top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Hayata, zamana, coğrafyaya ve aileye topyekün Direniş

Aynur Kulak, Julian Fuks’ın Direniş adlı romanı üzerine yazdı: "Direniş ilk etapta anılardan ibaret bir anlatı romanı gibi algılansa da aslında bir ulusun kökeninin tarihi."


Alt yapısı sağlam bir hikâyeyle karşı karşıya olduğunuzu anladığınız anda elinizde tuttuğunuz kitap bambaşka bir boyut kazanıyor. Hikâye ister günümüzde geçsin isterse de bin yıl öncesinde! Hikâyeyi okumaya devam etmek istiyor ve gerçekten ne olup bittiğine dair fikir sahibi olmak istiyorsunuz. Çünkü zihninizde sağlamlığı su götürmez, direnci yerinde bir yapı ile karşı karşıya olduğunuz fikri uyanıyor. Hayata, zamana, coğrafyaya, olaylara, insanlara, aileye, kardeşlere topyekün bir direniş. İşte bu “direniş” gücü bazı edebiyat metinlerinin en önemli kavrayış unsuru. Brezilyalı yazar Julian Fuks’ın Direniş romanı da bunun güzel örneklerinden.



Arjantinli bir ailenin çocuğu olarak Sao Paulo’da doğan Julian Fuks’ın ilk romanı 2004 yılında yayımlandı. Direniş’in Jabuti Edebiyat Ödülü (2016), Oceanos Edebiyat Ödülü (2016), José Saramago Edebiyat Ödülü (2017), Anna Seghers Ödülü’ne (2018) layık görülmesi ve uluslararası Dublin Edebiyat ödülü adaylığı ile İngiliz PEN Edebiyat ödülü adaylıkları getirmesi Julian Fuks’ın çağdaş dünya edebiyatının dikkat çeken yazarları arasına girmesini sağladı. Direniş romanını okuduğumuzda da bunun bir tesadüf olmadığını anlıyoruz.

Direniş, ana konusu itibariyle evlatlık alınan abisinin hikâyesini -bir göç hikâyesi esas alınarak- köklenememe üzerinden bize anlatan Sebastian’ın duygu ve düşüncelerini yazıya dökerek anlatmaya başlamasından oluşuyor. Çünkü hikâye ilerledikçe Sebastian’ın evlatlık abisiyle -ve temelde köklenememiş ailesiyle- ilgili bir roman yazma sürecini yaşadığını anlıyoruz. Çok sancılı bir süreç bu. Çünkü, hem Sebastian’ın çocukluğundan itibaren getirdiği ruh halinin sebeplerini hem anne ve babasının kökenlerinden dolayı yaşadıkları zorunlu sürgünleri hem de abisinin evlatlık olmasının -öncelikle abisinin üzerindeki etkisi ile- çekirdek ailede yaşanan hassas dengeler adına nelere sebebiyet verdiğini okuyoruz. Aile olmak güç ve fonda anlatılan diğer tüm güçlü etkilere karşılık dirençli olmanın şart olduğu psikolojik, sosyolojik, siyasi oluşumlar adına tarihi bir süreci de beraberinde getiriyor.


Sebastian ailesiyle birlikte çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşadığı Arjantin sokaklarındadır yeniden ve ailesiyle birlikte yaşadığı evdedir. Birçok anı ve hatıra canlanır. Sebastian’ın anne ve babası tıp eğitimi almış psikiyatristlerdir ve 70’lerde cunta dönemini yaşamak zorunda kalmış devrim destekçileridir. Özellikle ataları Yahudi olan babası devrimi içerden destekleyen yapısıyla işkenceye maruz kalarak ailenin sürgün yemesine sebebiyet vermiş, hatta bu uğurda Katolik inancına sıkı sıkıya bağlı İtalyan kökenli annesi kadar çocuk sahibi olmak istemeyerek ailenin yazgısını değiştirmiştir. Uzun yıllar çocuk sahibi olmayan aile ilk etapta bir erkek evlat edinir. Sebastian ve kız kardeşi daha sonra doğar. İlerleyen sayfalarda şunu anlarız ki, direnilse de cunta döneminin ağır koşullarını yaşayarak yoksullaşan toplumda doğan çocuklara bakmak zor olduğundan evlatlık verme elzem hale gelmiştir. Evlatlık abisini son derece duygusal, naif, yer yer de şiirsel diyebileceğimiz şekilde anlatan Sebastian’ın anlatısı cunta, göç, sürgün şartları ile sert politik bir yapıya bürünerek romanın en önemli fonunu oluşturuyor. Direniş unsurlarını Sebastian’ın her adımında hissetmememiz neredeyse imkansızlaşıyor.


“Nasıl direnileceğini öğrenmek gerekiyor. Ne gitmeyi ne de kalmayı, yalnızca direnmeyi öğrenmek. (…) Direnmek: Talihsizliği korkusuzca kabull