top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

"Duygusunda debelenmeyen, onu üstünden sıyıran hırçın şiirler, istediğim."

Özlem Şan, Okan Yılmaz yeni kitabı dudağım politik üzerine söyleşti: "Büyüyen ve küçülen puntolar, tezhip sanatıyla süslenmiş sayfalar, zaman zaman anlatıya dönüşen satırlar, parçalanan kelimeler gibi tipografik yenilikler içeren kitap, şiir formu üzerine düşünen şiirlerle bizi karşılıyor."


Özlem Şan


Şair, akademisyen ve aktivist Okan Yılmaz ile Everest yayınlarından çıkan yeni kitabı dudağım politik üzerine sohbet ettik. Yılmaz’ın 2018’de yayımladığı yeniay mahvı ve 2021’de çıkan bu senin devrimin kitaplarının ardından üçüncü kitabı bu. Yılmaz, bu kez daha öfkeli daha erotik bir şiirin peşine düşmüş. Büyüyen ve küçülen puntolar, tezhip sanatıyla süslenmiş sayfalar, zaman zaman anlatıya dönüşen satırlar, parçalanan kelimeler gibi tipografik yenilikler içeren kitap, şiir formu üzerine düşünen şiirlerle bizi karşılıyor.



Kitap, Sema Kaygusuz’un Yüzünde Bir Yer romanından bir alıntıyla açılıyor. Özellikle dikkatimi çeken cümle “… varla yok arasındasın” oldu. Senin kitabının ilk bölümü ise “yek hebû yek tune bû” adında. Anlamı, bir varmış bir yokmuş. Bir masalın başlangıcını imleyen bu cümleyle dudağım politik arasındaki ilişki nedir?

“yek hebû yek tune bû” Kürtçe bir ifade ve senin dediğin gibi “bir varmış bir yokmuş” anlamında. En temelde hem masalları çağrıştırıyor hem de çocukluğu. dudağım politik’in şiirlerine bir toplam halinde çalışırken bir çocuğun atıldığı coğrafyadaki büyüme masalına dair birtakım şiddetli sorular sorduğumu fark ettim. Doğup büyüyen ve yaşam yolundaki onca zorluğa rağmen hayatta kalan, bunu yaparken de neşesini kaybetmeyen özneler gördüm ve onların yürüyüşlerini izledim. Ama süpernovalardı, ama çöllerdi, ama ormanlardı, ama yatak odalarıydı, onca yerden geçtiler, onca şeyle dövüştüler fakat içerideki çocukları hiç kaybetmediler. Ben bu bakıştan kopmak istemedim açıkçası. İkincil sayabileceğim sebep ise “burada olmak”la ilgili, yani tamamen “olmak”, kendini var etmeyi ve yok etmeyi çeşitli açılardan deşmek. Bunu yaparken mutlak bir tavır sergilemek yerine, daha keskin, daha ikircikli, daha kuir bir döngünün peşine düştüm. O yüzden anlattıklarım her var oldular hem yok; hem belliydiler hem belirsiz.



Hep bir sevgiliye hitap var. “seni vermem saraylara” şiirinde bu sevgili için “tanışmışız aslında” diyorsun. Buna öznel malzemelerden yola çıkarak oluşturulmuş bir tema olarak mı bakmalıyız yoksa “sevgili” başka türlü oluş hallerine de karşılık geliyor mu?

“Ben” dediğim hayvan benim metinlerimde bir çıkış noktasıdır. “Ben”e dair her şeyin olduğu gibi görünmesine izin verdiğim takdirde bu hayvanın şairliğimi alt edeceğini düşünürüm. Bu poetika gereği de “ben”in etrafındaki her şeyi tıraşlamayı göze alıyorum. Bu tarifle düşündüğümde ve o seslenmeleri hesaba kattığımda evet, son derece öznel temalardan yola çıkıyor bu şiirler. Ancak şiirlerimin kaderlerine karar vermem gerektiğinde amacımın dışında kalanları bozmaktan çekinmiyorum. Tam da bu sebeple, etinden, kemiğinden ve şahdamarından tanıdığım sevgililerle başlasam da onların yerine geçebilecek her türlü oluş halini, don değiştirmeleri, varlığın kendini döndürerek başkalaşması gibi yöntemleri zorluyorum. Aksi takdirde kendine acıyanlar için metinler dizmiş olurum ancak benim için şiir böyle bir feryat alanı değil. Ben uluorta kahkaha atanlara, topuklarını yere vurup yürürken saçlarını savuranlara, dilindeki sözcükleri en zarif cephanesiymiş gibi taşıyan kusursuz divalara yazıyorum bu şiirleri.



Kitap üç bölümden oluşuyor: “yek hebû yek tune bû”, “yok” ve “var”. Her bir bölümde dile yansıyan öfkenin tınısı değişiyor. Şiddeti artıyor. Şiirin öznesi zaman zaman sövmeye zaman zaman ah etmeye başlıyor. Öfkeyle birlikte kitabın ilk sayfasından kendini gösteren erotizm de şiddetleniyor. Öfke ve arzu… Bu ikilinin arasında nasıl bir ilişki var?

Doğru bir tespit Özlem. Öfkenin tınısını ve tarzını bölümlere özgü bir hale getirmeye çalıştım, tabii bu amacıma bağlı bir şekilde metinlerin teknik özellikleri ve sözcük kadroları da son derece değişken ve işlevseldi. Erotizm de aslında senin bu tarif ettiğin öfke-arzu ilişkisinden doğdu. Ben bu ilişki için daha çok “bıçak sırtı” sözcüğünü tercih ediyorum. Arzulanan nesneye ulaşmanın türlü yollarını deneyen özneler var, ancak bu yola dağ olmuş düşmanlar da var, o dağları aşarken veya aşamazken de ortaya çıkan bir öfke var. Tabii bazen benim “Dağ,” dediğim engel arzunun kendisi de oldu. Ama buradaki öfke yıkmayı değil de neşeyi, kahkahayı, yaşamanın haklarını teklif ediyor. Bu ikili karşıtlığın gerilimini seviyorum açıkçası.



“anlat omuzların neden geniş” isimli şiirinde René Girard’ın Romantik Yalan ve Romansal Hakikat isimli kitabında sunduğu “üçgen arzu modeli”ne bir gönderme yapıyorsun. Bu modele göre, arzulanan nesne ve arzulayan özne arzunun iki ucudur. Üçgenin üçüncü ayağı, yani öznenin arzusunu kışkırtan, arzunun dolayımlayıcısıdır. Bu dolayımlayıcı sayesinde arzu mümkün olur. dudağım politik’teki şiirlerde, özneye arzusunu veren dolayımlayıcının suretleri nelerdir?

Genelde bu dolayımlayıcının bir üçüncü kişi olması her zaman daha kolay bir yöntemdir ancak ben bu tembel tavırdan metinlerimi kurtarmak ve tüm ötekilere bakmak istedim. O yüzden bu suretlerin sayısı ve çeşitliliği o kadar geniş bir yelpazede çıktı ki karşıma Özlem... Bir odanın içindeki eşyalardan göklerdeki yıldızlara kadar her şey arzuyu var etmek için bu metinlere sızdı. Ama benim gözlemim, bu dolayımlayıcı suretlerin yoğun bir şekilde politikanın eseri olması. Tabii oradan koca bir tarihe varıyoruz. Sadece doğduğumuz günden bugüne yaşamadık ki biz, hepimiz binlerce yıllık özneleriz. Bizden önceki tüm yapıp etmeleri sırtımıza kambur ediyoruz, doğduğumuz ülkeyi, konuştuğumuz dili, ailelerimizi, türlü cinselliklerimizi... ve bunlara dair her şeyi... Arada bir dönüp kamburumuzla da konuşmamız gerekli. Zannediyorum bu senin tarif ettiğin arzu da kamburuma sorduğum en şiddetli sorulardan peyda oldu.



“boğulmak isterken sığ sularında” şiirinden söz edelim biraz. Bu şiir için özel bir biçim tasarlamışsın. Kutsal kitap formuna benziyor. Bu biçime dair bize neler söyleyebilirsin? Neden böyle bir tasarım seçtin?

İkinci bölümün açılışında yer alıyor “boğulmak isterken sığ sularında”. Bu kitabı hazırlarken beni en çok zorlayan ama bir o kadar da bana en çok keyif veren şiir oldu. İlk bölümde anlattığım güncel meselelerin arkaik temellerine inmek istemiştim ikinci bölümde. Çağlar öncesine gitmek, yeryüzünün öncesini sorgulamak, böylece her sonucun ilk sebebine ulaşmaktı niyetim. Bunu yaparken de elimi korkak alıştırmadan semavi dinlerin, klasik anlatıların büyük metinlerini çağırıp onlarla konuşmak istedim. Bu konuşmanın görselliği de önemliydi benim için, yani şiirin kenarlarını bir tür yeni nesil tezhiple süslemek, dize aralarına küçük semboller yerleştirmek vs. Metnin içinden daha göksel başka metinlere gidebilmekten bahsediyorum. Tabii bu amacımın ve ortaya çıkan görselliğin benim kuir edebiyat sevdamla da doğrudan bir ilişkisi olduğunu da hatırlamak gerekli.



“Birhan Keskin’in Şiirlerinde Aşk ve Beden” isimli akademik çalışmana değinmek istiyorum. Tezinin sonunda Keskin’in şiirlerinin âşık öznelerinin, bir güç ilişkisi içerisinde görünseler de gündelik hayatın içindeki iktidar modelleriyle hesaplaştığını söylüyorsun. Bunu dudağım politik kitabındaki şiirlerin öznesi ve âşığı için de söyleyebiliriz. Bu şiirlerin öznesinin hesaplaşması politik bir zeminde gerçekleşiyor. Tarihle de yüzleşiyor. Bu yüzleşme kalemi eline alırken hesaba kattığın bir şey miydi?

Tezim, bizim kürsüde yazılan tezlerin dışında kalan yenilikçi bir çalışmaydı. “Aşk”ı ve “beden”i iki ayrı tema şeklinde incelemek yerine onların birbirini dönüştüren iki unsur olduğunu kabul edip yola çıkmıştım. Akademik çalışmaların elbette yer yer metinlere sızmasını doğal karşılıyorum ama ben hayata ve edebiyata oradan baktığım için bu araştırma konusunu seçmiştim. O yüzden herhangi bir hesap yaptığımı söyleyemem. Kanımda ve poetikamda bu yüzleşmek arzusu olmasaydı bu şiirlerin ve araştırmaların peşine düşemezdim ki.


İlk kitabın yeniay mahvı’ndan dudağım politik’e, sence şiirinde neler değişti?

Şimdilerde bir proje için yeniay mahvı’nı yeniden okuyorum ve sorun da bu karşılaşmayla aynı zamana denk geldi. O kadar çok şey değişmiş ki Özlem. Ama ilk olarak şunu gördüm: Anlatıların isimlerinde ve formlarında karşıma çıkan belirgin farklılıklar var. Konu veya tema bağlamında daha yüce, daha muğlak, daha ürkütücü metinlerin peşindeyim artık. Sözcükler de oralardan sökün etmiş gibi. Duygusunda debelenmeyen, onu üstünden sıyıran hırçın şiirler istediğim için sanırım. Bu arada yeniay mahvı’nda da aynı isteklerim vardı ama otosansürüm de vardı. Artık kendimi susturmuyorum, uslu metinler yazmak istemiyorum. Tam kendini teslim edecek noktada kaçıp giden, başka bir şeye dönüşen, yeri geldiğinde delirmeyi de yaşam hakkından sayan, yaramaz metinler yazmak istiyorum. Ondan belki bu kadar farklı yazma ve yazıyı açma tekniği. Bundan sonra hangi şiire doğru nasıl açılırım, bilemiyorum. O kadar tekinsiz ki şiirin salt kendiliği.


dudağım politik

Okan Yılmaz

Everest Yayınları, 2023

Tür: Şiir


bottom of page