda altı çizilecek çok fazla cümle yok. Han Kang bir cümleyi diğerine romanın anlamını çoğaltarak, derinleştirerek, zenginleştirerek eklemiş. Her cümle öncekilerle anlamlı. Romanın bu nedenle olağanüstü bir dili ve anlatımı var zaten. Ben de bu nedenle romanın son cümlesiyle bitirebilirim bu yazıyı, bu cümle tüm romanı içinde taşıyor çünkü: "Dünyadaki en küçük kuşun kanat çırpışı gibi." Gyongha veda etmiyor. Kitabı bitiriyoruz, o kanat çırpışa tutunarak, veda etmiyoruz biz de...


VEDA ETMİYORUM

Han Kang

April Yayıncılık, 2024

Çeviri: Göksel Türközü

264 s.

コメント


bottom of page