top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Çocuklara ait bir uzlet alanı: Işıklar Ülkesi

"Çocuklar masum mudur? İnsanlar büyüdükçe mi kötüleşir? Kötülük doğuştan mıdır, yoksa sonradan mı öğrenilir?" Nagihan Kahraman, İspanyol edebiyatının önemli isimlerinden Andrés Barba'nın Işıklar Ülkesi adlı kitabını değerlendirdi.

Bir hafif şu’le-i mutalsamla

Nîm mer’i olan bütün yollar

Onu bulmak için mi böyle uzar?*

Tahsin Nahit, "Uzlette"


Nagihan Kahraman

İspanyol edebiyatının önemli isimlerinden Andrés Barba'nın Işıklar Ülkesi adlı kitabı ocak ayında Notos Kitap aracılığıyla okurlarına ulaştı. 2017 yılında Herralde Roman Ödülü'nü alan bu eserin çevirisi Züleyha Yılmaz'a ait. Kitap oldukça kısa olmasına rağmen içinde duygu dünyamızı altüst etmeye yetecek cümleler mevcut. Az cümleyle nasıl bu kadar etkileyici bir anlatım sağlanır, bunun temsili adeta Işıklar Ülkesi. Çocuklar masum mudur? İnsanlar büyüdükçe mi kötüleşir? Kötülük doğuştan mıdır, yoksa sonradan mı öğrenilir? Temelinde çocukların masumiyetinin sorgulandığı, bu konu üzerinde düşünmeye iten çok kitap okuduk. Bunların içinde neredeyse akla ilk gelen Sineklerin Tanrısı. Bununla birlikte kısa bir süre önce Türkçeye çevrilen Jamaika'da Bir Fırtına da bu minvalde bir eser. Dolayısıyla Işıklar Ülkesi'ni okurken bu romanlar zihnimde döndü durdu. Ancak bu romanı onlardan ayıran çok temel bir fark var: Burada çocuklar birbirine zarar vermiyor. Hedef yetişkinler bu sefer. Tam da bu açıdan aralarında keskin bir ayrım olduğunu düşünüyorum.



Doksanlı yılların başlarında yaşanmış birtakım olaylar, o sıralarda belirleyici bir rolü olan bir adam tarafından, aradan yirmi yıl geçtikten sonra anlatılıyor kitapta. Bir nevî iç döküş bu anlatılanlar. Günah çıkarma da denebilir. Romanın merkezinde kocaman bir nehir ile sonsuz gibi görünen tropikal bir ormanın arasındaki küçük bir şehir var: San Cristóbal. İki güçlü coğrafî unsurun arasında sıkışmış gibi. Şehrin kaderini belirleyense çoğunlukla orman ve nehir. Bu yoksul yere merkezden Sosyal Hizmetler Bakanlığı memuru olarak gelen adam bize onları anlatıyor, ormanın çocuklarını. İnsanların ilk kez bir süpermarketteki baskın ile haklarında konuşmaya başladığı, yaşları dokuz ile on üç arasında değişen otuz iki çocuk nereden çıkmıştı bir anda? İnsanların odaklandığı buydu o zamanlar. Bunca çocuk gökten inmemişti ya! Peki ortalıkta olmadıkları zamanlarda nerede oluyorlardı? Günler içinde yetişkinlere karşı artan saldırıları, hırsızlıkları ile çocuklardan tehlike unsuru olarak bahsedilmeye başlanmıştı. Yetişkinlerin gözündeki yerleri bir anda değişmişti. Halbuki evlerinde o yaşlarda çocukları olanlar da vardı, hepsinin de çocuğu bir "çocuk". Korunmaya muhtaç ve masumlar. "Evet, çocuklardı, ama bizimkilere benzemeyen çocuklar." (s.33) diyor anlatıcı otuz iki çocuktan bahsederken. Peki, kim bu otuz ikiler? Anne-babaları yanlarında olmadan, o yaşta nasıl bir arada hayatta kalıyorlar? Gündüzleri görünüp geceleri ortadan kaybolan, aralarında bir lider görülmeyen ve en önemlisi de konuştukları dil anlaşılmayan bu çocuklar o günkü koşullarda baştan başa bilinmezliğin bir resmi. Ülkede konuşulan dilin "bozulmuş", farklı bir formunu yaratarak yetişkinlerin dünyasından kendilerini soyutladıklarını görüyoruz. Öte yandan, aralarında hareketlerini organize eden bir liderin görülmeyişi de yetişkinlerden onları ayıran diğer bir önemli nokta. Bir başka husus da çocuk dünyasının oyun oynama ihtiyacını yetişkinlerin anlamayışı. Bu, aralarında kurulacak sağlıklı iletişimi sekteye uğratır çoğunlukla. Bu sefer de öyle olur. Oyun hakkı elinden alınmış çocuklar, kendi oyun alanlarını yaratırlar doğal olarak. Onların bu ihtiyacını, Noel zamanı yoksul evlerin kapısına bırakılan paketlerin talan edildiği kısımda en iyi şekilde görüyoruz.


Tatlı çocuk imgesini yıkmak


Çocukların onca şeyi dağıtmak yerine neden alıp da saklamadıklarını anlamaz yetişkinler o zaman. Çünkü o çocukları öyle etiketlemişlerdir ki paketleri alıp götürseler sanki bekleneni yaptıkları için sorun olmayacaktır. Çalmaları kabul edilebilirdir o saatten sonra. Oysa onlar unları patlatıp parmaklarıyla gülen yüzler çizmişlerdir mesela. Tüm gece ortalığı birbirine katmış, aslında oyun oynamışlardır. "Dahası o çocuklarda 'normal' çocukların asla ulaşamayacağı bir mutluluk ve özgürlük olduğunu, çocukluğun onların oyunlarında bizim çocuklarımızın kurallı ve yasaklarla dolu oyunlarına kıyasla çok daha iyi ifadesini bulduğunu düşünüyordum."(s.38) itirafında bulunur romanın anlatıcısı da.


"Tatlı çocuk" imgesini yıkarak büyüklerin gözünde günahsızlıklarını kaybeden bu çocukları "kasap" yapan olaylara odaklanıyor yazar metin boyunca. Bunu da tüm yetişkinler adına o dönem sosyal hizmetlerin başında görevli olan anlatıcı tarafından itiraflar yoluyla yapıyor. Yaşları farklı otuz iki çocuk kendi aralarında yetişkinlerden daha barışçıl hâlde yaşıyorlardı. Bu farklılığa sebep olan neydi? Roman boyunca biz de onu arayıp duruyoruz karakterle birlikte. Yetişkinlerin sanıldığı kadar iyi, düşünceli olmadıklarını görmüşlerdir belki de yalnızca. Taraf değiştirip o dönemde dünyaya San Cristóballi bu çocukların gözünden baktığımızda olan biten daha bir anlaşılır geliyor. Büyüklerin dünyasına ait şeyleri reddeden çocuklar söz ettiğimiz; onların dilini konuşmayıp kendilerince yeni bir dil inşa eden, para ile alışveriş yapmayıp takası devam ettiren... Fakat tüm yaptıklarının sebebi anlamaya çalışılmaktan öte, bir fare sürüsü yakalamaya çalışır gibi köşede kıstırılmaya çalışılmaktan kaçamazlar. Yetişkinlerin gözündeki masumiyet miti zedelenmiştir bir kere çünkü. Kitapta çocukların gözünde dünya dokunulması yasak olan, yetişkin gözetmenlerle dolu bir müzeye benzetilir. "Her şey yekpâredir, her şey onlardan önce, hatta ezelden beridir vardır. Karşılığında sevgi alabilmek için masum olduklarına dair miti yaşatmak zorundadırlar. Masum olmaları yetmez, bunu göstermeleri de gerekir." (s.82) Onlar da kendilerine hiyerarşinin olmadığı bir dünya inşa ederler, başka bir medeniyet. Bu, yetişkinlerin onlara bahşetmediği, çocukların kendilerinin yarattığı bir uzlet alanı olarak düşünülebilir. Bir noktada buna mecbur kaldıklarını düşünmüş olabilirler. Çocukların dünyasından rengi almak mümkün değildir. Karalıkta bile ışığı bulmayı başarırlar. Fırsat verilmediğinde de kendilerine bir yol bulabilmek için sonuna kadar giderler. Bu romanın sonunda ben "Yetişkinler göründükleri kadar masum ve iyi niyetli midir?" diye düşünmeye başladım. Üzerinde durulması gereken yetişkinlerin çocukları rahat bırakmayışlarıdır belki de. Onlara sürekli sevimli olmak, şirin görünmek gibi bir misyon yüklenmemelidir belki de. Andrés Barba'nın bu etkileyici romanını okuyan çoğu kişinin kitaptaki karakterle birlikte bu noktaları sorgulayacağı fikrindeyim. Başarılı kapak tasarımıyla da (Virginia Elena Patrone) okuyucuları daha baştan cezbedeceğini düşünüyorum.


*Bir hafif büyülü ışık ile

Yarı aydınlık olan bütün yollar

Onu bulmak için mi böyle uzar?



IŞIKLAR ÜLKESİ

Andrés Barba

Çeviren:Züleyha Yılmaz

Notos Kitap

2021







bottom of page