top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

“Hikayelerin dünyayı değiştirebilecek gücü içinde barındırdığına inanıyorum.”

Aynur Kulak, Sinan Sülün ile İş Hayatında Hikâyeleştirme / İş Hayatında Yeni Bir Perspektif kitabı odağında söyleşti: “Ben edebiyatın, özellikle de hikâyenin kullandığı algoritmaları ve teknikleri iş dünyasına anlatıyorum.”




Sinan Sülün, İş Hayatında Hikâyeleştirme / İş Hayatında Yeni Bir Perspektif kitabı ile günümüzün hızla değişen rekabetçi dünyasında, sadece ne söylediğimizin değil nasıl söylediğimizin de kritik bir öneme sahip olduğunu vurguluyor. Sinan Sülün ile iş dünyasının profesyonel iletişimde hikâyeleştirmeye verdiği önemi, iş dünyasında bu duruma istinaden Storytelling olmanın perspektiflerini, algoritmalarını, metaforları ve retorikleri konuştuk.


Sinan Sülün, üç kurgu kitabı Kırlangıç Dönümü (İletişim Yayınları – 2015) Karahindiba (İletişim Yayınları – 2020) ve Fazlalıklar (İletişim Yayınları – 2020) sonra bir kurgu dışı İş Hayatında Hikâyeleştirme / İş Hayatında Yeni Bir Perspektif kitabı ile bizlerle buluştu. İş yaşamında ve profesyonel iletişimde, hikâyeleştirmenin önemini, bunun için kullanılabilecek teknikleri iş dünyasında gerçekleşmiş örnekler eşliğinde anlatan Sinan Sülün, günümüzün hızla değişen rekabetçi dünyasında, sadece ne söylediğimiz değil, nasıl söylediğimiz ve tüm bunları söylerken iyi niyetli olup olmadığımızın da kritik bir öneme sahip olduğunu vurguluyor. 



Sohbetimize edebiyata olan merakının, merak duygunun seni nerelere, belki de hiç planlamadığın ya da bu kadarını tahmin edemediğin noktalara seni nasıl getirdiğini konuşarak başlatmak istiyorum. Bir konuda uzman olmak için ya da karşı koyamadığımız şekilde dikkat kesildiğimiz konulardaki açık alanları yaratabilmek için merak ve istek en tetikleyici unsurlar oluyor, öyle değil mi? 

İnsanlar genelde beni iki farklı disiplinden tanıyorlar. İlk grup, roman ve öykü kitaplarımdan dolayı edebiyatçı olarak tanıyor. İkinci grup ise sadece iş dünyası ile çalışan bir storyteller (hikaye anlatıcısı) eğitmen ve danışman olarak tanıyor. Şimdilerde bu iki alan da yeni yeni kesişmeye başlıyor onların gözünde. 


Aslında kitapta bu yolculuğu anlatmak istedim. Bir anda iş dünyasına girip Storytelling alanında eğitmen, danışman olarak çalışmaya başlamadım. Noktalar yavaş yavaş birleşti. 

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdiğimde şunu anlamıştım; iktisatçı olmak istemiyordum. Yüksek lisans için Marmara Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’ne girdim bu yüzden. Okurken Hayvan Dergisi’ne muhabir arandığını duydum. Kalktım gittim. Metin Üstündağ ile Hatice Meryem oradaydı. Çeşitli sorular sordu Metin Üstündağ ama ben hiçbirine olumlu cevap veremedim. Çünkü daha önce hiç dergi ve gazetelerde çalışmamıştım. Sonra Hatice Meryem araya girdi ve birkaç soru sorduktan sonra, “Metin biraz deneyebiliriz Sinan’ı” dedi. Bu “deneyebiliriz” kelimesi benim hayatımın dönüm noktası oldu. 


Sonra dergiler kapanınca, hayatımı sürdürmek için üniversite diplomalarına başvurdum ve şirketlere girdim. Bir Amerikan şirketinde çalışırken Storytelling (Hikaye Anlatıcılığı) ile tanıştım. İlk başta şaşırdım açıkçası. Hikâye anlatımının nasıl iş dünyasında yeri olabilirdi? Sonra anladım ki yurt dışında bu işleri yapan danışmanlar ve eğitmenler algoritmalar üzerinden hareket ediyorlar. Bu alanı merak etmeye başladım. Zaten edebiyattan dolayı hikâye anlatmanın algoritmaları ile iş dünyasında olmaktan dolayı iş dünyasının işleyiş algoritmalarını biliyordum. Ben kendi algoritmalarımı oluşturup bu alanda çalışacağım kararını verdikten sonra 2015’te istifa ettim. Yaklaşık sekiz senedir profesyonel olarak hem şirketlere eğitmenlik ve danışmanlık yapıyorum hem de edebi eserler yazmaya devam ediyorum. 



Yazmış olduğun, Kırlangıç Dönümü (İletişim Yayınları – 2015) Karahindiba (İletişim Yayınları – 2020) ve Fazlalıklar (İletişim Yayınları – 2020) kitaplarının bu yolda sana çok faydası olduğunu düşünüyorum. Yani sadece okur olmak değil yazar tarafını da konuşmak önemli. Ya da yazar olan tarafının meraklı olan tarafını nasıl yarattığını. 

Evet, doğru söylüyorsun. Tabii ben algoritmalar ile yazmıyorum. Hiçbir yazarın da böyle yazdığını düşünmüyorum. Biz kitapları doğaçlama bir yetenekle yazıyoruz. Sonra geriye dönüp bakınca bizim doğaçlama olarak yaptığımız akışın bir algoritması, kolektif bilinçaltına işlenmiş bir yapısı olduğunu görüyoruz. 



Biraz edebiyatçılara özgü bir durum olabilir mi bu? Birincisi, iş dünyasının içinden çıkıp da bu işleri yapanlar var. Bir de senin gibi edebiyata boğazına kadar batmış biri olarak yapanlar var. Bir insan niye hikâye anlatır, sorusuna verilecek en doğru yanıtlar yine edebiyat üzerinden verilecek cevaplarla yolunu yordamını buluyor, ne dersin?

Tabii kesinlikle. Alberto Manguel Okuma Günlüğü kitabında, anlattığımız hikâyeler bizi ve içinde yaşadığımız dünyayı iyileştirebilir mi, diye bir soru soruyor. Hayatım boyunca bana neden yazdığım sorulduğunda, hep bir derdim olduğu için yazdığımı söyledim. Dertler bir hikâye üzerinden anlatıldığında karşılığını buluyor. Yaşadığımız evreni ve zamanı genişletiyor ve senin gibi insanlarla orada biraz daha mutlu ve huzurlu olabiliyorsun. Bu yüzden de hikâyelerin değiştirici ve iyileştirici gücünü hem bir okur hem de bir yazar olarak çok yakından biliyorum. Fakat burada çok ince bir çizgi var; bu değiştirici gücü, yani sanatın bu ince dokunuşunu iş dünyasına entegre ederken oradaki o naiflikte ve iyi niyette de kalınması gerektiğine inanıyorum. Ben ne anlatırsam anlatayım mutlaka o niyetten bahsederek, o algoritmaların iyi niyetli insanların elinde olduğunda bir anlamı olduğunu da söylüyorum. Yoksa bazı siyasetçilerin veya liderlerin elinde çok kötü sonuçlara yol açabiliyor. Hitler, Gobbels buna çok güzel iki örnek. Fakat aynı hikâye algoritmaları veya retorik teknikleri Atatürk’ün veya Gandi’nin elinde bağımsızlık mücadelesinin sözcüklerine dönüşüyor. Bu yüzden ben tamamen sözün çıktığı yere odaklanıyorum. Bu sözün çıktığı yer edebiyatın da başlangıç noktası aslında. Hangi niyet ve neden bunu yapıyoruz?



Sekiz yıl demiştin. Bu dünyadaki tecrübeni sekiz yıl sonunda bir kitaba dönüştürme fikri nasıl ilerledi? Masanın başına seni bu kitabı yazmak için oturtan sebepler nelerdi?

Ben ilk kez hikâyeleştirme eğitimlerine ve danışmanlıklarına başladığımda Türkiye’de bu alan çok bilinmiyordu. İlk dört beş sene hikâyeleştirmenin ne olduğunu, iş dünyasında iletişim için neden önemli olduğunu anlatmam gerekti. Çünkü bizim kültürümüzde “Bana hikâye anlatma!” diye argo bir söz var. Böyle bir kültürde iş dünyasına gidip, hikâye anlatmanın ne kadar önemli olduğunu söylüyorsun! Bu sebeplerden ben ilk dört beş sene ben bunun üzerine çok fazla düşündüm, çok fazla yazdım ve ürettim. İş Hayatında Hikâyeleştirme kitabındaki makalelerin yüzde yetmişi neredeyse Harward Business Review’de yazdığım makaleler. Ve bu makaleler çerçevesinde kitap oluşmuş oldu. Tüm bu sebeplerden dolayı biraz da alanı belirlemek ve çerçevesini çizmek için yazmak istedim kitabı.  


Günümüzde iş dünyasında iletişim için en önemli trendlerden biri minimalist iletişim; yani kısa ve öz konuşmak. Bunun için iki temel unsur var; biri metafor diğeri de retorik teknikler. Bunun ikisini bilirsen, çok karmaşık bir konuyu ya da çok uzun uzun anlatacağın bir konuyu çok basit ve çok kısa zamanda anlatabilirsin.



Eğitmenlik ve danışmanlık dünyasında gördüğüm -Avrupa ve Amerikalıların bizden daha iyi yaptığı şey- her konuda metodolojiyi iyi oturtmuş olmaları. Böyle olunca metodoloji ile insanların içselleştirmesi ve anlaması daha kolay oluyor. Bu yüzden ben de bir metodoloji üzerinden hareket etmek istedim. İki uç var aslında; bir tarafta edebiyatçılar var. Bunların hiçbiri algoritma bilmiyorlar ve tamamen iç sesleriyle ve sezgileri ile mükemmel eserler ortaya çıkarıyorlar. Bir tarafta da edebiyatla bağları çok güçlü olmayan ama erdemleri ve iyi niyeti ile olan, “Çalınan Dikkat”i fark eden iş dünyasından birileri var. Ben bunların ortasında duruyorum aslında. 


TEDX’te bir konuşmayı nasıl yapacaksınız mesela? orada bir matematiksel bir model kurman gerekiyor. Giriş şöyle olacak, gövde böyle olacak, kapanış da şu şekilde yapılacak. Yani bir metodoloji kurulduğunda insan çok daha rahat bunu alıp, uygulayabiliyor. 

Bir de iş dünyası için 20. Yüzyıldan gelen sol beynin, yani analitik, mantıklı ve lineer olmanın yüceltildiği bir gelenek var. Şimdi yeni yeni değişiyor bu durum ama bu sol beyne hitap edecek bir yapı kurman gerekiyor. Örnek vermem gerekirse; İyi bir hikâye nasıl başlar; iyi bir hikâye dikkat çekici bir girişle başlar, vaat verir, merak uyandırır. İyi bir konuşma da böyle olmak zorunda. Bu üç şeyi yaparak başlamalıyız. Ya da iyi bir hikâye çatışma kurar, bir kontrast yaratır. O zaman iyi bir konuşmada bir kontrast, bir çatışma olmalıdır. Ben edebiyatın, özellikle de hikâyenin kullandığı algoritmaları ve teknikleri iş dünyasına anlatıyorum. 



Peki ne kadar tarafların bunu, bu karşıt durumları, özümseyebildiğini düşünüyorsun?  Metodik olanın arasına ne kadar sızabildiğini düşünüyorsun? 

Çok fazla sızabiliyorsun aslında. İnsanlar sizi dinlemiyorsa bunun sorumluluğu sizdedir, insanlarda değil. Çok sevdiğim bir fizikçi var; Richard Feynman. Hayatı çok ciddiye almadan ama mükemmel yaşayan birisi. En önemli katkısı, fizik gibi bir alanda bile storytelling’i yani hikâyeleştirmeyi kullanması. Çok güzel bir sözü var; “Bir şeyi basit anlatamıyorsan, anlamamışsın demektir”. Kesinlikle haklı. 


Günümüzde iş dünyasında iletişim için en önemli trendlerden biri minimalist iletişim; yani kısa ve öz konuşmak. Bunun için iki temel unsur var; biri metafor diğeri de retorik teknikler. Bunun ikisini bilirsen, çok karmaşık bir konuyu ya da çok uzun uzun anlatacağın bir konuyu çok basit ve çok kısa zamanda anlatabilirsin. Böyle yaklaştığında ve bunun da uygulamalarının iyi olduğunu gördüklerinde insanlar bunu kabul edip uygulayabiliyorlar. Yeter ki onların dünyalarından örnekler olsun. Bu yüzden iş dünyasındaki profesyonellerin ihtiyaçların ne olduğunu bilmek çok önemli. Dünyanın önemli iletişim ve sunum danışmanlarından birisi olan Nancy Duarte, “İletişiminiz yukarı doğru çıktıkça yapılandırılmış olmalıdır. ”der. Yani siz üst yönetime bir sunum ya da konuşma yapacaksanız kullanacağınız teknikler metaforlar, analojiler ve retorik teknikleri olmalıdır. Ama bir zirvede konuşma yapacaksınız hikâyeleri, konuşma mimarilerini kullanabilirsiniz. 


“İş dünyası ile sanat bir araya gelir mi, normalde gelmez. Çünkü artık yeni gelen kuşaklara hitap edemiyorlar. Yeni kuşak bir anlam, bir hikâye arıyor. Şirketler hikâyeyi ürün ve hizmetleri ile verebiliyor ama yaptığın işle de vermek zorundasın. Şirket olarak da lider olarak da yarattığın bu sistemde bir hikâye sunman gerekiyor.” 



Kitapta Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un artık power point sunumlar yerine yapılan işleri hikâyeleştirerek dinlemek istediğinden bahsediyorsun. İnsan tüm gelişmelere, ilerlemelere rağmen anlatma konusunda, ikna etme ve uygulamaya/eyleme geçilmesi konusunda tam olarak neyi veya neleri gerçekleştiremedi? İş dünyası literatürüne göre soracak olursam; çalışan, üreten insan yaşanan süreçlerde yaptıklarını anlatma konusunda hangi noktada başarısız oldu?   

Robert McKee diye bir beyefendi var. Senaryo ve edebiyat dünyasının yakından tanıdığı. Kendisi 80 yaşında. Seminerler veriyordu. İyi bir hikâye nasıl kurulur? başlığı altında. 90’lı yılların başında kapısını Google, IBM ve Microsoft’un yöneticileri çaldılar ve dediler ki, bize hikâyeleştirme konusunda danışmanlık yapar mısınız? Bu şirketler çok önceden şunu fark etmişlerdi; artık salt bilgi ile insanları ikna edemiyorsunuz. Bugün insanlar bir ürünün faydasından çok hikâyesi için satın alıyor. Yani salt bilgiyi bir görsel ve duygu ile verirseniz bu karşı tarafın duygusuna dokunuyor ve onu ikna ediyor. Bu yüzden de yaşadığımız dünyada iki temel şey var. Bir bütün ürünler ve bütün hizmetler birbirine benziyor ve dolayısıyla ikincil olarak insanlar da birbirine benziyor. Burada bizi ayrıştıracak tek şey yarattığımız hikâye veya onu anlatma biçimimiz oluyor. 

Bunu her zaman olduğu gibi ilk olarak önce şirketler fark ediyor. Şirketlerin fark etmesiyle  Storyteling bir iletişim disiplini olarak iş dünyasına giriyor ve sonrada yavaş yavaş alana yayılıyor.  Bu arada iş dünyası bizi sevdiği için iş dünyası ile çalışmıyorum, iş dünyası bize mecbur kaldığı için iş dünyası ile çalışıyorum. İş dünyası ile sanat bir araya gelir mi, normalde gelmez. Çünkü artık yeni gelen kuşaklara hitap edemiyorlar. Yeni kuşak bir anlam, bir hikâye arıyor. Şirketler hikâyeyi ürün ve hizmetleri ile verebiliyor ama yaptığın işle de vermek zorundasın. Şirket olarak da lider olarak da yarattığın bu sistemde bir hikâye sunman gerekiyor. 



Pandemi dönemini de konuşmak istiyorum, çünkü tüm dünyanın üzerinden silindir gibi geçen bir süreçti.    Ekonomik pazarın en büyük pay sahibi şirketler öyle bir noktaya geldi ki dijital sunumları istemiyorlar artık.  Zoom toplantılarında  genelde kameralar açık değil mesela. Beş duyunun tamamen yok sayıldığı sıfır his, sıfır duygunun sonucu olarak hikâye anlatıcılığına yeniden dönüş yapmak sadece yukarıda saydığım sebeplerden bıkmışlık olarak algılanmamalı öyle değil mi?

Bugün modern bir insanın bir insanın yüz bine yakın dijital uyarana maruz kaldığı biliniyor. Yüz yüze iletişimde seni dinleyen insanın zihninin yüzde ellisinin orda olmadığı ortaya çıkıyor. Yani anda kalma oranı yüzde elli. Şimdi bu yüz yüze iletişim senin bahsettiğin kameraların kapalı olduğu online iletişimde bu oran daha düşük. Dikkatli dinleme süreleri 8, 10 saniyeye düşmüş durumda. Sen böyle bir dünyada sunum yapıyorsun, insanlarla toplantı yapıyorsun, ders anlatıyorsun, bir panelde konuşma yapıyorsun, yirmi dakika, kırk beş dakika insanlar nasıl dinleyecekler? Dolayısıyla iletişimi güçlendirecek sanatsal tekniklere ihtiyaç var. İş dünyası bu teknikleri öğrenmek adına ciddi çalışmalar gerçekleştiriyor. 



Muhteşem Konuşmaların Sırrı Ne? diye çok dikkat çekici bir bölüm var kitapta. En bilinenleri TED konuşmaları TED X konuşmaları vb… gibi örnekler veriyorsun. Kimler, neden seçiliyor bu konuşmalar için? Neden herkes TED konuşmacısı olmak istiyor?

Neden herkes TED konuşmacısı olmak istiyor? Buradan başlayım. Bu yaşadığımız yüzyılın -Andy Warhol’un meşhur sözünde olduğu üzere- insanlar aslında TED konuşmacısı olmak istemiyor, insanlar popüler olmak istiyor. TED konuşması yerine sana video çekeceğiz, şarkı söyle desen de kabul eder, kitap da yazar, ceo da olur, her şeyi yapar. Herkesin her şeyi yapabildiği veya her şey olabildiği bir dünya yaratıldı. Günümüzün en büyük sorunu bu. İnsanların farkındalığı, kendisi ile kurduğu mesafe bu yüzyılın en çok konuşulması gereken konusu olmalı. İnsan kendisi ile hiç mutlu değil, barışık değil ve kendisini tanımıyor, farkındalığı yok, ne yapıp, yapamayacağı konusunda hiçbir fikri yok. Çok az insan tanıdım mesela sınırlarını bilen, ne yapıp yapacağını bilen insan çok az gerçekten. Böyle olunca TED bunun sadece görünen bir yüzü oluyor. 


İyi konuşmacıların, iyi iletişimcilerin hepsi ciddi anlamda entelektüel insanlar. Çok okuyorlar, çok düşünüyorlar, çok üretiyorlar. Ben de profesyonel dünyaya bunu tavsiye diyorum. Metodolojiyi iyi biliyor olabiliriz ama bu metodolojiyi zenginleştirebilmemiz için kendimize ait bir hikâye çantamızın olması lazım. Mesela Bill Gates’in sitesi var. Sitesine girin bakın, orada sürekli okuduğu kitapları, ilham aldığı videoları paylaşır, okuduğu makaleleri paylaşır.



Hikâye çantası diye bir şeyden bahsediyorsun kitapta. Günümüzde -ne kadar başarılı da olsak- insani  olarak ihtiyaç duyduğumuz şeyler kapsamında Neden Bir Hikâye Çantasına ihtiyacımız Var? sorusunun açılımını burada da konuşabilir miyiz? Başarılı iletişimcilerin, liderlerin hikâye çantalarında neler var?

İyi konuşmacıların, iyi iletişimcilerin hepsi ciddi anlamda entelektüel insanlar. Çok okuyorlar, çok düşünüyorlar, çok üretiyorlar. Ben de profesyonel dünyaya bunu tavsiye diyorum. Metodolojiyi iyi biliyor olabiliriz ama bu metodolojiyi zenginleştirebilmemiz için kendimize ait bir hikâye çantamızın olması lazım. Mesela Bill Gates’in sitesi var. Sitesine girin bakın, orada sürekli okuduğu kitapları, ilham aldığı videoları paylaşır, okuduğu makaleleri paylaşır. Biz her an konuşurken aklımıza yeni bir hikâye, yeni bir metafor gelmez. Bu bir arşiv tutmakla alakalıdır. Edebiyatta da, iyi bir arşivciyseniz eğer iyi bir hikâye anlatıcısı haline gelebilirsiniz. Bu yüzden de gördüğümüz, dinlediğimiz, okuduğumuz her şeyle ilgili ilgimizi çeken metaforları bir yerde tutarsanız yarın öbür gün bir sunum bir konuşma yaptığınızda bunlar işimize yarar. İş dünyasında bu arşivi tutanlar çok daha başarılı iletişim içinde oluyorlar.  



Neredeyse radyo dinleyiciliğine de geri dönüldü. Yani modern trend ismiyle podcastler aslında. Hakikaten çok ciddi bir dinlenme oranı mevzu bahis. İnsanın dikkatini tekrar toplama isteği mi bu? On saniyelere düştü dikkati toplamak diyoruz ya, podcastlerin ivmesinin bu kadar yüksek olması dağılan dikkatimizi toplama istediğimi? Dinlemenin direkt duyulara ve hayal dünyasına hitap ettiğini düşünürsek çok da şaşırtıcı bir durum değil bu diye düşünüyorum.

Podcastler gerçekten de çok hızlı yükselişte. Benim de iki tane podcast kanalım var. Türkiye için bu durumun trafikte çok zaman kaybetmekle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bu süre zarfında bir podcast dinlemek iyi gelebiliyor insanlara.  Bir de spor yaparken çok dinleniyor. Ama çok dinleniyor olmasının sosyolojik sebeplerini çok bilemiyorum. 



Felsefe konusunda da kitapta çok örnekler veriyorsun. Ve bunları çok güzel illüstrasyonlarla anlatıyorsun. Kitabın bu tarafından da biraz bahseder misin?

Kitabın illüstrasyonlarını çok sevdiğim arkadaşım Seda Mit çizdi. Sonra kitabı yayına hazırlayan Dilek Büyük de fikre çok sıcak baktı. Üçümüzün fikirleri ile kitabı oluşturduk. Seda’nın sezgilerine çok güveniyorum. Kitabın bu kısmı Dilek ve Seda’nın ortak çalışması ile oluştu. İçime de çok sindi. 


 

Hikâye Avcısı olmak. Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nın çok güzel kitabından örnek vererek bitiriyorsunuz kitabı. Gelecek günleri de konuşmak amacıyla bu hikâye avcılığı önümüzdeki dönemlerde seyrini nasıl sürdürecek? Pandemi, hortlayan sıcak savaşlar, derin ekonomik krizler, iklim krizi, göçler, işleri yapıp etmedeki farklı arayışlar, iş dünyasının tüm bu krizlerle perspektifinin değişiyor olması hikâyeleştirmenin yönünü nasıl belirleyecek?  

Ben genel olarak iyimser olan bir insanım. Hikayelerin dünyayı değiştirebilecek gücü içinde barındırdığını inanıyorum. İster iş dünyasında olsun, isterse de gündelik hayatta iyi bir hikaye bize iyi bir dünyanın kapısını açabilir. 

bottom of page