top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Yaratıcılık Ritüelleri 20 / Arlin Çiçekçi: "Bana göre ilham, toprağıyla bütünleşmeyi bekleyen bir tohum."

"Bana göre ilham, fasılalı bir akım ya da ara ara ortadan kaybolup sonra bulunacak bir pusula değil de toprağıyla bütünleşmeyi bekleyen bir tohum. Başlangıçta elinizde sade bir tohum varken, ona özenle baktığınızda, zamanınızı ve emeğinizi verdiğiniz sürece, yavaş yavaş filizlenip dallanıp budaklanıyor.

O basit tohum, çiçekler bürümüş bir bitkiye dönüşürken yazım sürecinin devamı için gereken ilhamı da kendi suretinde gösteriyor."

Semrin Şahin, Yaratıcılık Ritüelleri'nde bu hafta Arlin Çiçekçi'yi ağırlıyor.



Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Yaratıcı süreci ritüellerle beslemek veya zenginleştirmek doğaldır muhakkak ama benim için yazma süreci; yaşanmıştan, yaşanabilecekten ya da yaşanabilecekken yaşanmamıştan ve bunların ortaya çıkardığı duygulardan besleniyor. Bu yüzden yazmaya oturmadan önce özel bir hazırlık yapmaktan ziyade, metinle aramadaki, o anki doğal duyguyu korumaya çalışıyorum. Hariçten sürece sokacağım bir ritüel veya seremoni hazırlığı o doğal duygu durumuna zarar verirmiş gibi diye düşünüyorum.


Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Bana göre ilham, fasılalı bir akım ya da ara ara ortadan kaybolup sonra bulunacak bir pusula değil de toprağıyla bütünleşmeyi bekleyen bir tohum. Başlangıçta elinizde sade bir tohum varken, ona özenle baktığınızda, zamanınızı ve emeğinizi verdiğiniz sürece, yavaş yavaş filizlenip dallanıp budaklanıyor. O basit tohum, çiçekler bürümüş bir bitkiye dönüşürken yazım sürecinin devamı için gereken ilhamı da kendi suretinde gösteriyor.


Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

İlk kitap sürecinde, bir çok yeni yazarın yaşadığı zorlukları yaşamadan birkaç red sonrası dosyam Doğan Kitap’tan onay aldı ama tam basım aşamasında maalesef pandemi ile tanıştık ve hikayenin devamı başka türlü evrildi. Vahit Uysal, Handan Akdemir ve Cem Erciyes, yayın dünyasında romanımı okuyup “Bu roman okura ulaşmalı.” diyerek olur veren ilk kişilerdi. Onların yeri hep ayrı olacak benim için. Onun dışında, sürecin devamında bir iki tatsız mesai haricinde, beklentimin ve umudumun çok üzerinde destek gördüm ve yolumu açan, içten yönlendirmeleriyle, yüreklendirmeleri veya eleştirileriyle yazarlık yolculuğumun akışını olumlu yönde değiştiren harika insanlar tanıdım.

 

Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

İlk yazmaya başladığım zaman, direksiyonun başına ilk defa oturmuş bir şoför gibiydim. Ben arabaya hakim değildim, araba bana hakimdi. Arabanın burnu nereye giderse…” düşüncesiyle en büyük vaadi, ‘heyecan’ olan bir yolculuktu. Rotamı istediğim gibi çizecek kontrole sahip değildim. Şimdi ise yazmaya başladığım üçüncü romanımda, o direksiyonu daha sağlam tutuyormuşum gibi hissediyorum, ilk baştaki o tatlı heyecan duygusundan biraz mahrum olsam da ‘güven’ gibi daha sakin nefes aldıran bir duygu, daha yerinde ve doğru kararlar vermenizi sağlayabiliyor.

 

Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Zamanlama açısından da bir ritüelim yok pek, ne zaman fırsat bulabilirsem o zaman yazıyorum ama gece yazarken başka türlü bir derinlikte yazıyorum. O yüzden şartlar el verdiğinde geceyi tercih ederim.

 

Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Şimdiye kadar yazdığım iki roman da bazıları tarafından büyülü gerçekçilik türünde değerlendiriliyor buna çok sevinmekle beraber türün has örneklerindeki kapsamlılığı ve onların özgün dokularını düşününce benim yazdıklarıma ‘büyülü gerçekçilik’ demek bu türe şirk koşmak gibi geliyor. O yüzden, gönül isterdi ki; Gabriel García Márquez'in 'Yüzyıllık Yalnızlık'ını, ya da İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası’nı ya da Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ünü ben yazmış olayım.

 

 

bottom of page