top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Hafızanın kurgusunda kaybolanlar: Şimdi Buradaydı

Özlem Akkel yazdı: "Irmak Zileli’nin yeni romanı Şimdi Buradaydı’yı okurken zihnimizin boşluklarıyla neler yaptığımızı harikulade bir anlatımla bir daha gördüm."

Büyürken öğrendiğimiz en önemli bilgilerden biri zamanın göreceliliği olabilir. Bu bilginin idraki çocukluktan çıkmamıza yakın bir zamana denk düşer. İlk çocukluk anılarımız yavaş yavaş belleğimizin tozlu sayfalarına doğru yolculuk ederken değişir, ufalır, büyür bazen de kaybolacak kadar tozlanır. Kronolojik bir olgu olarak öğrendiğimiz zaman, artık yerini kairetik* bir alana açmıştır. İkisi her zaman eş zamanlı gitmez. Hafızamızsa parçaları birleştirmeye ve dünyayı güvenli bir yer yapmaya çabalar durur. Biz büyüdükçe anılarımızı geçmişteki yerlerinden eksiksiz çıkarmaya çabalarız. Aradaki boşlukları da tamamen arzuladığımız, olmasını istediğimiz yönde doldurmaya meylederiz. İşte bu sebeple, her şey değişirken değişmeyen tek şey sabit dünya inancımızdır. O da sadece bir inançtan ibarettir. 


Irmak Zileli’nin yeni romanı Şimdi Buradaydı’yı okurken zihnimizin boşluklarıyla neler yaptığımızı harikulade bir anlatımla bir daha gördüm. Roman, bir terapistin aktardıkları ile ilerliyor. Birkan, danışanı Yankı’nın çocukluğundan bu yana zihninde kalan anılar arasındaki boşlukları tamamlamaya dönük terapi seanslarını yürütüyor. Danışanın öyküsü ile terapistin öyküsünün nasıl iç içe geçtiğini görmek bir terapist olarak romanın beni cezbeden yanlarından biri oldu. Kitabın yazarının psikoterapist olmadığına inanmak mümkün değil. Öyle ustalıkla işlenmiş ki terapi süreci, ben terapi koltuğumdan okurken Birkan’ı da Yankı’yı da hatta onlar aracılığıyla anne babaları, arkadaşları ve büyük ailelerini de çokça duymaya aşina olduğum bir yerden dinledim.


Kitabın başından itibaren terapist Birkan’ın, Yankı’nın cinayet işleyeceğine ilişkin şüphelerinin peşinden gittiğini görüyoruz. Yer yer kendi terapi seansları sırasında da saldırıya uğrayabileceğine ilişkin endişelerini duyuyorum. Terapi odasında aldığı önlemler de bu endişenin yansıması. Tüm bu kaotik duygular arasında Yankı ile seanslarını anımsarken kendi hikayesini de kademe kademe işlemesi, olayların iç içe geçmiş bir halde zihnimize dizilmesine yardımcı oluyor. Yankı’nın babasının öyküsü ve buna dair elle tutulur bir bilgiye ulaşamaması, Birkan’ın babasının öyküsü ve onun da bilgi eksikliğiyle kesişiyor. Biz okurken bir yerlerde bu babalar birbirlerine temas ediyor. Anlatıcının Birkan olması sebebiyle tüm teması onun zihninden duyuyoruz. Anneleri ile yaşadıkları, âşık oldukları kadınlar ve onlar karşısında hissettikleri, babalarına ilişkin soru işaretleri, bildikleri ve bilmedikleri bizim de soru işaretlerimiz olarak ilerliyoruz. Sayfadan sayfaya yol alırken, büyük bir puzzle’ın parçaları gibi zihnimde hikayeleri birleştirmeye çalışırken buldum hep kendimi. Terapist koltuğumdan Birkan ile özdeşleşip onun da bu puzzle’ı tamamlamasını heyecanla okudum. Birkan da ben de sanırım terapist kimliğimizin ötesinde kendi deneyimlerimizi işin içine katmadan bir süreci yönetmenin zorluğunu birlikte hissettik. Öyle ya terapi koltuğunda da -danışan koltuğunda olduğu gibi- oturan kişi etten kemikten bir insan. Başka bir insanın öyküsü, çağrışımları ve deneyimlerini konuşurken kendi çağrışımlarından azat olmak ne kadar mümkün? Birkan’ın öyküsündeki kayıp baba figürü ve Yankı’nın öyküsündeki giden baba, Birkan’ın zihnindeki boşlukları doldurmaya başlıyordu. Belki de yıllarca taşıdığı ve annesine sormaya çekindiği, sorduğu zaman da cevap alamadığı o soruların cevabı hep Yankı’nın bilinmezlerinde gizliydi.


Belleğimizi tutarlı bir dünyaya göre düzenleme ihtiyacındayız. Er ya da geç dünyadan yeni duyduklarımızla dünyada yaşadıklarımızı birleştirmeye gayret ediyoruz. Her zaman hikâyenin doğru olması, gerçekleri ifade etmesi gerekmiyor. Çoğu zaman bizi inandırması ve sakinleştirmesi kâfi. Hal böyle olunca da hem deneyimlediğimiz hem de okuduğumuz tüm hikâyelerde yaşamın nasıl da kurgumuz olduğunu ve onu kurgulamanın da hayatta kalmanın yegâne yolu olduğuna şahit oluyoruz. Çevremde tanıdığım birçok insanın hafızalarına sıkı sıkıya tutunarak dünyayı anlamlandırdığının farkındayım. Oysa hafıza bir kurgudur. Yaşamın kendisi, kendiliğimiz, geçmişte olanlar olduğu kadar gelecekte olacak olan da hep bizim kurgularımızdan ibarettir. Sanki aslolan şimdi burada olanlar. O da bir yanıyla geçmişe diğer ucuyla da geleceğe bağlanarak yine gerçekliğimizi şüpheye düşüren bir aralıkta duruyor gibi. Her şeyin bu kadar kurgulandığı bir dünyada tutunacak fazla bir dal kalmıyor. Yine dönüp dolaşıp yaşadıklarımıza bir kanıt, bir onay, belge icat ettiğimiz deneyimlere teşne oluyoruz. Birkan’ın yaptığı gibi. Danışanının hikayesi üzerinden kendi hikayesini tamamlayabiliyor nihayet. Orada inanıyorum ki yıllarca sorularına yanıt alamamanın sancısını dindiriyor. Kendisine gerçeğe en yakın şekilde kanıtlar inşa ediyor. Çünkü boşlukta ve belirsizlikte kalmak hepimiz için en dayanılmaz ruhsal acı olabilir. Bu açıdan bakınca en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, hafızamızdaki silik hatıraları aradığımız cevapları bulacak şekilde tamamlamak. İhtiyacımız, tutarlı bir hikaye. Somut bir acıyı boşlukta kalmaya yeğliyoruz. Çünkü yaşamımızdaki iyi kötü, doğru yanlış ne varsa belleğimizde işlenenlere göre kuruyoruz. Hatırlamamak demek bir benin olmaması demekle özdeş. Biz hafızamızız demek çok iddialı olmaz diye düşünüyorum. Diğer yandan kendimizle ve dolayısıyla hafızamızla karşılaşmak için ötekine muhtacız. Ailemiz, eşimiz, dostumuz üzerinden hikayemiz tamamlanıyor. Terapistler için danışanları üzerinden. Belki bir kuaför için de müşterisi üzerinden. Nereye bakmayı seçtiysek oradan devam ediyoruz deneyimlemeye ve kurgulamaya. Nietzche’nin dediği gibi “Karanlığa uzun süre bakarsanız karanlık da sizin içinize bakmaya başlar.” Belleğimizdeki mahrem yerleri nelerle doldurduğumuz hem nasıl devam edeceğimiz hem de ötekilerle ilişkilerimizde yeni hikayelerimizi etkileyen bir zemin oluşturacaktır. Hangi öteki ile karşılaşmayı kurguladıysak ve seçtiysek hep benzer bir yerlerden tutarlı hikayemizi sürdürüyoruz.


Kendimize, dolayısıyla ötekine ne yaptığımızı, hikayelerimizi hangi duygu zemini üzerine kurguladığımızı hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz belki de. Temas ettiklerimizin ucu nereye dokunuyor, ve onlarla neler yapıyoruz, tüm soruların cevabı ya da belki daha doğrusu cevapsızlığı bu sorguların içinde. Bazen bir romanda, bazen dinlediğimiz diğer hikayelerde ya da kendi kurguladığımız öykülerimizde hep bu cevapları arayıp duracağız. Sonunda bulmak olmadan. Öyle ya her sorunun bir cevabı olsaydı bu kadar belirsizlikte kalmakla sonuçlanmazdı bu dünyadaki halimiz. Her sorgumuzda tekrar tekrar karşılaşmıyor muyuz: Dünya absürd bir yer. Belirsizliklerle dolu. Romandaki gibi belki de hem mağduru hem suçlusu olduğumuz bir hikayenin içine düşüveriyoruz. Sorularımız çok. Cevapları varsa bile hep kurgularda saklı. Çünkü yakın zamana kadar orada olanlara bile yabancıyız. Kendi kurgumuza gebeyiz. Şüpheler ve boşluklar hiç peşimizi bırakmayacak. Ve her seferinde yeniden kurgulamaya ve tüm inandıklarımıza dayandığımız duygularımızla yaşamayı sürdüreceğiz. Bu açıdan bakınca bir süre önce hissettiğimiz o duygular nereye kayboluyorlar? Şimdi buradaydı yahut belki hiç orada olmamıştı, kim bilir?


*Kairosu niteliksel zaman olarak tanımlayabiliriz. Kronolojik olmayan, algıladığımız zaman.


ŞİMDİ BURADAYDI

Irmak Zileli

Everest Yayınları, 2025

Tür: Roman

Editör: Didem Ünal Demir, Melisa Ceren Hasmaden

184 s.

Comments


bottom of page