top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Yaratıcılık Ritüelleri 6 Abdullah Aren Çelik: "Yazmak, neyi unutacağını ve neleri hatırlayacağını bilmekle ilgili."

"Garson şaşkınlıkla, 'Masa numarasıyla kitabınızın numarası aynı,' dedi. Dönüp baktım, gerçekten de öyleydi. Gözüm birden yazdığım sayfaya kaydı, “84” yazıyordu. Tuhaf hissettim önce, sonra da bunun bir işaret oluğunu düşünmeye başladım. Günlerce aynı duyguyla gidip o masaya oturup yazdım."

Yazarların yaratım süreçlerine odaklanan "Yaratıcılık Ritüelleri Söyleşileri"nde Semrin Şahin'in bu haftaki konuğu Abdullah Aren Çelik. İlham dolu okumalar...



 

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Yazıyı çağıran her şey benim için bir ritüel sayılabilir ama bunun için hem ruhsal hem düşünsel hem de fiziksel olarak hazırlıklı olmam gerekiyor. Doğru zamanda uyumak, doğru zamanda uyanmak, doğru beslenmek, spor yapmak ve sonunda duş almak gibi. Uyku sorunum varken asla yazamam mesela. Yani benim için yazıya hazırlık, yaşam biçimiyle birlikte düşünülen bir şeydir. Bu açıdan bir sorunum yoksa saat kaçta yazı masasına geçeceğimi bir gün önceden belirler, ne yazacağımı, kitaptan hangi bölüm üzerinde çalışacağımı düşünür, ardından alışkanlıklarım için hazırlık yapmaya başlarım. Bunlardan ilki yazmaya başlamadan önce okumaya karar verdiğim kitaptır.  Yazacağım metnin dilini, akışını, sahne kurulumunu, zaman ve mekânını akıcı bir üslupla yazabilmek için mutlaka bu kitaptan on beş sayfa okurum. Okuma kısmını geride bıraktıktan sonra bir kupada kahve hazırlarım kendime, beni yazdıklarıma yaklaştıran ikinci şey bu olur. Kupam masamda güvende ve çoğu zaman birkaç yudumdan sonra unutulmuş bir şekilde öylece durur. Her molada kahvemi tazeler, masaya her geçtiğimde yine bir kaç yudum aldıktan sonra unuturum içmeyi. Yazmaya başladıktan sonra alışkanlıklarım dâhil her şeyi unutur, arkamda bırakırım. Yazmak, galiba neyi unutacağını ve neleri hatırlayacağını bilmekle ilgili. Yazdıklarım, bulunduğum zamanı ve mekânı unutturacak kadar beni içine almıyorsa, ters giden bir şey olduğu duygusuna kapılırım. Çünkü metnimin zamanı ile benim zamanım arasında ters bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Yazdıklarımda akan zaman benim zamanımı durdurmuyorsa işler iyi gitmiyor demektir. Dolayısıyla bir ritüel gibi görünen kahve içme eylemi, bir yanıyla duran bir yanıyla ilerleyen zamanı anlatır bana. Kahvem ne kadar soğuduysa o kadar iyi çalıştığımı düşünürüm. Sonrası bilindik yazı ve yazar hikâyesi.


Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Benim için en büyük tıkanma yazarken değil, yazmaya başlamadan önce yaşanır. Masamın başına geçebildiğim sürece sorun yaşamam genellikle. Dört roman yazdım, yazma esnasında hiçbirinde bahsettiğiniz bir tıkanma yaşamadım. Planlı çalışır, yazacağım romanın mutlaka bir yol hartasını önüme serer, rakamlarla şemasını çıkarırım. Kaç bölüm yazacağım, hangi bölümde nelerin olacak aşağı yukarı bellidir. Bu planlama aynı zamanda metnin ortasından da yazma imkânı tanır bana, bahsettiğiniz tıkanıklığın oluşmasını engelleyen bir şeydir bu aynı zamanda. Yani aklıma estikçe değil aklımın yettiğince ve elimden geldiğince disiplinli çalışarak yazarım. Yazarken nerede duracağımı bilir, mümkün olduğu kadar yazmak istediklerimi bir seferde tüketmemeye gayret ederim. Yazdığım şeyin en heyecanlı kısmında durup sonraki oturuma bırakırım yazacaklarımı. Böylece metnimle aramda devam eden bir bağ yaratırım. İki oturum arasında geçen zamanı da bu açıdan iyi değerlendirmeye çalışırım. Bol bol düşünür, yazacağım kısmın fikrinde derinleşir, yazdıklarımın ufkunu bu açıdan genişletmeye adarım kendimi.


Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Yazmak durma ve durarak hayatı görme biçimi bence. Yazar zamandan ödünç aldığı her şeyi yazıya dönüştürüp insanlara aktaran kişidir. Dolayısıyla yazma eylemiyle yazarın zamanı arasında paralel bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Yani öncelikle kişinin yazabilmesi için kullanabileceği bir zamana ihtiyacı vardır. Engel dediğiniz şeye gelince, bu daha çok çalışma ortamı gibi şeyleri akla getiriyor. Çünkü yazmak için çevresel faktörlerden, sosyal iletişim ağlarından, insanlardan kaçabilir, ama bundan kaçamazsınız. Benim gibi hem çalışarak hayatta kalmaya çalışan hem de yazan birisi için zamanı doğru kullanmak çok önemli, ilk sorunuza verdiğim cevapta yaşam biçiminden bahsetmemin nedeni buydu. Çünkü zamanı doğru planlamazsam yazamayacağımı biliyorum. Yazı hayatıma katkı sunan pek çok edebiyat eseri, yazar, ressam, felsefi metin, sosyolojik çalışma, sinema filmi, müzik eseri ve çeşitli sanat yapıtları oldu. Bunlardan bağımsız yazamazdım, bazılarıyla kendimi tanıdım, bazılarıyla ne yapmam gerektiğini öğrendim, bazılarıyla da ne yapmamam gerektiğine kanaat getirdim. Şahsen katkı sunan birisini soruyorsanız, bir eser ortaya çıkarana kadar yazı hayatıma katkı sunan olmadı, hatta engeller inanılmaz çoktu. Fakat sonrasında, muhtemelen kararlılığım ve yazıyı hayat biçimine dönüştürmem nedeniyle her şey ve herkes yardımcı oldu bana. Yazdıklarım üzerinden çok dostluk edindiğim gibi, yazdıklarımı eleştirileriyle destekleyen, yardımcı olan, eleştiren, beni daha iyi yazmaya iten harika dostluklar edindim.


Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Yazdığım ilk cümleden bugüne çok şey değişti hayatımda, çok okudum, çok şey gördüm, çok şey biriktirdim, çok şey azalttım. Yazmaya başladığımda her yazar gibi okunası şeyler yazmıyordum. Amatördüm ve hiç olmadığı kadar heyecanlıydım. Beni yazmaya iten, kararlı olmamı sağlayan iyi metinlerle karşılaşmak oldu. Halâ aklıma geldikçe heyecanlandığım metinlerdir bunlar. Yine her yazar gibi taklit sözler, taklit hikâyeler, taklit şiirler yazdım. Zamanla değiştim; ilk zamanlar yazdıklarımla başkası, yazdıklarımda başkasının kötü bir kopyası oldum. Pek tabi ki bunların hiç biri yayımlanmış metinler olmadı. Eskiden her metne karşı korkunç bir açlık duyar, koşulsuz o metinleri doğru kabul eder ve yarattığı etkinin altında yazardım. Gitgide seçici olmaya, itiraz etmeye ve beğenmemeye başladım bazı şeyleri. Zamanla elim gerçek manada kalem tutmaya başladı, yazmayı, yazdıklarımda kendimi keşfetmeyi öğrendim. Öyle ki kendi yazı maceramın öznesi oldum. Şimdi yazdıklarımdan kendime sığınılası ve korunaklı bir dünya yaratıyorum. İlk zamanlar başkasına yazma arzum çokken, şimdilerde en çok kendime yazıyorum artık. Sanırım her şey değişti, değişmeyen tek bir şey kaldı geriye, o da içimdeki o amatör ruhlu çocuğun heyecanı.


Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

08.00-16.00 arasında çalışan ve hayatını bu şekilde çalışarak sürdüren biriyim. Bunun haricinde pek çok sorumluluklarım var, demek istediğim zamanı arzu ettiğim biçimde planlamaktan, istediğim saatte yazmaktan uzak bir hayatım var. Bu durum kendi zamanımı doğru planlamayı bana dayattığı gibi, başkasının da benimle ilişkisini belirleyen bir şey. Kapitalizm tam da böyle bir şey işte, sizden en verimli zamanınızı alıyor, geriye yorgun ilişkiler, yorgun hayatlar, umutsuz bir çaba bırakıyor. Maalesef en verimli saatlerim, bu acımasız çarkların arasında öğütülüyor ve ben buna şimdilik boyun eğmek zorundayım. Yukarıda planlı yaşayarak yazıyorum dememin nedeni buydu. Her şeye rağmen 6 saatlik uyku haricinde günün geri kalanında ve genellikle aynı saatlerinde, aynı disiplinle çalışıyorum, bu da genellikle sabahın çok erken bir saati ya da gece el ayak çekilince oluyor. Diğer sorunuza gelince, dilini, dilinin akışını, hikâye kurma biçimini sevdiğim yazarlar vardır, birden fazladır bunlar. Yazmadan önce mutlaka on beş sayfa okurum, temiz bir dille yazılan her metnin insanda devam etme hissi uyandırdığını düşünüyorum. 


Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo, öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

İlk romanım İlerde Hep Yalnız’ı yazarken garip bir olay başımdan geçti. Dönüp geriye baktığımda yaşadığım bu şeyin yazarlık kariyerimi belirlediğini yeni yeni anlıyorum. Daha önce yazı masasının başına geçmeden önce on beş sayfa okuduğumdan bahsetmiştim. O sıralar Haruki Murakami’nin 1984 romanını okuyorum. Bilindik kafe zincirlerinden birinde sabah 8.00’da oturuyor, akşam 18.00’a kadar çalışıyorum, kitabın ortalarındayım artık, bir ara garson masama geldi ve bir şey isteyip istemediğimi sordu, “Hayır,” dedim. Garson şaşkınlıkla, “Masa numarasıyla kitabınızın numarası aynı,” dedi. Dönüp baktım, gerçekten de öyleydi. Gözüm birden yazdığım sayfaya kaydı, “84” yazıyordu. Tuhaf hissettim önce, sonra da bunun bir işaret oluğunu düşünmeye başladım. Günlerce aynı duyguyla gidip o masaya oturup yazdım. Yazı maceramın ilk zamanları hayranlık duyduğum yazarlar, müzisyenler, ressamlar gibi olmanın hayalini kurar, çok çalışır ama nedense onlar gibi olmak için bol bol dua ederdim. Çok sevdiğim metinler okudum, tablolara baktım uzun uzun, pek çok opera, uvertür dinledim, film izleyip karakterleriyle bütünleştim. Dilimden düşmeyen sözler edindim başkasından. Türkü dinledim, bağıra çağıra şarkılara eşlik ettim. Unutamadığım romanlar, hikâyeler, şiirler olduğu gibi unutmak istediğim yapıtlar da oldu. Bu yaşıma kadar ben en çok başkası oldum, başkası ola ola bugünüme bir yol haritası çıkardım. Şimdi yarım yamalak da olsa, eksik de olsa, yanlış da olsa kendi yazı maceramı yaratıyorum, ilahi işareti bir garson aracılığıyla almıştım bir kere. Sanırım bu saatten sonra yaptıklarımla anılmak istiyorum, başkasının her şeyi olmaktansa kendimin yalnızca bir şeyi olmayı yeğliyorum artık. Bildiğiniz gibi korkunun egemen olduğu bir toplumda yaşıyoruz, korkuyla herkesin bir başkasına benzetilmeye çalışıldığı bir yer burası. Herkes her şey olabiliyor ama kendisi olmasına izin verilmiyor. Kendim olmak, yalnızca kendi yazdıklarımla bir şey olmak istiyorum. Sonuç itibariyle başkası için iyi bir yapıt ortaya çıkaramayabilirim belki, ama benim için yazdıklarımda kendimi keşfetmemden daha büyük bir eser de olmayacaktır bence, çünkü bir yazarın asıl eseri yazdıkları kadar kendisidir de.

bottom of page