top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Cıs: Mutlak gerçekliğin bir adım ötesinde...


Cıs okuru başka dünyalara götürerek, bir süre peşinde sürükledikten sonra, kendi dünyasına döndürerek, durduğu yerde daha sağlam durmasına vesile olabilecek bir kurmaca. "Gerçeği en iyi şekilde ifade edebilmek için, olur ya, bazen gerçeğin ötesinde, büyülü bir boyuta geçerek, bir şeyleri anlatmak zorunluluk haline gelmiş olabilir mi?"

Sitare Kanşay Sarayönlü, Hakan Sarıpolat'ın dikkat çeken ilk öykü kitabını değerlendirdi.


Sitare Kanşay Sarayönlü


Yayımlandıktan kısa süre içinde ikinci baskısını yapan Cıs adlı öykü kitabıyla dikkatleri üzerine çekti Hakan Sarıpolat. Oysa biz kendisini kitabı yayımlanmadan önce Varlık, Notos, Patika, Lacivert, Hece Öykü, Öykü Gazetesi, Altı Yedi, KE, Trendeki Yabancı gibi platformlarda yayınlanan öykülerinden ve inceleme yazılarından tanıyoruz. Kayseri’de doğan, Kaş’ta büyüyen Sarıpolat, Anadolu Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği mezunu bir öğretmen. 2019 yılında Satılık Melek Tüyü adlı öyküsüyle Giovanni Scognamillo adına verilen GİO Öykü Başarı Ödülü’nü aldı. 2020 yılında, kitabına adını veren, Cıs öyküsüyle Alt Kitap Öykü Seçkisine girdi. Bu yazıda Sarıpolat’ın merakla beklediğimiz kitabın genel yapısını inceleyeceğiz, “Cıs” öyküsüne daha yakından bakacağız.



Sarıpolat’ın temel meselesi


Kitapta sekiz öykü yer alıyor. Öykülerde büyülü gerçeklik akımının izleri var. Olağandışı durumlar yaşayan sıradan insanların hikâyelerini anlatıyor yazar. Tanışmamış, hatta karşılaşmamış olsak bile her karakteri yaşamımızın bir parçası hâline getiriyor. Köydeki dayımız, sokağımızın köşesindeki kahvehanenin çaycısı, ev temizliği işçisi kocası ölmüş bir kadın, birkaç kez uğrayıp esans aldığımız yaşlı bir amca, apartmanımızdaki Emekli Ali Efendi ya da lisedeki öğretmenimiz… Her biri yaşantımızda olabilecek bu kişilerin gerçekliği daha başlangıçta öykünün içine alıveriyor bizi. İnsanların yanı sıra hayvanların, eşyaların, doğanın, ağaçların da ayrı karakterler olarak ele alındığı, hatta dile geldiği öykülerde yazar, aşina olduğumuz gerçeklikle bizi avucuna alsa da öykünün bir yerinde mutlak gerçeklikten ayrışan, tüm doğallığıyla, öylece, bambaşka yerlere savrulan, yine de bütünlüğünden bir şey kaybetmeyen anlatılar kuruyor. Ana karakterlerle birlikte, yan karakterlerin de incelikle işlendiği metnin yalın ve ayrıksı atmosferi okuru ayak basılmamış âlemlere sürüklüyor. Temel meselesinin kurgu olduğunu ve okuru bulunduğu yaşamdan uzaklaştırıp başka dünyaların içine atabilmeyi misyon edindiğini ifade ediyor Sarıpolat. Bu anlamda yazarın amacına ulaştığını varsayabiliriz. Ancak her şey bununla bitmiyor, hatta bu bir başlangıç.


Öykünün Konusu


Cıs adlı öykü aynı yerde, bir köy kahvehanesinde, birkaç saatlik bir süreçte başlayıp sonlanmasına rağmen, geçmişe dönüşlerle bir yıl öncesine uzanan bir hikâyeyi anlatıyor. Zamansız bir anlatı bu. (Günümüzde geçiyor olabilir mi diye düşünmüyor değiliz) Mevsimlerden kıştır. Karlı bir günde, okura uzak hissiyatı veren, dağlık bir köydür mekân. Kahveye gelen Kurt adlı karakter ile kendini Baykuş’a benzeten, hikâye anlatıcısı, karakter arasında geçen diyaloglarla öğrenir okur olan biteni. Anlatılan, bir yıl önce, gene bir kış günü, ortadan kaybolan Halil Öğretmen’in başına gelenlerdir. Ayı kaçırmıştır Halil Öğretmen’i. (Yoksa başka şeyler mi gelmiştir başına) Ya da anlatılan aslında Halil Öğretmenin hikayesi değil midir? Anlatılan başka şeyler midir? Okurun metaforlarla örülmüş hikâyenin içindeki hikâyeyi (ya da hikayeleri) anlamak için biraz zamana, eni konu olan biteni kafasında evirip çevirmeye ihtiyacı mı vardır? Okur metaforları çözmeye koyulursa paranoyak düşüncelere kapılabilir mi? Öncelikle belirtmeliyiz ki ucu açık bir hikayedir bu. Burada yazar temel meselesini çözmüş, öyle bir kurgu kurmuştur ki, okurun kafasını epey meşgul edeceğe benzer.


Cıs öyküsündeki Cıs


Cıs'ın kelime anlamı olarak okura çağrıştırdığı ilk şey, pek çoğumuzun çocukluğundan gelen bir alışkanlıkla, sakıncalı, tehlikeli olana dokunmama uyarısıdır. Yazarın “Kalpaktan damlayan kar suyu sobanın üstüne düşüp, cıs diye bağırdı. Birkaç saniye can çekişip yok oldu,” ifadesinde kullandığı uyarıcı sesin ötesinde, kelimenin diğer anlamını öykünün tamamında metaforik olarak kullanıldığını düşünmemiz için sebepler var. Neden cıs?


Kalpaktan damlamaktadır su. Buzdan bir heykel gibi dikilen, ısındıkça kendi rengini alan Kurt’un kalpağından. Kalpak ve heykel öyküde pek çok yerde vurgulanır. Okurun kafasında bir imgelem belirmeye başlar. Geçmişe gideriz ya da geçmiş bize gelmiştir.


Suların sobanın üzerine düşerek cıslaması, yazarla aynı kuşaktan okura, çocukluğunun anılarından birinde, mutlaka, bir odaya kurulmuş sobanın üstünde kah çaydanlıktan sıçrayan, kah çamaşırdan damlayan bir damlayı anımsatarak empati yaptırır.


Nuri Bilge Ceylan’ın kendi yaşamını konu aldığı Kasaba filminde de rastlarız bu imgeye. Yazar selam mı çakmıştır bilinmez, Kasaba filminde de köy vardır, öğretmen vardır, karlı bir kış vardır ve okula evinden koşarak gelen çocuğun buz kesmiş ayaklarından çıkarttığı çorapların suları cıslar sobanın üstünde. Bu anlamda cıs soğukla mücadele etmek için hâlâ ilkel yöntemleri kullanan, insanların çaresizliğinin sesi olabilir mi? Yoksa mücadele edilen şey sadece soğuk değil midir?


Kurt ve baykuş



Kurt, öykünün girişinde “Kurt, üstünde birikmiş karı silkeledikten sonra kürkünü çıkarıp sobanın başına astı,” ifadesinde insan mı, hayvan mı olduğu anlaşılamaz bir varlıktır. Öykünün devamındaki tasvirlerle, okuru fazla merakta bırakmadan, insan olduğu anlatılır. Ancak, Kurt karakterinin, adını aldığı hayvana benzer özellikleri vurgulanmakta; diğer ana karakter sıklıkla kendini baykuş olarak tanımlamaktadır. Yazarın öykü karakterleri çizmek için hayvansı özelliklerini ön plana çıkartmasından kaynaklıdır bu.


Kurt bir isim değil. O zaman karakterin adı neden kurttur, diye sormalıyız. Kurt, birçok mitolojide yer alan güçlü, yapılı, atik bir hayvandır. Bundandır ki Romalılarda, Kızılderili efsanelerinde olduğu gibi, Türk Uygarlıklarında da önemli bir simge haline gelmiştir. Oğuzlarda erkek kurt büyük seferlere önderlik eden milli kılavuzdur. Bizim milli kılavuzumuz kimdir, diye düşünen okur kendini metaforlara fazlaca mı kaptırmıştır? Avının kokusunu iki buçuk, üç kilometreden dahi alabilen, iz sürücü hayvanlardır kurtlar. Öyküde, ironik bir biçimde, Halil Öğretmen’i bir yıldır, gece gündüz aramayı iş edinmesine rağmen, bulamayan kişidir Kurt. İşini gücünü bırakıp iz peşine düşen, ancak bulamadığı için öfkelenerek, vicdan azabı çekendir.


Baykuş ise karanlıkta olan biteni görebilen ve duyabilen hayvandır. Bu yüzden baykuşun ağzından dinleriz olan biteni. Olaylar gece cereyan ettiği için baykuş kimselerin görmediğini gören, duyandır. Fadime Uslu’nun ifadesiyle söylemek gerekirse “öykünün gözü kulağı”dır bir yerde*.


Öyküde ışığın, kurgunun ana ögelerinden biri olduğu hissedilir. “Ayın ölgün ışığı evlerin kararmış suratlarında titreşiyordu,” derken, “Ay ışığı içeriyi o kadar az aydınlatıyordu ki gözlerim büyüdü, baykuş gözlerine gördü derken,” “Işık yok denecek kadar azalmıştı,” ya da “Gözlerindeki sönmeye yüz tutmuş ışığı görür görmez yerdeki şeyin Halil Öğretmen olduğunu anladım,” derken ışıkla yön bulur metin. Öykünün finalinde, ışığın karşıtı olarak “karanlık” kavramının ön plana çıkartılmasıyla, metaforik anlamlar da yavaş yavaş çözülmektedir okurun zihninde.


Cıs öyküsünde köylü


Öykünün başında Kurt köylünün suratına teker teker tiksinerek bakar. Bu okurun kafasında soru işareti bırakır. Sonrasında sık sık terslenen, azarlanandır köylü. “Takındığı yapmacık ciddiyet ve üstüne sinmiş ekşi kokuyla yanaştı,” cümlesinde Yakup Kadri’nin Yaban eserindekine paralel negatif bir bakış sezeriz köylüye karşı.


Konuşursa köylüyü darmaduman edecektir Kurt ama konuşmaz. Ağzının içinde dolaştırdığı küfrü, işe yaramayacağını bildiğinden, yutar. Halil Öğretmen’in derme çatma okulu adam ettiği, köyün bütün çocuklarına okuma yazma öğrettiği, burayı kendi memleketi gibi gördüğü vurgulanır. Sonra…Kalpaktan bir damla daha damlar. Cıs…Belli ki köylüyü eğitmeyi görev bilmiş, idealist bir öğretmendir Halil. Aydınlık bir yüzdür. Ama olmamıştır, başaramamıştır.


Öykünün sade dili, düz, dolambaçsız cümleleri ve son derece anlaşılır hikayesine rağmen bir çam kozalağı gibi katman katman açılan bir yapısı var. İçindeki anlama, öze ulaşmak için okuru sabırlı ve sorgulayıcı bir okuma deneyimi bekliyor. Düşündükçe anlam bulan, anlam buldukça alakasızmış gibi görünen kısımların birbirine görünmez bağlarla, ama sımsıkı, bağlandığı, oyalayıcı ama bir o kadar keyifli bir eser bu.


Gerçekliğin neresindeyiz?



Öykünün sonlarında bir düşün peşine takar yazar okuru. Baştan sona, ilmek ilmek dokuduğu büyülü bir kurmacanın tüm düğümlerinin çözüldüğü düştür bu. Karanlık bir kâbustur aslında. Hepimizin kâbusu. Baykuş karanlığın içinde yine her şeyi görecek ve duyacaktır. Bununla kalmayacak bizi de dahil edecektir illüzyonuna. Okur baykuşun gözleriyle görür, kulaklarıyla duyar adeta. Karanlığın içinden bakan, sürekli izleyen, kırmızı gözleri görür. Nefretle bakan bu gözler, finalde büyür ve daha acımasız bir hal alırlar. Anlatıcının mücadelesi, ardı sıra gelen okurun da mücadelesi haline gelir. “Yaşayacaksın hocam, yaşayacağız,” sözleri mücadelenin mihenk taşıdır. Yazarın sorunsalı mesaj vermek değildir elbet ama hangimiz kendimizi olup bitenden soyutlayarak yaşamımızı sürdürebiliriz ki?


Yaşadığımız çağda, dünyamızda ve coğrafyamızda mutlak gerçeklik kavramının sınırları gittikçe bulanıklaşmıyor mı? Neyin mutlak gerçek, neyin kurmaca olduğunu anlamanın güç olduğu zamanlarda yaşamak payımıza düşmüş olabilir mi? Olağan ile olağandışının, ideal olan ile sıradan olanın, hayal, kâbus ve gerçeğin iç içe geçtiği bir yanılsamalar denizinde kaybolmamak için tutunmamız gereken şeylerden biri olabilir mi büyülü gerçeklik? Hatta gerçeği en iyi şekilde ifade edebilmek için, olur ya, bazen gerçeğin ötesinde, büyülü bir boyuta geçerek, bir şeyleri anlatmak zorunluluk haline gelmiş olabilir mi?


Cıs okuru başka dünyalara götürerek, bir süre peşinde sürükledikten sonra, kendi dünyasına döndürerek, durduğu yerde daha sağlam durmasına vesile olabilecek bir kurmaca. Ve sonra…Kalpaktan bir damla daha…Cıs.



*Fadime Uslu, Öykünün Gözü Kulağı, Notos Öykü Dergisi, Sayı:84, Ocak-Şubat 2021



CIS

Hakan Sarıpolat

İthaki Yayınları

2021.


bottom of page