Öykü: Affedersiniz
“Neden kendisini başkalarını sevdiği kadar çok sevmemişti. Eğer sevseydi burada olur muydu?”
Büşra Yabanigül
Karşıdan gelen adam izmaritini ona doğru fırlattı. Günlerdir yürümekten tozlanmış çizgi çizgi iz yapmış ayakkabılarının önüne düştü. İlk kez bu kadar görünmezdi. Üzerinde kırışmış füme renkli paltosuyla ağır ağır ilerliyordu. Bir başkası yanından geçerken omuzuyla çarptı. Sanki hiçbir şeye çarpmamış gibi yoluna devam ederken adam çarpılmanın şiddetiyle dengesini kaybetti. Arkasından okkalı bir küfür savurdu, duyulmadı. Kimse dönüp bakmadı.
Elinde tuttuğu büyük zarf dosyayı kolunun altına sıkıştırdı. Defalarca açılmış, kenarlarından yırtılmaya başlamış dosyaya son kez bakmak için gözüne kestirdiği banka oturdu. Tıpkı okul zamanlarında henüz daha küçücükken sıraların ona kocaman geldiği zamanlarda olduğu gibi, sıranın en ucuna, kıpırdasa, biri dokunsa düşecek gibi oturdu. Kumral, dümdüz saçlarını gözlerinin önünden arkaya doğru attı. Hafta sonları bu parka annesiyle geldiği zamanları uzaklara bakarak izledi. Aradan geçen yıllar silmemişti belleğindeki izleri. Gökyüzünde bazen sürü halinde uçan kuşları dikkatle izleyişleri bazen de gemileri sessizce uzun uzun izleyişleri takıldı gözlerine. Bir an sonra kesildi zihnindeki görüntü. Annesiyle vedalaştığında gözlerinden akan yaşları sildiği gibi silmedi bu kez. Ağlayacak fazla bir şey kalmamıştı artık. Anneler bilirdi evlatlarının yüreğini. Kötülüklerinin sınırını da bilirdi. Ama bu kez bilememişti. Gençlik denen şeyin insana nasıl hatalar yaptırabileceğini öngörememişti. Yıllarca, ceza çektiği yere oğlunu görmeye bıkmadan gelmişti annesi. Her ziyaretinde içini daha çok öfke kaplıyordu. Annesinin, içindeki iyiliği görme konusundaki ısrarı ve inancı omuzlarına yük gibi biniyordu. Kurtulmak istiyordu o yükten. Defalarca söylemişti oysa. “Ben yaptım anne. Evet, ben öldürdüm.” demişti. İnanmamıştı annesi. İnansaydı, umudu kesseydi, bir daha onu ziyarete gelmeseydi aklı annesinde kalmayacaktı. Belki ebediyen kendisinden nefret edecekti ama en azından suçsuz yere içeride olduğu için her gün kahrolmayacaktı. Umut bazen insanın içini kemirirdi. Hiç tükenmedikçe yerdi derinden. Bitmeliydi umudu. Böylesi annesi için daha kolay olacaktı.
Yirmili yaşlarının başlarında, yaka paça alınmıştı evinden. Bir anne yirmi üç yıl umutla bekleyemezdi, beklememeliydi. Son duruşmada eski kız arkadaşının ayağa kalkıp “Tahir, sevgilim olduğu halde benimle görüşmek istiyordu. Çok kez reddettim onu. En son öfkeden deliye döndüğü bir gün, sevgilimin evine giderek onu öldürmüş.” demişti. Tahir suçu üstlenmiş, annesinin yüzüne bakamadan ellerinde kelepçelerle ayrılmıştı salondan. Biricik sevgilisinin hapse girmesine razı olamazdı. Yapamazdı o. Narindi, çabuk hasta olurdu. Ziyarete yalnızca bir kez gelmişti eski sevgilisi. “Bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Sana minnet borçluyum.” demişti. Sonraki günlerini pişmanlık içinde geçirdi. Uzun zamanı vardı düşünmek için. “Neden kendisini başkalarını sevdiği kadar çok sevmemişti. Eğer sevseydi burada olur muydu?” Peki ya biricik sevgilisinin o adamın evinde ne işi vardı? Belki düzgünce konuşmak, peşini bırakmasını söylemek için gitmişti. Ne yaşandıysa o gün o evde, Tahir hiç bilmedi bunların cevabını. Yastığını yumrukladı günlerce. Her aklına düştüğünde duvarları yumrukladı. Gelmemişti sevgilisi bir daha. Orada, hayatı boyunca kendisinin tıpkı okul sıralarında oturduğu gibi hep en uçta, düşecek gibi, sığıntı gibi, yancı gibi, omuzuna var gücüyle çarpılan, ayağına basılan görünmeyenler için bir kitap yazdı. “O”
Annesinin ölüm haberini aldığında çıkmasına sekiz yıl vardı. İçi bir nebze olsun rahatlamıştı. Daha fazla umutla yaşamayacaktı annesi. Çok özlüyordu onu.
Elinde tuttuğu dosyayı son kez açtı. Yayın evine ricası kabul edilmişti. Kitabının ön sayfasında annesinin fotoğrafı olacaktı. “Bana olan inancın için sana minnettarım anne.” yazacaktı. Oturduğu banka iyice yerleşti. Sırtını bu kez yasladı. Ayaklarının dibine atılan izmarite küçük bir vuruş yaptı. Adam Tahir’e dönüp “Affedersiniz” dedi. Yere eğilip izmariti aldı.
コメント