top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: İstifa

"Sanki o buz gibi durakta hiç tanımadığı birkaç insanla sessizlik ve bilinmezlik dolu bir kapana kısılıp kalıyordu da otobüsü bir anda önünde bitip onu bu ıstıraptan kurtarıveriyordu."


İlyas Talha Er


Soğuk, insanın tüylerini ürperten bir Kasım sabahıydı. Aniden ortaya çıkan rüzgar insanın kemiklerine kadar işliyor, adamı ayakta donduruyordu. Yarım saattir üç kişinin arkasında otobüs beklemekten harap olmuş T., “bare biraz kar yağsa, böyle kuru kuru soğuk da hiç çekilmiyor,” diye içinden geçiriyordu ki birdenbire durağın hemen karşısındaki virajdan gelen otobüsünü gördü. Ah ne kadar da seviyordu o otobüsün o virajı kendisinden hiç beklenmeyen bir kıvraklıkla geçip aniden yanı başında bitmesini. Sanki o buz gibi durakta hiç tanımadığı birkaç insanla sessizlik ve bilinmezlik dolu bir kapana kısılıp kalıyordu da otobüsü bir anda önünde bitip onu bu ıstıraptan kurtarıveriyordu.

Bu kadar otobüs güzellemesi yeter diyorsanız biraz da T.’nin iş hayatına odaklanalım. Özel bir şirkette büro elemanı olarak çalışan T. işinden, bundan dolayı da hayatından nefret ediyordu. Eğer T.’ye işi hakkında nefret ettiği şeyin ne olduğunu soracak olsaydınız kısaca “Her şeyinden!” cevabını alırdınız. Ama gerçekten çalışma arkadaşlarından tutun ofisin dekoruna kadar T.’nin gözüne itici gelmeyen, onun içini sıkıp durmayan, kafasını o yerden kurtuluncaya kadar allak bullak etmeyen hiçbir şey yoktu. Belki de sırf  bu yüzden otobüse binmek gibi saçma sapan şeylerle kendini avutup duruyordu, kim bilir? Eve gelince de günün kendisinde yaptığı sersemlikle yatağına girip, bir ömür kendisini bırakmayacak olan cezasına kendisini hazırlamaya çalışıyordu. Ama ne kadar yorulursak yorulalım, tükenirsek tükenelim dışarıda bir hayat vardı ve kendisine eşlik etmemizi bekliyordu değil mi? (Her ne kadar bazılarımız istemese bile)

İş hayatını da bir kenera bırakırsak elimizde hayal dünyasına bağımlı, özgüven sorunları olan üstüne bir de beyaz yakalı olmasıyla kendini avuttuğunu sanan bir zavallıdan başka bir şey kalmıyordu. Aslında açık konuşmak gerekirse yaşadığımız yerde çoğu hikaye aynen bu noktada son bulur o yüzden çoğumuz için bunun ötesini bir ilerlemeden çok bir döngüyü tekrar edip durma olarak kabul etmek çok da yanlış sayılmaz ama tabi benim hikayemde T.’nin biraz alışılmışların dışına çıkması, ne bileyim “ilgi çeken” bir kadınla tanışması, hepinizin kafasını allak bulacak edecek fırtınalar koparması falan gerekiyor. Aksi takdirde size bütün bunları nasıl bir hikaye olarak satabilirim, değil mi? Ama belki de birazcık olsun kalıpların dışına çıkmanın yani demek istediğim o ki tam olarak sıradan, tekdüze, kalıp bir karakterin hikayesini anlatma vakti gelmiştir. Ünlü bir yazardan okumuştum: “Kadınlar hikayenin tadıdır, tuzudur,” diyordu; varsın benim hikayem bu seferliğine birazcık tatsız tuzsuz olsun, ne yapalım. Hem bu sefer de okunmazsam eğer, bahanem de cebimde hazır.. Ne güzel değil mi?

 Neyse, biz bunları tartışıp durana kadar T. çoktan ofisine varmış hatta arkadaşlarıyla bir şeyi tartışmaya bile başlamıştı. Ama tartışmanın pek seviyeli olmadığı ve T.’nin aleyhine gittiği, adamın bozulmuş yüzünden anlaşılabiliyordu. Derken T.’nin patronu da olaya karıştı ve ne yaşandığını sordu. T.’de: “Ahmet Bey, arkadaşlara sorduğum tek şey en son çalıştığımız projedeki raporları benimle paylaşıp paylaşamayacaklarıydı. Ama aldığım cevap, “Bir kere de kendi işini kendin takip etsene be! Sana gönderip durmak zorunda mıyız biz bunu sürekli sürekli..” tarzı bir şey olunca ben de onlara: “Tamam arkadaşım göndermezseniz göndermeyin de neyin tantanasını yapıyorsunuz bu kadar? Derdiniz ne sizin yani?” dedim. “Olay anlayacağınız bundan ibaret. Ama onlar aynı tutumlarını..” Ahmet Bey’in “Tamam, yeter” anlamındaki bir el hareketi ile susmak zorunda kalan T. o gün boyunca kırgınlık ve öfke içinde kendisine durduk yere sataşan ofis çalışanlarına, Ahmet Bey’e ve en çok da kendisine kızıp durdu ve akşam işi bitip evine vardığında yine her zamanki rutini gereği kendisini ölü gibi yatağına bırakıp kaderine doğduğu günden bu yana boyun eğmiş bir kölenin hissizliğiyle uykusuna daldı.

Ama sabah olunca her zamanki alışmış olduğu saatte kalkmadı. Adeti gereği kısa bir duş almadı (bir keresinde ofistekilerin bir arkadaşlarının arkasından “kokuyor” diye konuştuklarını duymuştu) dünden ütülenip hazırlanmış gömleğiyle pantolonu giyip aynada uzun uzun kendine bakmadı. Onun yerine sabah kalkıp ilk iş olarak bilgisayarını açtı ve sekiz senelik patronu Ahmet Bey’e kısaca “Benden bu kadar.. Yolunuz açık olsun. İstifa ediyorum,” yazan bir mail yolladı. Mailin de konu kısmına (Bu Ahmet Bey sürekli ne kadar iyi İngilizce bildiğiyle övünüp dururdu.) “I quit,” yazdı. Sonra düşünmeye başladı, şimdi ne yapacaktı? Bu maili yazıp gönderdikten sonra kendisini sonsuz bir boşlukta bulacağını, hayatının bir anda sonu gelmez karanlıklar içinde kaybolup yok olup gideceğini (sabit gelirli nasıl olsa, yadırgamamak lazım) falan zannediyordu ama aksine tek hissettiği şey hiç ama hiç beklemediği, bütün göğsünü içten içe sarıp kuşatan bir ferahlıktı. Penceresini açtı, Kasımın sonlarına doğru kar da yavaştan yüzünü göstermeye başlamıştı. Penceresinden yavaş ama istikrarlı bir şekilde yağıp, karşıdaki apartmanın çatısını bembeyaz yapan karı görünce istemsizce gülümseyiverdi. Gerçekten onun için karın bu kadar güzel göründüğünü unutalı çok olmuştu.

Mayıs’ın başları... Havalar gittikçe ısınıyor... Çocuklar yaklaşan tatilden dolayı sevinçli. Yetişkinler tatil hazırlığında... Doğa yeniden en parlak, en güzel haline bürünmüş. Kısacası herkes tatlı bir telaş içinde bir şeylerin peşinde koşturup duruyor... Ama herkes derken bizim T.’nin karşı komşusu Serpil Hanım’ı bu kümeden ayırmam gerekir çünkü kadıncağızın başı günlerdir kapısının önünden eksik olmayan mide bulandırıcı bir kokuyla dertte. İlk başta kokunun dışarıdan geldiğini, bir kanalizasyonun falan patlamış olabileceğini düşünmüş o yüzden de pek umursamamıştı. Ama sonradan evinin yakınlarında bu tarzda bir olayın yaşanmadığını ve tabi ki de bu ağır kokunun T.’nin evine yaklaştıkça şiddetlendiğini fark etmesiyle sinirleri tepesine sıçrayıvermişti. Ve şimdi de bugüne kadar kapısını çalıp, ayaküstü bir sohbet etmeye bile tenezzül etmediği komşusuna nefret ve sitem dolu bir konuşma yapmak üzere (burnunu da tıkamaya çalışarak) komşusunun ağır metalden yapılma kapısına peş peşe tıklatarak (yumruklayarak) onu dışarıya çıkarmaya çalışıyordu. Bir saat kadar bununla uğraşmasına ragmen bir sonuç alamayınca polis çağırmak zorunda kaldı. Çok geçmeden polis olay yerine vardı. Onlar da ilk başta kapıyı çalmayı denediler, sonuç alamayınca da kapıyı kırdılar. İşte içeri girdiklerinde buldukları şeyden birkaçı: “Yerlere saçılmış gazeteler (iş ilanları kısmında bolca tükenmez kalem izleri var), bir aile albümü, T.’nin bozulmaya başlamış ölü bedeni, bir de yerde duran kapağı tozlarla dolu bir not defteri...” Bu saydığım şeylerden ilk üçünü artık bu hikayede kullanamam ama isterseniz sonuncuya bir göz gezdirelim.

Görünüşte basit bir karalama kağıdından fazla bir şeye benzemeyen bu defteri polisler de pek umursamamışlar, herhangi bir olaya bir kanıt olabilme ihtimali bile vermemişlerdi. İşte T., bu hayatta bir süprüntü gibi doğdun, bir süprüntü gibi yaşadın ve aynen bu şekilde de ölüp gittin. Şimdi de seni doğmuş olduğun günden bu yana hiç umursamamış olan bu insanlar, kendilerine bırakmış olduğun son hatırayı da (son günlerini anlattığı bir günlük) öbür süprüntülerinin arasına atıyor. Ne yaparsın ama, hayat işte değil mi? Ama merak etme ben insaflı olup günlükten birkaç yeri (hoşuma giden kısımlardan) ekleyeceğim buraya. Bu kadar da kırgın gitmemiş ol bari aramızdan değil mi?

                                                                                                                                                   28.11.2016

Merhaba Sevgili Günlük,

Bugün hayatımda şimdiye kadar yaptığım en cesur şeyi yaptım. Sürekli dalga geçilip, aşağılandığım, azıcık bir miktar paraya sömürülüp, bir hiç yerine konulduğum işimden ayrıldım. İnan çok rahatım şu an. Yani ne bir daha o sevimsiz iş arkadaşlarımla ne de kendini beğenmiş, meymenetsiz patronumla uğraşmak zorunda kalacağım. Evet, iş bulmak belki biraz olabilir ama ben başaracağım.. (İlk defa “başarmak” kelimesinden bir haz alıyorum, biliyor musun?)                                                                                                                                                             

                                                                                                                                                  30.01.2017

Of Allah’ım niye bu kadar zor bu? Tek istediğim insan gibi çalışıp yaşayabileceğim bir işe girmek.. Bu kışın ortasında bıktım usandım kapı kapı gazetelerin iş ilanlarını kovalayıp durmaktan artık.. Bazen geceleri ayaklarımın ağrısından uyuyamıyorum, hep ayakkabılarım su aldığından... Allah’ım sen bana bir yol göster. 

                                                                                                                                                  15.04.2017

Biliyor musun sevgili günlük, şimdi düşündüm de çok boşuna yaşamışım aslında ben... Yıllar boyu o kadar okul okul üstüne bitirip durmuş, insan üstüne insan tanıyıp durmuşum ama ne o okullardan bir şey öğrenebilmiş ne de o insanlardan bir arkadaş kazanabilmişim. Gençken hep “keşke karşı cinsten birkaç arkadaşım olsaydı...” der dururdum, sanki hayatıma girecek bir kadındı her şeyi çözüme ulaştırıp, içimdeki sebebi meçhul feryadı sonsuza kadar susturacak olan. Şimdi o kadar da umursamıyorum bunu. Ne bileyim, artık hissetmiyorum o içimdeki dürtüyü işte. Hem bu durumda en son düşüneceğim şey kadın olmalı benim herhalde. Üç aydan beri yarı zamanlı işlerle geçinmeye çalışıp duruyorum.. Ama yine buna da şükür, daha ölmedik yani değil mi? Neyse sevgili günlük, kendine çok iyi... Haa... Bu arada bugün kitapların arasından aile albümümü buldum, eski kitapları incelerken bir anda karşıma çıkıverdi. Bugün o albümdekilerin yarısıyla görüşmüyorum ama yine de insan onları görünce bir hoş oluyor, biliyor musun? Acaba o albümün içinde beni arada sırada aklına getirip hatırlayan birisi var mıdır? Neyse bugünlük bu kadar konuştuğum yeter. Kendine çok iyi bak ve beni unutma.

Comments


bottom of page