top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Doğanın coşkulu koroları

S. Serdar Yegül, John Muir ve Yosemite’nin edebi mirası üzerine yazdı: "Muir, varoluşta hiçbir unsurun diğer unsurlara göre ayrıcalıklı olmadığına inanmaktadır. Ona göre insan, doğanın üstünde bir varlık değil, doğanın bir parçasıdır ve doğadaki canlılar da insanın 'arkadaşları'dır."


ree

Dijital platformda yayımlanan ve başrollerini Eric Bana ve Sam Neill’in paylaştığı Untamed dizisinde Yosemite Milli Parkı’nın o muhteşem görüntülerini (El Capitan, Gelin Duvağı ve Yarım Kubbe) izlediğimde hemen aklıma doğa yazarı John Muir geldi. ABD’de milli parkların öncüsü olarak tanınan Muir, büyük kayalıklara, şelalelere ve büyük ağaçlara; Spiritüalizmin Kaleleri, Sekoya Abidesi ve Sierra Katedrali gibi isimler vermiş, doğanın sadece bir manzaradan ibaret olmayıp, toplumsal, kültürel ve manevi değerlerinin de bulunduğunu vurgulamıştı. Gelin, John Muir’i yakından tanıyalım!      


Yosemite Milli Parkı'nda; El Capitan (Solda), Gelin Duvağı şelalesi (sağda), Yarım Kubbe (orta ileride)
Yosemite Milli Parkı'nda; El Capitan (Solda), Gelin Duvağı şelalesi (sağda), Yarım Kubbe (orta ileride)

İskoçya'dan Wisconsin'e

İskoçya’da dindar bir ailede doğup büyüyen John Muir (1838-1914), 11 yaşında ailesiyle birlikte ABD’ye (Wisconsin) göç eder. Daha çocuk yaşta yaban hayatına ilgi duyan Muir, arazilerinin hemen yanı başında bulunan, çok sevdiği ve Tanrı'nın bizzat koruduğuna inandığı bir koruluğu çitle çevirir ve çiftlik hayvanlarının içeri girmesini engeller. 

Babası Daniel Muir, dini görüşlerini koruması için John Muir’i okula göndermez, dahası kutsal kitabı ezberlemesi için onu zorlar. Tüm bu zorlamalar, Muir’in gelecekte yazacağı eserlerin diline yansır. Muir, kutsal kitabın dilini, kutsal doğanın betimlemesinde kullanır. Örneğin eserlerinde dağlara, tepelere ve büyük kaya parçalarına; Spiritüalizmin Kaleleri, Maneviyatın Kaleleri, Sekoya Tapınağı, Sekoya Abidesi, Sierra Katedrali ve Katedral Kayalıkları gibi isimler verir. 

Muir ergenlik yıllarında uzun saatler tarlada çalıştıktan sonra arta kalan zamanını babasından aldığı matematik kitaplarını okuyarak geçirir; öğle paydoslarında bile önce kitaplarını okur, daha sonra yemeğini yer. Kış günlerinde akşam saat 8’de yatan Muir, sabahleyin erkenden kalkarak kitaplarını okumaya devam eder. Muir, bilime ilgi duyar; evlerinin bodrum katında deneyler yapar, buluşlarını Wisconsin Fuarı’nda sergiler ve ödüller alır.

22 yaşında (1860) Wisconsin Üniversitesi'nde botanik ve jeoloji okuyan Muir, üniversitede geçirdiği iki buçuk yılın ardından İndianapolis’te bir araba fabrikasında çalışmaya başlar. İşinde oldukça başarılı olan Muir’in, bir iş kazası sonucu bir süre gözleri görmez olur. Muir, görmeyenlerin dünyasına adımını atar atmaz, doğal güzellikleri ne kadar çok sevdiğini ve onlarsız yapamadığını fark eder ve bir karar verir. Eğer bir gün gözleri iyileşir de görmeye başlarsa, yaz-kış ve yağmur-çamur demeden doğada gezecek ve doğal güzellikleri doyasıya seyredecektir. Bir süre sonra Muir’in gözleri görmeye başlar.


Wisconsin'den Yosemite'ye

29 yaşında (1867) yürüyerek iki yıllık bir yolculuğa çıkar Muir, yolculuğu esnasında not defterine; yolculuğunun Kaliforniya’da biteceğini, tek başına ve yaya olarak Meksika Körfezini yürüyeceğini, çantasında alacağı bitki örnekleri için bir kutu bulunduğunu ve kendini kıştan kaçan ve Güney’e inen kuşlar gibi hissettiğini yazar. Niyetinin Güney Amerika’ya da geçerek Amazon Nehri'nin başlangıcından itibaren Güney Amerika ormanlarını yürümek olduğunu ve koca nehri salla geçerek okyanusa varmak istediğini yazan Muir, çok az parası kaldığı için Güney Amerika’ya geçmek için gemiye binemediğini ve Florida’da yakalandığı hastalık nedeniyle de kendisini pek iyi hissetmediğini dile getirir. Sonuç olarak Muir, 1600 km’lik Kentucky-Florida arasını yürüyerek, Florida-(Panama)-San Francisco arasını deniz yoluyla ve 300 km’lik San Francisco-Yosemite arasını ise yine yürüyerek tamamlar.


Uzun yürüyüşü boyunca mümkün olduğunca şehirlerden uzak duran Muir, kırsal ve ormanlık bölgelerden yürümeye gayret eder. San Francisco-Yosemite etabında, Kaliforniya Merkez Vadisi’ne oldukça yüksek bir geçitten bakan ve heyecanlanan Muir, güneşin adeta gökten yere inerek vadiyi saf bir ışık gölüne çevirdiğini ve bu ışık gölünün şimdiye kadar gördüğü altın bahçelerinin en büyüğü olduğunu söyler. Bu altın bahçelerini yukarıdan aydınlatılan bir salona ya da bir tapınağa benzetir.


Benzersiz Yosemite

Kaliforniya Merkez Vadisi’nin en ünlü ve en kolay ulaşılabilir kolu Yosemite Vadisi’dir ve bu Vadi’de pek çok şelale, kayalık, çayır, orman, bataklık, göl ve büyük ağaçlar/Sekoyalar bulunmaktadır. 1868 yılı ilkbaharında Vadi’ye ulaşan John Muir, Yosemite’de gördüğü eşsiz güzellikler karşısında sevinçle; şimdiye kadar duyduğu ve okuduğu hiçbir cennet tasvirinin Yosemite kadar güzel olmadığını, dağların ve vadilerin çiçeklerle kaplı olduğunu, çiçekler arasında kaybolurcasına dolaştığını ve ayaklarının onu götürdüğü yere gittiğini söyler. Devamla Muir: “Tepelere çıkıp etrafı seyrettim. Karşımda gördüğüm manzara, hayatımda gördüğüm en görkemli manzaraydı. Doğa sanki sevdiklerini kendine çekiyor, onlarla güven dolu bağlar kurmak istiyor ve bunun için en değerli hazinelerini bu dağ malikânesinde bir araya getiriyordu,” der (1).


Muir, Yosemite Vadisi’nin dereleri için: “En sıcak havalarda bile, sanki sevinçle haykırıyorlarmış gibi görünürler; fışkıran sularını alkış gibi birbirine çarparak kanyonlardan aşağıya doğru, beyaz yelelerini savurarak coşkun bir güçle yarışırlar; devasa, uykuda olan kayaları uyanmaya, danslarına ve şarkılarına katılmaya zorlarlar; böylece coşkulu korolarını büyütürler,” der (2). 


Vadi’nin yüksek kesimleri için de Muir’in söyleyecekleri vardır. Yaz geldiğinde vadinin yüksek kesimlerine çıkan, yükseklerin bitki, hayvan ve yeryüzü şekillerini tanıyan ve yükseklerden vadiye bakmaya bir türlü doyamayan Muir, kendisini sanki ibadet ediyor ve Tanrı'yla iletişim kuruyor gibi hisseder.


"Muhafaza" düşüncesinin doğuşu

Muir, Vadi’nin yüksek kesimlerinde, otlayan evcil hayvan sürülerinin toprağın bitki örtüsüne zarar verdiğini, toprağın yağmurla sürüklendiğini, Sierra’nın o güzelim ağaçlarının zengin olmak isteyen kimseler tarafından kesilip satıldığını ve ormanların tarla ya da otlak açmak için yakılıp yıkıldığını görür. İnsanların kısa vadeli ekonomik çıkarları için doğayı istedikleri gibi tahrip ettiklerini görür. 

Tüm bu gözlem ve incelemeleri sonucunda Muir, ülke insanının böylesine tahrip edici olmasını, doğa sevgisindeki eksikliğe bağlar. Muir’e göre tüm bu sevgi eksikliği, insanların kendilerini yaradılışın merkezine koymaları, kendilerini “Tanrı İnsan” olarak görmeleri ve diğer tüm canlıların “yaşam haklarını” göz ardı etmelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Muir, varoluşta hiçbir unsurun diğer unsurlara göre ayrıcalıklı olmadığına inanmaktadır. Ona göre insan, doğanın üstünde bir varlık değil, doğanın bir parçasıdır ve doğadaki canlılar da insanın “arkadaşları”dır. Bu düşüncelerden hareketle Muir, doğal alanların olduğu gibi muhafazasını (preservation) düşüncesini geliştirir ve bu alanlara insanların müdahale etmemesini ister.


Doğa, ruh sağlığını korur

Muhafaza edilen doğal alanların insanların ruh sağlığını koruyacağını ve endüstrileşme ve lüks düşkünlüğünden kurtaracağını da vurgulayan Muir, bu düşüncelerini Amerikan toplumuna duyurmak için yazılar yazar, konuşmalar yapar ve ulusal kampanyalar düzenler. Muir’in tüm bu çabaları yıllar içinde meyvelerini verir ve Amerikan toplumu, Muir’in muhafaza düşüncesini benimser. Bunun bir işareti olarak, ABD’de Yosemite, Sequoia, Grand Canyon ve Petrified Forest gibi milli parkları da içine alan Milli Parklar Sistemi kurulur. 1890 yılında Yosemite Vadisi milli park olarak ilan edilir. 1912 yılında Muir, gezginler ve yürüyüşçüler için Yosemite (2) isimli bir rehber kitap yazar. Muir 1892 yılında Sierra Kulübü’nü kurarak Amerikan toplumuna ve bilhassa gençlere muhafaza düşüncesini aşılamaya çalışır. Sierra Kulübü bugün de faaliyetlerini sürdürmektedir.


Büyük kayalıklara, şelalelere ve büyük ağaçlara; Spiritüalizmin Kaleleri, Sekoya Abidesi ve Sierra Katedrali gibi isimler vererek düşünce yolculuğuna başlayan Muir, doğanın sadece bir manzaradan ibaret olmadığına, toplumsal, kültürel ve manevi değerlerinin de bulunduğuna işaret eder ve sonunda doğal yaşam alanlarının muhafazası düşüncesine ulaşır. Bu düşünce, ABD’de Milli Parklar Sistemi’nin kurulmasıyla eyleme dönüşür. Muhafaza düşüncesi yıllar içinde tüm dünyaya yayılır ve Türkiye’de de milli parkların kurulmasında etkili olur (https://www.tarimorman.gov.tr/DKMP/Menu/27/Milli-Parklar).  


Dilerseniz yazıyı yine Muir’in düşünceleriyle bitirelim: “Dağlara çık ve verecekleri iyi haberi al. Doğanın huzuru, aynı güneş ışığının ağaçlara aktığı gibi, içine akacak. Rüzgârların taze nefesi, fırtınaların enerjisi içine esecek, kaygıların da sonbahar yaprakları gibi dökülüp gidecek.”


Kaynaklar:

(1) William O. Douglas, Ağaçlar Kaçamaz (Ünlü Doğasever John Muır'in Yaşam Öyküsü 1838-1914), Redhouse Press, 1978. 

(2) Muir, John; The Yosemite, Martino Fine Books, 2017.


1 Yorum


Zevkle okudum, kaleminize sağlık

Beğen
bottom of page