top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Düş ve Lanet

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 15 saat önce
  • 5 dakikada okunur

“Hesap vermeden hiçbirinize ölüm yok. Tüm yoldaşlarımın hesabını vereceksin. Devrim geliyor. O yüzden kaçmaya çalışıyorsun değil mi?”


Abdullah Karakaya


“Filiz öldü.”

İki kelime. Göz kırpmaktan uzun, nefes alıp vermekten kısa. Mırıldanır gibi.

“Biliyorum. Ben öldürdüm.”

Hırıldayan ahizeden güç bela bir şey duyuldu.

“Ne?”

Kapadı telefonu. Duyulacakların bir önemi yoktu. Söyleneceklerin de. Yarım bıraktığı işine döndü. Namluyu tekrar ağzına soktu. Çeliğin tadı bir anda çocukluğuna götürmüştü. Eski evlerindeki arka balkona. Merakla korkuluk demirlerini ısırırken, yakalanmaktan korktuğu annesinin henüz en büyük özlemine dönüşmediği günlere. Şu an değil dercesine küflü geçmişinden sıyrılıp eline baktı. Tetikteki parmağı titriyor, ağzının içinde soluyan silah öğürtü hissi veriyordu.

“Alçak herif. Öyle kolay değil.”

Arkasından çullanan sesin sahibiyle beraber yere düştüler. Fırlayıp giden silah birkaç dişini kırıp öyle çıkmıştı ağzından. Kanın tadını alınca vurulduğunu sanıp korkuyla,

“Bab!... Hikmet Yoldaş bırak beni.” dedi.

“Ne yoldaşı. Ajan olduğunu ilk günden anlamıştım senin.”

Yerdeydi. Ağzından sızan kan koyu kırmızı yol alıyordu. Göğsü acıyor, üstündeki babasıyla nefes alması iyice zorlaşıyordu. Kurtulmaya çalışmış fakat yaşlı adamın bu kadar kuvvetli olacağını tahmin etmemişti. Baban hasta ama biraz değişik derdi annesi. Hep böyle bilmişti babasını.

İlk gençliğinden beri tüm öğrenci hareketlerinin içinde olan, doğru bildiğinden ayrılmayan Hikmet Yoldaş. Karısı daha iki aylık hamileyken bir gece sabaha karşı götürülen, oğlunun doğumundan birkaç gün önce öylece kapının eşiğine bırakılan ve o günden sonra anıları hep geriye doğru açılan, yoldaş, düşman veya ajan olarak bildiği Ulaş’ını bir kez bile oğlu olarak bilemeyen Hikmet Baba. Kimi sayfaların kopuk, kimi sayfaların detaylara boğulduğu, akıp giden her şeye inat kendi zamanına asılı kalmış bir takvimden farksız.

“Hesap vermeden hiçbirinize ölüm yok. Tüm yoldaşlarımın hesabını vereceksin. Devrim geliyor. O yüzden kaçmaya çalışıyorsun değil mi?”

Ölecekti. Ölmesi gerekiyordu. O bile yolunda gitmemiş babasına yakalanmıştı. Onu saran babası değil lanetiydi. Hissediyordu. Gücüne boyun eğmek zorunda kaldığı bir lanet. Hayatını gölgeler içinde bırakan. Bir kez daha konuşarak ikna etmeyi deneyecekti. Son ikna konuşmasını ve Filiz’i hatırladı.

“Olmaz Filiz. Gitmeden olmaz. Söz veriyorum. Gidelim istediğin her şeyi yapacağız. “

“Burası orası ne fark edecek? Bir şeye de gerek yok zaten. Altı üstü imza atacağız.”

“Yapma Filiz. Konuştuk daha önce. Sık dişini. Çok az kaldı. Niye bu acele?”

“Acele mi? Kaç zamandır söylüyorum sana. Sürekli geçiştiriyorsun. Açıkça korkuyorum desene.”

Damarına basmıştı. Karşılığı fazlasıyla gelmek üzereydi.

“Hep böyle yapıyorsun. Daha iyi bir şeylerle ne zaman çıkagelsem bahane bulup kendini öne atıyorsun. Her seferinde. Bu ilişkinin iyisi hep sen olmalısın zaten. Tüm yükü alanı. Hatası affedilecek olanı. Ulaş’ın cefakârı, bahtsız Filiz. Kabul et. Senden iyi olmamdan korkuyorsun. Acelen bundan değil mi?”

“Allah belanı versin Ulaş. Delirdin artık. Etrafını görmez oldun.”

Kapıyı çarpıp gitti. Zehir çoktan akmıştı. Masadaki kitabın arasından çıkardığı başvuru kağıtlarını iki parmağı arasında nazikçe havaya kaldıran genç adam gözlerindeki hastalıklı parıltıyla gülümsüyordu.

İkna konusunda şansını denemekten başka çıkış yolu olmadığını görüp;

“Hikmet Yoldaş. Bırak hadi anlatayım.” dedi.

“Bırakmam.” Yaşlı adamın vazgeçeceği yoktu.

“Anlatmama izin ver. Hem Filiz Yoldaş...” derken korktuğu sonu, babasının canını yakmadan kurtulmanın yollarının tükendiğini fark ediyordu. Son kez kelimelerle oyalamaya çalışacaktı. Sabırla yumdu gözlerini. Konuşmadan önce becerebildiği kadar sakince nefes aldı.

Başvurunun sonucu üç gün sonraydı. Bitmez denen evrak işlerini bitirmişti. Her şey hazırdı. Ekrandaki yeşil renkli onay yazısı düşünün başlangıcı olacaktı. Nefret ettiği işi, son dönemde Filiz’le artan kavgaları, babası ve bu sıkışmışlık... Hepsi son bulacaktı. Gideceği gün havaalanında keyif kahvesini içtikten sonra sakin adımlarla uçağın kapısına gelip arkasına dönecek, filmlerde gördüğü gibi bir şeyler söyleyip öyle binecekti uçağa. Ne hakkında bağıracağını hala netleştirememişti. Neyse buluruz bir şeyler diye aklından geçirirken keyiflendi. Yayıldı dudakları. Filiz geldi aklına. Biraz fazla çıkışmıştı sanki. Arayıp gönlünü almak lazım. Giderayak kavgaya ne gerek var? Düşlerine küs başlayamazlardı. Aradı. Akşam yemeği için evde buluşmak istedi. Donuk sesiyle kabul etti Filiz. İş çıkışı çiçekçiye uğrayıp, sevdiği çiçeklerden aldı. İlk buluşmalarında titreyen ellerle verdiği beyaz papatyaların ortasında kırmızı güller. Koşar adım evin yolunu tuttu. İçeri girdiğinde Filiz’i otururken bulmuştu. “Ceketini bile çıkarmadığına göre...” diye kendi kendine söylendi.

“Aşkım, erken gelmişsin. Hemen hazırlıyorum yemeği.”

“Konuşmamız lazım.” Yüz hatları keskin. Bakışları sert. Farklıydı bu sefer. Üstelemedi Ulaş. Geçip oturdu.

“Bak. Seni her şeyden çok sevdiğimi biliyorsun. Senin için her şeye göğüs gerebileceğimi ve her zaman yanında olduğumu. Ama son zamanlarda çok yoruldum. Her şeyi tek başıma sırtlanmaktan. Yoksun Ulaş. Evet başta da çok fazla olduğun söylenemez ama artık hiç yoksun. Görmüyorsun. Görünmüyorsun. Benimle ilgili hayaller kurarken bana hiçbir şey sormuyorsun. Hikmet Baba’dan bahsetmiyorsun bile. Varsa yoksa düşün. Nereye varacak böyle?”

Karşılık beklemekten çok soluklanma için durmuştu. Heyecanına kapılmak istemiyordu. Derin bir nefesin ardından devam etti.

“Nasıl olacak söyleyeyim. Her şeyi sıfırlaman lazım. Yıkıp yeniden yapman. Etrafından önce senin değişmen lazım. Kim bilir belki müziğe geri dönersin. Şirketi sevmediğini söylüyordun ya. Neyse bunu o zaman düşünürüz. Ama şimdi böyle bir başlangıca ihtiyacın var. Gerçekten. İkimiz için.”

Konuşmasını bitirmesiyle cebinden çıkarttığı başvuru kağıtlarını yırtması bir oldu. Kağıtlar yere düşene kadar asırlar geçmişti sanki. Korku filminin kareleri asırlar. Parmaklarının arasındayken kendinden bile sakındığı kağıtları yerde paramparça gören Ulaş attı kendini. Kapandı üstlerine. Patlamak üzere olan bir volkan gibi önce titredi ardından boğuk sesler çıkarmaya başladı. Boğuk sesler çığlıklara, çaresizlik kör bir öfkeye dönüştü. Ağzından saçılan salyalar gözyaşlarına karışıp kağıtları ıslatmaya başladı. Islanan yırtık kağıtları birleştirmeye çalışıyor olmadıkça aklını büsbütün yitiriyordu. Düşü ıslak parçalar halinde ayaklarının altındaydı.

“İnan senin iyiliğin için. Takıntıdan öte bir şey bu. Farkında değilsin. Düzeleceksin. Ben varım artık. Bak Hikmet Baba da var. Sonra...”

“Defol! Defol git evimden. Her şey bitti. Sen, ben, babam... Ne anlatıyorsun hala! Çık git defol!”

Ayağa kalktı. Bağırırken omuzlarından tuttuğu Filiz’i sarsıyordu. Gözlerinin içinde Ulaş yoktu. Henüz fark edebilmişti Filiz. Elinden kurtulup kapıya doğru koştu. İçinin burukluğuyla sevdiği adama son kez bakmak için döndüğünde bileğinden yakalandı.

“Bu kadar kolay olmayacak. Öyle çıkıp gitmek yok.” Gözyaşları, salya ve sümüklerin arasında pis bir gülümseme belirdi. Öfkesinin gücüyle diğer bileğini de sertçe kavramıştı.

“Kendine gel Ulaş. Ne yapıyorsun? Canım acıyor.” Ters bir hareketle elini kurtarıp tokatladı sevdiği adamı. Pişmanlığı tomurcuklandı gözlerinde.

Ve sahne şeytanındı. Tek bir tokatla salıverildi. Zincirlerine aldırmadan koşup gitti yasak elmaya. Suç yine aşıklara yıkılacak, cezayı onlardan fazla aşk çekecekti. Kapının ağzında duran kadını tüm gücüyle itti. Dengesini kaybedip merdivenlerden yuvarlanan Filiz birkaç basamak sonra yerde hareketsiz yatıyordu. Kaynayan öfkesi katrana dönen Ulaş’ın içi kaskatıydı artık. Dişlenmiş elma merdivenlerden yuvarlanırken tüyler ürperten bir kahkaha yankılandı merdiven boşluğunda.

Durdu babası. İnce noktasından yakalanmıştı. “Filiz Yoldaş mı? Senin ne işin olabilir onunla?”

Yalan düşünüyordu. Aklından geçen sayısız yalandan en ikna edici olanı için zamana ihtiyacı vardı. “Filiz Yoldaş getirdi beni buraya hatırlasana. Ajan olsam o anlamaz mıydı?” Merdivenlerde hareketsiz yatan Filiz geldi gözlerinin önüne. Korumaya devam ediyordu yattığı yerden. Ellerini çözen babası üzerinden kalkmadan konuştu. “Tek şartla inanırım. Filiz Yoldaş... Onunla konuşursam...”

“Keşke...” diye mırıldandı Ulaş. Son cümlesiyle oğlunun üstünden kalkan adam namlusunda kan izleri olan silahı aldı. Tüm kurşunları boşalttıktan sonra gözlerini devirerek, “Sana bırakacağımı düşünmedin herhalde.” dedi.

Düşü başlamadan bitmişti. Filiz artık yoktu. Boş silahla oynarken göz ucuyla onu izleyen babası zaten hiç olmamıştı. Şu kısacık zamanda kaybettikleriyle kaybetmek üzere olduklarının hesabı içinden çıkılmaz hale gelmişti. Çıkış bulabilmek umuduyla içine gömüldü.

Niye geç kalıyorum her şey için? Onca plana rağmen nasıl yetişemiyorum? Hayat her seferinde erken davranıp neden önüme dikiliyor? Neyin bedeli bu ödemekle bitiremediğim?

Biraz daha derken içindeki ihtimaller sıralandı önünde. Biraz daha erken davransa tetiği çekebilecekti. Biraz daha erken başvursa belki çoktan düşünün içinde olacaktı. Biraz daha erken davransa Filiz’in elinden kağıtları alabilecekti. Biraz daha erken doğsa babasını alıp götürmeyecekler, annesi ölmeyecekti. Biraz daha erken gelse günler belki devrim olacaktı.

“Filiz Yoldaş ne zaman gelecek peki? Konuşmalıyım onunla.”

En bilindik yalana başvurdu. “Sen gelmeden önce konuşmuştuk. Biraz rahatsızmış. Doktora uğraması gerekiyormuş.” Dikkatlice baktı oğluna. Yalanı hala gözlerden anlayabiliyormuş gibi bir bakışla. Ardından kafasını geriye doğru bir şeyleri hatırlamış olmanın verdiği duyguyla attı.

“Doğru ya. Ulaş meselesi.”

Kaldırdı kafasını genç adam. Tüm düşünceleri durdu. Bunca sene sonra babasının ağzından ilk kez ismini duymuştu. Hem de gözlerinin içine bakarken. Büyüyü bozmamak için sustu. Bekledi.

“Geçen demişti. O da daha yeni öğrenmiş. Başta tasvip etmemiştim. Tam devrim önü ne gerek vardı diye söylendim hatta. Ama aramızda kalsın içimden de sevinmiştim. Kuracağımız düzene, düşümüze doğacaktı Ulaş. Ha, söylemeyi unuttum. İsmini de ben koydum. Yoldaşlarımdan biridir. Ne çok severim onu da.”

Yorumlar


bottom of page