top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Şafak Baskını

"Çekmeceden yıllardır kullanmadığım, atmaya da kıyamadığım dandik kırmızı ruju çıkarttım. Bastırarak sürdüm dudaklarıma, hıncımı dudaklarımdan alır gibi."


Zeliha Altuntaş


Aslında beni severdi. Ama şimdi anlıyorum ki başka şeyleri daha çok sevmiş. Mesela ismini hiç söylemediği, beni hiç tanıştırmadığı arkadaşlarını, evin muhtelif yerlerine gizlediği kitapları, diken üstünde yaşamayı, davasını... O gece, “Çok geç olmadan dönerim” deyip çıktığı ve dönmediği o gece anladım her şeyin bittiğini. O, hiçbir şeyin farkında olmadığımı sanıyordu ama ben her şeyin farkındaydım. Üstelik ben sadece geride yapayalnız kalan olmayacaktım, bir de suçlu olacaktım. 


Apartmandakiler biliyordu, on aydır birlikte yaşıyorduk. Bir şeycikten haberim yok desem, “İnsan on aydır koynuna girdiği adamı bilmez mi?!” derlerdi. Polis de der miydi? Derdi. O gece bitmeden geleceklerdi, biliyordum. Onlara anlatacak hiçbir şeyim yoktu, kaçacak yerim ve enerjim de... Ben de evimde son bir kez en iyi bildiğim şeyleri yapmaya karar verdim. 

Gece saat ikiydi. Mutfağa gidip patlıcanları çıkarttım dolaptan. Çizgili çizgili soyup tuzla suya attım. Tezgahın üzerinde öğlenden çözülsün diye bıraktığım kıymayı alıp tavanın içine koydum. Yere dökülen kanlı suyunu hiç umursamadım. Karnıyarık yapacaktım. Patlıcanları kızartırken pencereyi açtım. Mahalleli kokunun tatlı bir yaz gecesi rüyası olduğunu düşünecekti. Ta ki ben o şarkıyı açıp yüksek sesle dinleyene kadar. Önce üst kat komşum vurdu, tak tak. Onun “Kes şu sesi” deme biçimiydi. Çok sık yapmak zorunda kalmazdı bunu ama bilirdim. Sonra dışarıdan birkaç isyan eden ses duydum, duymazdan geldim. Yatak odama gidip dolaptan en şık kıyafetimi seçtim. Siyah, yakası incilerle süslü, eteğinin altından tül çıkan elbisemi. 


Tuvalet masasının önündeki pufa oturdum. Aynanın kenarına iliştirdiğim fotoğrafımıza bakmamaya çalıştım, onunla göz göze gelmeye dayanacak gücüm yoktu. Çekmeceden yıllardır kullanmadığım, atmaya da kıyamadığım dandik kırmızı ruju çıkarttım. Bastırarak sürdüm dudaklarıma, hıncımı dudaklarımdan alır gibi. Onların suçu neydi? Hayır hayır! Onlar suçluydu; onlar değil miydi o adama evet diyen, onlar değil miydi onun dudaklarını öpen, onlar değil miydi hayatında dönen garip şeylere ısrarla kilitleyip kendini susan... 

Loş oda, kirli ayna, siyah elbise ve soluk yüzümden oluşan anın görüntüsünde, kırmızı bir leke gibiydi dudaklarım ve öyle kalacaktı; bu gece kimseyi öpmeyecektim ve mutfakta pişen yemeği yiyemeyecektim. Müziğin sesini biraz daha açtım, salonun ortasında dans etmeye başladım. Her adımımda bir yaş yaşlanıyordum sanki. Kendi etrafımda dönüp durdukça dünyayla olan bağım kopuyordu. Evin kapısına şiddetle vurulan yumrukların sesiyle geldim kendime. Saate baktım, sabah olmak üzereydi. Polis dayanmıştı kapıya. Kapıyı açmak istemedim onlara. Nasıl olsa bir şekilde içeri gireceklerdi ve ne şekilde girecekleri kaderimi pek de değiştirmeyecekti. Dans etmeye devam ettim, herkes kendi işini yapmalıydı. Şafak baskınına gelen polisler kapımı kırarak içeri girerse kendilerini daha iyi hissedecekti, ben de biraz daha dans edersem kendimi daha iyi hissedecektim.


İçeri girdiklerinde durdum. Polisler şaşkın bir şekilde beni izliyordu. Bir tanesi dumanların geldiği mutfağa koşup ocağı kapattı. Adam mutfaktan söylenerek geldi: “Deli misin be kadın, yangın çıkacakmış evde!”. Zararsız gördüklerinden olacak yere yatırmadılar, kelepçe bile takmadılar. Ben iki kolumda polislerle evin kırılan kapısından çıkıp komşuların hayret ve acıma dolu bakışları eşliğinde polis aracına götürülürken evin her köşesi didik didik arandı. Hiçbir şey bulamamışlar. Sorgu çetin geçti o yüzden. Onlara bilgi vermemi istiyorlardı ama ben de bir şey bilmiyordum ki. Bendeki şeyler de onların işine yaramazdı; aşk, hüzün, hayal kırıklığı, ümitsizlik... 


Akşama kadar süren sorgudan herkes yorulmuştu, nezarethaneye koydular beni. Aynı filmlerdeki gibiydi, parlak mini etekli hayat kadınları bile vardı. Elbisem dizimin altında bitmese, ayağımda düz ayakkabılar olmasa ben de onların arasında kaynayabilirdim. Beş dakika geçmeden içlerinden biri laf attı: “Sen neden buradasın güzelim?”. “Şafak baskını” dedim. Yanımda oturan kadın “Siyasetten uzak duracaksın” diyerek öteye kaydı. “Ben de öyle yaptım hep, ama o gelip kalbime girmiş” dedim. Ne anladılar beni, ne başka soru sordular. Bence de önemi yoktu, karnıyarık da yanmıştı zaten, şarkım da bitmemişti, dudağımdaki ruj silinmişti...

bottom of page