top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıBurcu Karakoç

Farklılık cebinde “eksiklik” mi taşır?

Burcu Karakoç, Daniel Keyes'in kaleme aldığı, Algernon’a Çiçekler adlı kitabı üzerine yazdı: "Algernon’a Çiçekler, ele aldığım tüm yönleriyle hem psikiyatri alanında hem de felsefi düzlemde pek çok konuyu tartışmaya açarken sevgisizlik, çaresizlik, merhamet ve aile bağlarıyla ilgili ince bir sızı yaratıyor."


İlk kez 1959 yılında hikâye olarak yayımlanan Algernon’a Çiçekler, 1966 yılında roman olarak basılır. Çarpıcı içeriğiyle dikkat çekmesinin yanı sıra Hugo ve Nebula gibi ödüllerine de layık görülür.



Daniel Keyes, Algernon’a Çiçekler’de zekâ geriliğiyle ilgili yapılan bir deneyi ve deneyin sonuçlarını konu alır. Charlie adlı ana karakter üzerinde yapılan bu deney, onun bizzat tuttuğu günlüklerle kayıt altına alınıyor. Roman, bütünüyle bir günlük şeklinde kurgulanmış. Belirli bir tarihte başlayıp belirli bir tarihte son buluyor. Kurgunun odağında Charlie yer alır. Roman boyunca anlatılanları Charlie’nin gözünden okuruz. Bu yönüyle bir “ben” anlatısıyla karşı karşıyayız. Yazar, Charlie’nin günlüğünü sahiden elimize tutuşturmuş gibidir. Onun duygularına, deneyimlerine kimi zaman çaresizliğine ve çıkmazlarına tanıklık ederiz hatta ortak oluruz. Danile Keyes, öylesine içten ve dokunaklı bir dil ve yol bulmuş ki romanın kurgu olduğunu unuturuz. Charlie’nin varlığından bir an bile şüphe etmeyiz. Hikâyeye müdahale edip yaşananları değiştirebilme kudretine sahip olmak isteriz. Yazar, bilinçli bir tercihle okuru empatiye yönlendirmiyor belki ama kitap boyunca ister istemez kendimizi Charlie’nin yerinde düşünüyoruz. Romanın bana göre duygusal açıdan en zorlayıcı yönü de buydu. Çocuksu bir hayalperestlikle kurguyu altüst etmek istedim. Böyle ifade edince kitap, duyguların aşırılığa kaçtığı yoğun bir romantizm barındırıyor fikri oluştursa da durum pek de öyle değil. Tam aksine kurgu öylesine başarılı ki eylemler, konuşmalar ve olaylar dozunda bir duygusallıkla birbirini tamamlıyor. Didaktik bir üslup ve ayakları yere basan bir gerçeklikle örülmüyor. Sürükleyici ve kimi duygular üzerinde düşünmeyi sağlayan etkili bir kurguya sahip. Yazarın zaman mefhumunu ele alışı da romanın güçlü niteliklerinden bir diğeri. Charlie’nin hatırlamalarıyla geriye döneriz; onun yaşamı, ailesi ve çevresi hakkında bilgi sahibi oluruz. Bu durum şimdiye tanıklık ederken geçmiş ve gelecekle bağlantı kurmamızı sağlıyor.


Algernon’a Çiçekler, sözünü ettiğim yönlerinin dışında zekâ geriliği üzerinden bir yandan bilimsel deneylerle akademiyi sorgulatırken diğer yandan ahlaki değerler üzerinde düşündürüyor. Bilimsel gelişmeler için bazı alanlarda deneyler zorunlu uğraşlar olarak karşımıza çıkar. Peki, durum böyleyken insanın deney konumunda bulunması etik değerler açısından neyi ifade eder? İnsan, insan olma durumundan sıyrılıp bir deney materyali, aracı ya da nesnesine dönüşürken insanlık ne kaybediyor ya da bilim ne “kazanıyor?” Romanın fikrimce açmazlarından biri tam da bu nokta oluyor. Nitekim kitapta Charlie’nin de bu sorgulamalar içinde olduğunu görüyoruz. Akademi dünyası açısından bir deney nesnesi olarak kıymetli bir varlıkken “insan” olduğu unutulur ya da başından beri onlar için sadece bilimsel bir deneyin materyalidir. Kitapta öne çıkan bu nokta, insanın en temelde var olmasıyla zaten sahip olması gereken duygu ve durumlar olduğu üzerinde yeniden kafa yormaya davet ediyor. Bu mesele özelinde şu sorular aklıma geldi: Özel gereksinim sahibi bireylere karşı ne kadar dürüst duygular içindeyiz? Onlarla sokağı, sınıfı ve belli yaşam alanlarını paylaşmaya sahiden gönüllü müyüz?


Roman boyunca normal, normal dışı ve zekâ gibi kavramların sosyal yaşamdaki karşılıklarını ve bu karşılıkların psikolojik uzantılarını görüyoruz. Toplumun yaşamı “normal” tanımı üzerinden şekillendirmesi bir başka tartışma alanı oluşturur. Belirlenen “normal” kurallar dışına “normal olmadığı” için itilen bireyler ve bu bireylerin aileleri bambaşka psikolojik yüklerle karşılaşır. Sosyal yaşamdan sessiz bir iş birliği ile ötelenir. Kitap bu meseleleri de akla getiriyor.


Algernon’a Çiçekler’de sevginin değeri, anlamı ve gerekliliği ile ilgili vurgular görüyorum. Sevginin özüne dair düşünmeyi sağlıyor. İnsan sadece kendi belirlediği şartlara uygun kişileri mi sever? Ya da sevgi koşulların çok ötesinde kabullenişlerle mi var olur? Koşulsuz sevgi mümkün mü? Romanda özellikle Charlie’nin annesi üzerinden sevgi, kabulleniş, zekâ, yeterlilik ve “normal” gibi kavramları görürüz. Reddedilmenin ve utancın bilinçdışı korkuları körüklemesini izleriz. Ardından yüzleşme arzusu ve geçmişi değiştirememenin bezginliğini yaşarken bunlar üzerinde düşünürüz.


Algernon’a Çiçekler, ele aldığım tüm yönleriyle hem psikiyatri alanında hem de felsefi düzlemde pek çok konuyu tartışmaya açarken sevgisizlik, çaresizlik, merhamet ve aile bağlarıyla ilgili ince bir sızı yaratıyor.


ALGERNON'A ÇİÇEKLER

Daniel Keyes

Koridor Yayıncılık, 2015

Çeviri: Handan Ünlü Haktanır

Türü: Roman

325 s.

Commentaires


bottom of page