top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

"Madem varoluşum hiçbir şekilde memnun etmeyecek, en azından başkaları için yaşamayı bırakırım."

Meltem Dağcı, Avunma Mekanizması adlı öykü kitabı hakkında Melisa Parlak ile söyleşti: "Öykülerimi yazarken 'Şuraya da bir robot çizelim,' ya da 'Bakalım bu mümkün müymüş,' diyen biri ne yazık ki değilim. Yazarken odağım kadınlardır, diğer her detay da bu çekirdeğin iyi ya da kötü katmanlarıdır sadece."


Meltem Dağcı

1991 senesinde İzmir’de dünyaya gelen Melisa Parlak, hayatına Antalya’da devam ediyor. Yazarın öykü türündeki ilk kitabı Asparagas 2020’de yayımlandı. Aynı sene Eduardo Galeano’dan ilhamla hazırlanan Tepetaklak Öyküler adlı antolojide Balkonda isimli öyküsüyle yer buldu. 2021’de Tesis adlı roman dosyasıyla Tanpınar Edebiyat Yarışması’nda mansiyona değer bulundu. Ayrıca, Kadın Yazarlar Derneği’nin Mektuplarla Kadın Öyküleri adıyla kitaplaştırılan IV. Kadın Öyküleri Seçkisinde yer aldı.


Melisa Parlak’ın öyküleri Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi, İlkyaz, Leyli-Der, Karalama Defterleri, Plüton Dergi, Roket Bilimkurgu Öykü Dergisi gibi mecralarda yayımlandı. Öyküler yazmaya devam eden Parlak, ayrıca seyahat blogları da kaleme alıyor. 2022’de Plüton Yayıncılık tarafından çıkan Avunma Mekanizması öykü kitabı hakkında Melisa Parlak ile konuştuk.



Erkek Reyonu öykünüzde anne-kız arasındaki ilişkiyi ideal erkek olarak gösterilen bireyler üzerinden veriyorsunuz. “Her eve erkek lazım”, “evin reisi erkektir.” gibi kalıplaşmış birtakım cinsiyetçi ifadelere gönderme yapılıyor. Kadın reyonunda “tüm kadınlarımız tükendi.” son cümleniz oldukça vurucu. Cansız manken bile olsa kadınları tüketen şeyler nedir? Bizler tükenmeye küçüklükten itibaren başlıyoruz aslında, bir şeylerin farkına varabildiğimiz zamanlar başlıyor o tükeniş. Dünyadan bihaberken ülkemizde yaşananları bize özgü ve kadının yüzleşmek zorunda kaldığı pek çok şeyi normal zannederdim. Büyüdükçe ve tanıklık ettikçe yalnız olmadığımızı öğrendim. Bu çokluk bir yandan acı verse de mücadeleyi daha güçlü kılıyor. Soruya dönecek olursak bizi tüketen şeylerin bence en önemlisi üzerimize inşa edilen ve hepimizin ne yazık ki çok iyi bildiği yetersizlik hissi. Verilebilecek diğer tüm yanıtlar bu yetersizlik hissinin bir uzantısı gibi geliyor bana. Fakat bunun bir yandan da dönüşümü tetiklediğine inanıyorum. Günümüzde, “Madem varoluşum hiçbir şekilde memnun etmeyecek, en azından başkaları için yaşamayı bırakırım,” diyerek kendilerine biçilen kadere isyan eden kadınları görüyorum. Bu da bir çeşit uyanıştır bana kalırsa. Edebiyatta da yerli ya da yabancı fark etmeksizin kadınların metinlerine odaklandığımızda, aslında kadını tüketen şeylerin az çok neler olduğunu görebiliyoruz. Coğrafya fark etmeksizin aynı meselelerle boğuşuyor, bunların karşısında verilen mücadeleleri ve biraz da olsun değişimi görüyoruz. Kadın, her daim küllerinden doğabildiği için umudumu yitirmiyorum.



Döngü’de günlük yaşamda erkeklerin, kadınları sosyal alanlarda rahatsız ettiği söz ve davranış kalıplarını görüyoruz. Kurgunun dili hem ironik hem de halk ağzı kıvamında, cinsiyet ayrımını sezdiren cümle öbeklerinden oluşuyor. Öykünüzün finaline doğru distopik atmosfer hakim. Eve dönüşlerin daha güvenli duruma gelebileceği dünya hayalini düşlerken, ceza olarak simulasyona ömür boyu bağlı kalan erkeğin üstesinden makinalar gelmeye devam edecek midir? Bu bağlamda şunu da ekleyeyim hemen. Bu öyküyü merkeze alarak, yapay zeka ve adalet mekanizmasıyla alakalı eklemek istedikleriniz var mıdır? Döngü'nün evrenine baktığımızda makinelerin ardındaki zihinlerin kadın olduğunu görmek zor değil. Öyküdeki son derece empatik cezaları kurgulayanlar yine kadınlar bana kalırsa ve makineler uygulama için yalnızca birer aracı. Döngünün adalet mekanizması bence bir suçlu için son derece zorlayıcı olduğundan, öykü evreni sokakların güvenli olduğu bir ütopyaya dönüşmekte. Failin, işlediği suçu mağdurun açısından fiziksel ve duygusal olarak deneyimlediği bir gerçeklik korkutucu görünebilir fakat bir o kadar da caydırıcı olacağını düşünüyorum. Günümüz adalet mekanizmasını öyküdeki evrenle kıyasladığımızda, yazdığım öykünün distopya konusunda sınıfta kalacağını da eklemeliyim. Öte yandan yapay zekanın adalet kavramı düşüncesi bana duygudan yoksun görünüyor. Kişiyi topluma kazandırmak ve toplumu da suçtan uzak tutmak adına duyguları dönüştüremeyen bir ceza sisteminin uzun soluklu ve sürdürülebilir bir çözüm sunacağına inanmıyorum.



Hasar Kaydı öykünüzde yapay zeka aracılığıyla robotlara aşk duygusu dijital genetik kodlarla yükleniyor. İnsana özgü duyguların ve davranışların biçimlendirildiği yapay zekada aşk söz konusu olunca sevginin ölçümlenebilir bir durum olup olamayacağını akla getiriyor. Duygunun gerçek olmadığı evrende, kendi kendini kandırmaya devam eden yapay zeka destekli robotların üretimi, insan yanılgısı değil midir? İnsanlar pek çok konuda yanılgı içindeler zaten. Sevgi de şimdiden bizi terk edip gitmiş görünüyor. O yüzden bu konuda söyleyebileceğim pek bir şey yok. Kimi zaman yazdıklarım için “Bu mümkün değil,” tarzında yorumlar geliyor. Evet, belki içinde bulunduğumuz andan bakıldığında mümkün olmayabilir fakat karşımızda o kadar hızlı gelişen bir dünya var ki kişisel düşüncelerimizi ve mevcut gerçekliği her geçen saniye eskitiyor. Bu soru vesilesiyle de kendimi bir bilimkurgu yazarı olarak görmediğimi, yazdıklarımı spekülatif kurgu çatısı altında nitelendirdiğimi belirtmiş olayım. Çünkü öykülerimi yazarken “Şuraya da bir robot çizelim,” ya da “Bakalım bu mümkün müymüş,” diyen biri ne yazık ki değilim. Sevgili Bade Osma, “Hasar Kaydı” için “Dönemin en sert ve net feminist öyküsüdür,” demişti bir paylaşımında. Yazdıklarımı anladığı için teşekkür ediyorum. Yazarken odağım kadınlardır, diğer her detay da bu çekirdeğin iyi ya da kötü katmanlarıdır sadece.


Özel Ev: Pap Hara’s öykünüzde başkaldıran ve isyankar kadınlardan oluşan bir şirket var. Şirkette kendini gösteren yapay ortam, otomatikleşen davranışlar göze çarpıyor. Her şeyin para için yapıldığı bir evren kurgusunda, bireyin egosunu okşamak adına birtakım özel paketler kadınlara sunuluyor. Eğlence sektöründe her şeyin para için yapıldığı robotlar neyi vadediyor? Yazarken tersten bakmayı seviyorum. Eğlence sektörü de dünyadaki pek çok şey gibi organize bir sömürü düzeni üzerine kurulmuş durumda. Elbette ilerleyen süreçte robotların da bu sömürüden nasipleneceği kesin. Yakında sömürü çarkının hayal ürünü dişlilerinden olan Özel Ev sakini erkeklerle yerlerini değiştirdiklerine şahit olabiliriz. Bu yenilikçi durum insanlara kısa süreli tatmin vadedecek gibi görünüyor. İlerleyen süreçte ise bence her zaman olduğu gibi boşluğa düşmek var.



Yazar Fabrika’da öykünün girişinden de anlaşılacağı üzere üretken ve yetenekli gelecek vadeden yazarlara gelir sağlayan bir kapısı. Nurten karakteri çok güçlü ve mücadele eden bir kadın. Her ne kadar kurgu gereği de olsa, erkek yazarların görünürlüğünün ön planda olduğu bir dönemde sipariş üstünde yazılar yazan Nurtenler adına, bu direnişler nasıl çeşitlenip çoğalıyor değil mi? Çeşitlenip çoğalmak için ortak kaygıları ve dertleri olan insanların birbirini bulmaları gerekiyor. Öyküde birden fazla şeye duyulan sitem de hemen göze çarpıyor zaten. Yaratıcılıkla yolları hiçbir zaman kesişemeyecek seri üretime, nihayetinde hepimiz emekçi olsak da ön sıralardan yer kapabilmeyi başarı zannetmeye, kadın emeğini kendine basamak etmeye gibi. Örgütlenmek, sırf o küçük diye hor görülen topluluğun bile yaşamını daha iyi koşullarda sürmesine olanak sağlıyor. Yeter ki birbirimizi görelim, duyalım. Otobüs duraklarına adımızı vermeseler de olur. Biz buradayız.



İstenmeyen’de terapistiyle görüşen hamile bir kadının dünyasındaki iç sesleri duyuyoruz aslen. Böyle kötücül bir dünyaya çocuk getirmenin sorumluluğu yüklenirken diğer yandan da kadınların yaşadıkları zorluklar kapı metaforu üzerinden gösteriliyor. Kadının bedeniyle ilgili kararları bizzat kendisinin vermesi gerektiğine dair sağlam bir duruş bu öykünüz. İyi şeyleri umut etmeye devam eden kadınların varoluşuyla alakalı nelere değinmek istersiniz?

Aslında bu soruya yanıtımı ilk soruda dolaylı olarak verdiğimi görüyorum. Çünkü “İstenmeyen” öyküsünün kahramanı da başkaları için yaşamayı bırakmış bir kadın. Evet, kötü alışkanlıklarıyla, taşımak zorunda bırakıldığı o bebeğe de zarar vermekte fakat dediğim gibi taşımak zorunda bırakılıyor. Öncelikli meselemiz ve çözüme kavuşturulması gereken bu. Bu zorunda kalma hali çoğu zaman en yakınlarımızdan ve iyiliğimizi düşündükleri iddiasıyla gelse de aslında her bir tutum toplumun aksaklıklarının bir yansıması. Fatura her zaman kadına kesiliyor ne yazık ki. O öyküde vardır ya da yoktur, bunu bilemeyeceğim ama UMUT, kadının karşısına çıkan yanlışlarla ve engellerle nasıl başa çıktığıyla, fedakarlıklarla ve göze aldığı durumlarla yakından ilgili. Her bir kararımızda, her bir adımımızda umut var bana kalırsa.



Kitabınızdaki on dört öyküde şarkılar, şarkı sözleri ve müzik tınıları dikkatimi çekiyor. Müzikle bağınız nasıldır, mesela tutkunu olduğunuz şarkı, albüm, gruplar var mıdır?

Müzikle bağım biraz ortaya karışık. Yeni şeyler keşfetmekten hoşlanıyorum. Müzik aleminde en sevdiğim ses Chris Rea’nınki olabilir. Mantra da dinlerim, elektronik müzik de. En son hayran kaldığım şarkının adını da paylaşayım. “Welche Farbe Hat Der Wind”



Hali hazırda müzik demişken edebiyat ve müzik ile ilgili ilişkinizi biraz daha açar mısınız, müziğin edebiyatınıza/kurgu dünyanıza katkısı ne yöndedir?

Yazarken imkanlar dahilinde ve moduma göre sözlü ya da sözsüz müzik dinlediğim olur. Tutkunuyum diyebileceğim bir şarkıcı yok fakat sevdiğim hatta tabiri caizse zaman zaman aşerdiğim şarkılar ve albümler var. Elbette bu, haydi en sevdiğim şarkıları metinlerime yayayım gibi bir durum oluşturmuyor. O anın atmosferine uygun bir parça aklıma gelirse ve üzerinde çalıştığım metin de buna elverişliyse ekliyorum. Romanım Tesis de benzer şekilde kurgulandı. Karakterlerin yaşadığı anlara Radyo Sueño’da çalan parçalar eşlik ediyor. Karakterlerim yalnızca müzik dinlemiyor, film de izliyorlar. Bazen insanların kurguda bu tip ayrıntıları beğenmediğine şahit oluyorum, saygı duyuyorum. Fakat ben onları okurken de yazarken de keyif alıyorum. Okuduğum metinle bağ kurmak için, zihnimde film gibi akması için varlığına sevinebileceğim bir detay diyebilirim bir de okur kimliğimle yorumlarsam.



Son olarak, şu an neler okuyorsunuz? Şu sıralar okuduğum birkaç kitap şöyle: Psikiyatrist (Wulf Dorn), Şehirde Bir Şekavet (Hüseyin Rahmi Gürpınar), Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı (Sylvia Plath)

Comments